Skandal siyaseti medya siyasetinden ayrılamaz. Skandallar medya üzerinden yayılır. Bir de siyasal çekişme medyanın en etkili aygıtıdır, medya siyaseti, siyasetin kişiselleştirilmesi etrafında örgütlenir. Olumsuz mesajlar etkili ve karakter katli bu olumsuzluklardan beslenip, siyasi liderin yıkıma uğraması demek olduğundan nihai hedeftir. Hasar verici enformasyonla siyasi liderin popüler cazibesini aşağı çekmeye, yok etmeye yöneliktir.  Medya siyaseti, enformasyon çağı siyaseti olduğundan, skandal siyaseti de bugünün siyasal mücadele enstrümanıdır.

Siyasiler seçilebilmek için güvenilirlik, dürüstlük gibi kişilik özelliklere dayanarak vatandaşın karşısına çıktıkları için bu güvenin zedelenmesi partiyi ve siyasileri zedeler, güven azalır oy kaybı olur, tekrar seçilebilme olasılığı azalır. Seçmen davranışı ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir. Bir araştırmada (Pew Araştırma Merkezi) Monica Lewinsky skandalı siyasal güven düzeyinde başlangıçta azalma yaratsa da sonraları güven üzerinde sınırlı etki olur. Ayrıca, “kol kırılır yen içinde kalır” misali partizanlığın güven etkisini değiştirebileceği görülür.

Bağımsızlarda durum biraz farklı, onların biraz ‘gözü kara’ olduğunu söylemek yanlış bir ifade olmaz sanırız. Seçmeni, gündemi fazla takip etmediği gibi kongredeki yolsuzluklarla ilgilenmeye eğilimleri olduğundan, seçmenin düşüncesi iki kat olumsuz yansıyabiliyor.

ABD’de de bağımsızların oy oranı yüksek olduğundan, skandal haberciliğin seçim sonuçlarını etkileyebileceği anlamına gelir. Bağımsızlar, kongre üyelerinin yolsuzluklarla ilgili bir sonraki seçimde görevden alınmasını yüzde 77 destekler.

Clinton olayı şunu da açığa çıkarır. Eleştirel haberlere rağmen halkın Cilinton’a desteğinin sürmesi üç değişkene bağlıdır ve bu medyadan bağımsızdır. İlki barış, ikincisi refah üçüncüsü de Clinton’ın ılımlı politika benimsemesidir. Bir de siyasal saldırı kültüründen duyulan yorgunluk, kamusal soruşturmanın yozlaşması, kişiyi bitirmeye yönelik; öz yıkıcı bulunur. Halkın, Cilinton’ı güçlü kişisel karizmasından dolayı öfkelenmediği de buna eklenebilir. Clinton skandalla ilgili televizyonda itirafta bulunmasından hemen sonra ülkenin tuttuğu yönü onaylayan Amerikalıların, yüzde 17’lik bir sıçrama ile yüzde 44 oranı, yüzde 61 olur.

Bu şudur: Medyada yaygın skandal haberleri “yolsuzlukların sıradanlaşması” ve “skandal yorgunluğu” etkisine yol açar. Ama sonraki seçimlerde ahlaki durumlardan yorgun olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 74’tür ve oylarını bu nedenle başka adaylara vereceklerini açıklarlar. Sonraki seçimlerde “dürüstlük” tek önemli özellik olarak belirir. Oylar, Bush’a gider. Her on seçmenden sekizi ona oy verir. İroniktir, Bush tarihe ABD başkanlık koltuğuna oturmuş yalancı olarak geçer.

Skandalların etkisini artırmada medya önemli rol oynar. Medya olmazsa skandal olmaz. Bu kesindir.

Özetle: Skandal siyasetinin belli siyasal sonuçlar üzerindeki etkisi büyük ölçüde belirsizdir.

Tüm dünyada, 1- büyük siyasal değişiklikler doğrudan skandalların etkisiyle ilişkilidir, büyük skandallar birikip rejimi devirebilir. 2- Durum ne ne ise, skandal siyaseti durumu dönüştürür. Siyaset skandallarla ilişkilendirilince yurttaşlar durum karşısında hissizleşerek dönüşürler. Bu dünya genelinde bir siyasal meşruiyet krizine katkıdır.  Medya siyaseti, skandal siyaseti ve siyasal meşruiyet krizi arasındaki ilişkidir bu.