Bir olay-adam durumuna gelen ve vukuatları bitmeyen AKP’li saray rejiminin eski ve ünlü İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Ebabil” adını verdiği 8 bin troll’u beslediği ve bunları kullandığı ortaya çıkmıştı 2023 yılının Ocak ayında.
Böyle olunca, “ebabil” nedir soruları sorulmaya başlandı ve anlatıldı uzmanlarınca, Kur’an’a ve Fil Suresi’ne dayalı olarak. Ama kimse farklı bir anlatım ve yorumda bulunamadı, hep birbirinin tekrarı anlatımlardı bunlar.
Geliniz şimdi biz bir akademisyen ilahiyatçının kaleminden Fil Suresi hakkında farklı bir yorum okuyalım:
“Kaynaklardaki aktarımlara göre olay özetle şu şekildedir: Habeşistanlıların işgal ettiği Yemen’de görevli Habeş valisi Ebrehe, burada Hıristiyanlığı yaymaya çalışırken, bu dini Orta Arabistan’a da yaymak, müttefiki olan Bizans’ın düşmanı olan Sasanileri güneyden kuşatmak ve büyük bir turizm ve ticaret gelirine sahip olan Mekke’yi ele geçirip buraya gelen insanları güneye yönlendirmek amacıyla Yemen’de büyük bir kilise inşa eder. İnsanları kiliseye çekebilmek için de kilisenin yapımında çok değerli malzemeler kullanmayı ihmal etmez. Kilise yapılınca Arapları Kâbe’yi bırakıp bu kiliseye ibadete davet eder. Ancak Araplar açısından Kâbe’nin değeri çok büyük olduğundan bu çağrıya kulak vermezler, hatta kiliseyi tahkir amacıyla bazı girişimlerde bulunurlar.
Bunun üzerine Ebrehe fillerle desteklenen yaklaşık 60 bin kişilik ordusu ile Kâbe’yi yıkmak üzere Mekke’ye doğru hareket eder. Ordu, Mekke yakınlarında bir vadide Kuran’da isimleri ‘Ebabil Kuşları’ olarak bahsedilen kuşların attığı taşlarla helak edilir. Ordunun bir kısmı Ebrehe ile beraber Yemen’e döner ve Ebrehe Yemen’de ölür. Onun yakalandığı hastalıktan ötürü kuş kadar küçüldüğü, göğsünün yarılıp su ve irin topladığı, yarasından kan sızdığı, etlerinin döküldüğü aktarılır. Gelen rivayetlerde birçok çelişkiler ve abartılar mevcutsa da, biz bir kaçına değinip geçmek istiyoruz. Bu bağlamda kuşların, filin hortumu gibi hortumlarının bulunduğu, ayak uzuvlarının köpek eli gibi olduğu, atılan taşların en küçüğünün insan kafası kadar, en büyüğünün deve kafası kadar olduğu her attıklarını isabet ettirip mutlak surette öldürdükleri belirtilir.
İslam tarihçilerinin bu şekilde anlattığı olayı müfessirler de genel olarak toptan bir helak ve Kâbe’yi Allah’ın koruması çerçevesinde anlatırlar ve bu olaydan Allah’ın gönderdiği bir azap olarak bahsetmek suretiyle meseleyi izah ederler. Bu konudaki görüşler genel olarak bilindiğinden ve genelde aynı şekilde tekraren anlatıldığından dolayı, bu görüş sahiplerinin izahlarının hepsini burada tekrarlamayı gerekli görmüyoruz.
Fil Suresi: Fil Olayı’nı ve bu olayı anlatan Fil Suresi’ni anlamak için değişik çabalar olmuştur. Hz. Peygamber’in bu kadar önemli bir konuda bir iki ima dışında önemli bir açıklama ve yorumunun olmaması da dikkat çekicidir. Hz. Peygamber’in hayatını anlatan gerek klasik gerek modern bazı çalışmalarda da bu konuya ya hiç değinilmemesi veya sadece ilgili surenin mealinin aktarımı dışında yorumlarda bulunulmaması da dikkate değer bir durumdur ve meselenin zihinlerde aslında tam olarak halledilemediğinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Bu anlamda meseleyi anlama çabasına giren bir kısım müfessirlerse, meydana gelen olayın toptan bir helak olmadığını belirtip Ebrehe ordusunun salgın bir hastalıkla kırılıp yok olduğundan bahsederler ve delil olarak da İslam tarihlerinde o sene ilk defa Mekke’de görülen çiçek hastalığı ve lekeli humma gibi salgın hastalıklardan bahseden rivayetleri ve bu rivayetleri destekleyen, tabiinden İkrime gibi bazı bilginlerin: ‘kime bir taş isabet ettiyse onu çiçek hastası yaptı. Bu ortaya çıkan ilk çiçek hastalığıdır.’ şeklindeki sözlerini aktarırlar. Bunun sonucu olarak Fil Ordusu’nun salgın bir tifüs gibi hastalıkla yok olduğunu belirtirler. Bu bağlamda Ebabil’in de bir kuş türü değil, ‘kuşlar’ anlamında olduğunu belirtip meseleyi insandan insana uçuşan hastalık taşıyan sinek ve mikroplar veya rüzgârlar aracılığıyla yayılan hastalıklar olduğu şeklinde izah ederler.
Yine Kur'ân'da nekre (belirsizlik ifade eden) olarak geçen ‘tayren’ kelimesinin bu kuşların sivrisinek ve karasinek cinsinden olduğunu, bu sineklerin birtakım bulaşıcı, öldürücü hastalık doğuran mikrop ve parazitler taşıdığını ve Ebrehe Ordusu’na bu mikropları bulaştırdıklarını; çok geçmeden ordunun bu bulaşıcı, öldürücü mikropların tesiriyle helak olduğu yorumunu yaparlar. Kuran’daki bazı tabirler de bu görüşü destekler niteliktedir. İlgili surenin son ayetindeki ‘yenmiş ekinler’ tabirinin kullanılıp, mesela ‘delik deşik oldular’ gibi bir tabir kullanılmaması, burada yok olan ordunun taşların darbeleriyle yok olmaktan öte, vücudu yiyip bitiren kurtçuklar gibi mikroplarla yendiğini gösteren verilerden sayılabilir.
Bu konu üzerinde çalışan kimi araştırmacılar ise, burada önce volkanik bir patlamanın arkasından bunun sonucu olarak oluşan yanık ve deri hastalıkları sonucu helakin gerçekleştiğini savunan görüşler sunmuşlardır. Bazı araştırmacılarsa bu ayetteki ‘termