Tarihsel bir pratik olarak demokrasi, bir siyasal felsefe kavramı olarak demokrasinin tersine, bağlamdan bağlama farklılık gösterir.

Demokrasi; “Zorunlu aralıklarla yargı denetiminde gerçekleştirilen nispeten özgür seçimlerde birbirlerine rakip adaylar arasında seçim yapan yurttaşların iradesinden kaynaklanan hükümet biçimi olarak anlaşılır. “ 

Yönetimin demokratik tanınması; ifade özgürlüğü, insan hakları, hükümet üstü denetim mekanizmaları kanunda ortaya konmalıdır. 

Bu düşük düzeyde gereklilikle bakıldığında bile dünyanın birçok ülkesinde ölçütlerin karşılanmadığı görülür. 

Mevcut demokrasi kurumları oldukça eskidir ve istikrarsızdır. 

Küresel bir bakış açısıyla demokrasi sürekli krizdedir. 

Demokrasi rejimleri demokratik değildir.

Meşruiyet krizi, ulus-devletin küresel ağ toplumunda, birbiriyle çelişen küreselleşme ve kimlik tanımlama süreçlerinin sonucu olarak yaşadığı krizle ilişkilidir. Modern temsili demokrasi ulus-devlet alanında, yurttaş bireylerin hukuka dayalı siyasal özneler olarak inşa edilmesiyle kurulduğundan, küresel zenginlik, iktidar ve enformasyon ağlarını kontrol etmekte yetersiz kalması ve kimliğe dayalı kültürel öznelerin yükselişi nedeniyle temsilinin bulanıklaşması devletin meşruiyetini ve verimliliğini azaltmıştır.

Yani bireysel yükseliş karşısında kurumlar yetersiz kaldığından demokrasi kurumlarını eskitir dolayısıyla demokrasi krize girer. 

Küresel yönetim ağlarının inşası, yerel, küresel sivil toplumla etkileşim içindeki ulusal siyasal kurumlara dayalıdır.

Dolayısıyla insanların inançları ile siyasal kurumlar arasındaki ilişki iktidar ilişkileri açısından hâlâ merkezi önemdedir. Yurttaşlar ile hükümetler arasındaki mesafe ne kadar fazla olursa hükümetlerin küresel girişimlerini yerel/ulusal meşruiyet kaynakları ve doğal kaynaklarıyla buluşturma yetisi o kadar azalır. Dolayısıyla bu medya ve demokrasi üzerine bir yeniden düşünmeyi gerektirir.

“Medya siyasetinin demokrasi pratiği açısından sonuçlarını bu bağlamda anlamalıyız” derken küresel ölçekte şirketlerin her ülkenin doğal kaynaklarına ulaşmakta ulus devletle/yerel sorun yaşamak istemediği vurgulanır.  

Bunu bir demokrasi ve meşruiyet krizinin merkezine yerleştirerek ele alır, bu anlamda “demokrasi bir yeniden düşünmeyi” gerektirirdir.

Medya siyaseti ve onun doğal sonucu olan skandal siyaseti ulus-devletin kimlik, bireyselleşme ve yurttaşlık değerlerini yanına alıp küreselleşmenin belirsiz sularında seyretmek için yurttaşların güvenine en fazla ihtiyaç duyduğu dönemde meşruiyet krizini derinleştirmiştir. 

ABD’de 60’ncı başkanlık seçimleri 05 Kasım 2024’te yapılacak.

Başkanlık yarışında Donald Trump’ın destekçileri Trump’ı; sınır güvenliğinin güvencesi ve Amerika’nın parasını dış politika için gereksiz yere saçmayacak lider olarak görüyor. Donald Trump seçim propagandasında; Amerika’nın dünyayı demokrasi üzerinden düzene koymaya çalışmaktan vazgeçip, yeniden yapılanmak üzere içe dönmesini önceledi. Seçim yarışı, İsrail’in güçlü lobi desteği verdiği Kamala Harris ile Donald Trump arasında kızıştı. Bakalım Amerikan halkı, kendilerinden toplanan vergiyle savaşa destek vermeye yanaşmadığını vurgulayan Donald Trump’ı mı? Yoksa, özellikle Ortadoğu’da dış politikası İsrail’i desekleyen Joe Biden’ın devamı görülen Kamala Harris’i mi başkan seçecek?

Diyebiliriz ki: Medya siyasetinin demokrasi pratiği ulus devlet açısından iyi sonuç getirmez.

Kaynak: “İletişim Gücü”, Manuel Castells.