Bugünkü yazım bir ithal yazı olacak. Küçük damadım Av. Çağlar Ersoy'un amcası tıp doktoru Gürsel Ersoy’un “ebru ve lahor” üstüne yazmış olduğu bir mizahi yazıyı bilginize ve ilginize sunacağım.

Okuduğunuzda Gürsel Bey’in Ebru sanatına, Osmanlı tarihine ve Osmanlı söylemine ne denli aşina olduğunu, kaleminin mizaha yatkınlığını göreceksiniz ve bana hak vereceksiniz. 

Hadi okumaya:

EBRU HASTALIĞI

Ebru sanatı bilinen en eski sanatlardan biridir. Bu sanatla uğraşanlara; Ebrucu, Ebru ustası, Ebruzen gibi adlar verilir. Eğer ebrucu, kadın ise “ebrucu bayan” denmez, ”Ebruzenne” ismi verilir. Ebru hastalığı işte bu kişilerde görülen oldukça yaygın bir hastalıktır. 

Belirtiler: Bu hastalığa yakalanan ebrucu, durdurulamaz bir biçimde eline geçen her şeyin üzerine ebru yapmaya çalışır.  Evde;  duvarlara,  masa  örtüsüne, peçetelere, perdelere, havlulara, bulaşık bezlerine, yastık yüzlerine, kâğıt peçetelere, tuvalet kâğıtlarına, durmadan dinlenmeden, gece gündüz ebru yapar.

Tarihçe: Tarihte bilinen en eski ebru hastalığına Çin kayıtlarında rastlanmaktadır. M.Ö. 400 yılında Çin imparatorluk sarayında ebrucubaşı olan Li-Hsien- Shao da bu hastalığa yakalanmış ve sarayın bütün duvarlarını ebru desenleriyle kaplamaya kalkmıştır. Fena halde öfkelenen imparator, sanatçının ebru kâğıtlarıyla idamını emretmiştir. Üstüne yığılan tonlarca ebru kâğıdının altında ezilerek can veren zavallı Hsien-Shao’nun akan kanı, kağıtlarda ebru desenleri oluşturmuştur. ”Ebrucunun kanı ebruli akar” özdeyişinin bu olayla ilgili olduğu rivayet edilmektedir.

Osmanlı sarayında da ebru sanatçıları büyük himaye görmüşlerdir. Sanatsever bir padişah olan 4. Selim, sarayın ebrucubaşısı olan Ebrulizade Mehmet Çelebi’den ders almaya kalkmış, bir gün birlikte ebru yaparlarken, Ebrulizade, padişahın kaftanına boya sıçratmış, fena halde gazaba gelen padişah “bre densiz, bre çulsuz, bu samur kürk kaç para bilir misin, senden on tanesini satsam bir kürk alamam” diye kükremiş ve zavallının diri diri derisini yüzdürmüştür. Kurutulan deriye ebru uygulanmış ve ibreti alem için mabeyn odası duvarına asılmıştır. Kurutulan deride her bir organ birtamamolduğundan haremde hoş lâtifelere ve gülüşmelere neden olmuştur. Ebrulizade Mehmet çelebi ilk ebru şehidimiz olarak kabul edilmektedir.

Sultan 6. Mehmet zamanında, haşmetli burnu nedeniyle kocaburun Mustafa diye anılan sarayın başebrucusu Lahorizade Mustafa Muslihiddin efendi de bu hastalığa yakalanmış, birgün burnunu ebru teknesine sokmuş ve boyalı suratıyla saray içinde dolaşmaya başlamıştır. Bunu işitince öfkeden deliye dönen padişah, bostancılarca yakalanıp huzuruna getirilen ebrucubaşına: “Bre densiz, bre nadan, bre karpuz kılıklı pezevenk (Mustafa efendi kırmızı mintan ve kırmızı çakşır üstüne yeşil cüppe giymekteydi.) sarayda burnu boyalı dolaşmak ne işdür?” diye kükremiş, bostancılara; "tiz urun kellesün!”  diye ferman eylemiştir. Saray çevrelerince çok sevilen Lahorizade’ye vezirler şefaatçi olmuş, padişah da onun sadece burnunu kestirmekle yetinmiştir. Ebrucubaşı bu olaydan sonra “Burunsuz Mustafa” diye çağrılmaya başlanmıştır.

LAHOR SAPKINLIĞI

Bilindiği üzere, Lahor boyası koyu lacivert renkte, nadir bulunan, oldukça pahalı, değişik, güzel bir boyadır. Lahor sapkınlığının ebru hastalığı içinde özel bir yeri vardır. Hastalık, sürekli Lahor boyasıyla ebru yapma, boyayı çok bol ve hor kullanma belirtileriyle ortaya çıkar. Hatta bunlardan bazılarının, barsak solucanlarını döktüğü inancıylagizli gizli Lahor boyasını içtikleri bile görülmüştür. Bu durum, yüzleri ve dudakları morarmaya başladığı zaman ortaya çıkar. Yüzdeki bu morarma, başka bir hastalık nedeniyle gittikleri doktorlar tarafından, dolaşım yetmezliğine bağlı oksijen yetersizliği olarak değerlendirilip yanlış tedaviler uygulanmasına sebep olmuştur. Ülkemizin tanınmış ebruzen ve güzide hekimlerinden biri olan Göğüs hastalıkları uzmanı Dr. Gürsel Ersoy, yaptığı sürekli yayınlarla konuyu aydınlatmış ve süregelen yanlış tedavilerin önüne geçebilmiştir. Bu çalışmalarıyla adını Ebru ve Tıp tarihine altın harflerle yazdırmıştır. Bazı harfler silik çıkmış olsa bile yine de okunabilmektedir. Bazı harflerin silik çıkmasının, aşırı yükselen fiyatlar nedeniyle yeterli altın temin edilememesinden kaynaklandığı saptanmıştır.

Ebru dünyasını meşgul eden önemli konulardan biri de Lahor adının kökenidir. Bazıları Pakistan’ın Lahor kentinde üretildiği için bu adı aldığını ileri sürmüşse de bunun doğru olmadığı, o bölgede böyle bir üretim olmadığı kısa sürede anlaşılmıştır. Bir rivayete göre; 1856 yılının mayıs ayında İstanbul’da, Fatih semti Horhor mahallesindeki Horhor çeşmesinin suyu lacivert renkte akmaya başlamış, bu ilginç olguyu gören büyük türk dostu  Pierre Loti, Fransızca isimlerin başında article bulunduğu için bu renge “Horhor” adından galat “La Hor” adını vermiştir. Ancak yapılan ciddi araştırmalar, bunun bir tevatürden ibaret olduğunu ve Pierre Loti’nin o semtin semtine bile uğramadığını ortaya çıkarmıştır.

Yüzyılımızda yapılan araştırmalar, 1856 yılı Mayıs ayındaki aşırı yağışlarla genişleyen yeraltı su kaynaklarının; krom, kadmiyum, bor gibi maden yataklarına ulaştığını, eriyen maden tuzları karışımının Horhor çeşmesinden akan suyu boyadığını göstermiştir. Araştırmalar; Şifalıdır diye son derecede zehirli olan bu suyu içen ahaliden bir kısmının ağır şekilde hastalandığını, bir kısmının tahtalı köyü boyladığını, bir kısmının sakat kaldığını, ancak halkın; bunların, suyu besmelesiz içtikleri için yarar görmedikleri inancında olduğunu ortaya  çıkarmıştır. Sonunda, konuyu derinliğine araştırmak için kurulan ; filolog, zoolog, vantrolog, paleonteolog, arkeolog ve ornitologlardan oluşan bilimsel bir kurulyıllar süren çalışmalardan sonra gerçeği ortaya çıkarmıştır: Bilindiği üzere Arapça "la" kelimesi,"hayır, olmaz, yasak" anlamına gelmektedir. Lahor boyası pahalı ve nadir bulunan bir boya olduğundan,Lahor; “hor kullanması yasak” olarak anlaşılmalıdır. Bu bağlamda; Ladin; dinsiz, Lakin;kinsiz, Lakap; kapsız, Latin; tinsiz yani ruhsuz, Lahit; hitsiz, Lazım; zımsız, Lacivert; civertsiz, Lakırdı; kırdısız, Lanet: netsiz yani bulanık, Lavanta : avantasız, Lazer; zersiz, yani altınsız, Lafonten:fontensiz yani çeşmesiz, Lahana: hanasız, Lagün:günsüz, yani karanlık, Laik; iksiz, Latife; tifesiz, Lamine; minesiz, Lapa; pasız yani ayaksız, Laborant; borantsız, Labirent: birentsiz, Lapis; pissiz, yani temiz, Lapislazuli; temiz lazuli,   Lavabo;  vabosuz,  Laminat;  minatsız,  Larus;  russuz, Lahavle; havlesiz, Laz; la az yani çok, Lam; m’siz, yani abazan, Lav; la av,yani av yok anlamlarına gelmektedir. Tevazu sahibi biri olmakla birlikte, bu araştırmayı yapan ekibi başında bendinizin bulunduğunu açıklamak zorundayım. Tevazu sahibi olmamın da 7816 olumlu özelliğimden yalnızca bir tanesi olduğunu burada belirtmekte yarar görüyorum. Saygılarımla.

Ebruzen Dr. Gürsel Ersoy                                                      

Not: Mütevazı olmam nedeniyle olumlu özelliklerimden çoğunu yukarıdaki sayıya dahil etmedim. Ancak eserin bundan sonraki  basılarında bu sayıda artış görülürse  mazur görüleceğimi umarım. Sevgilerimle…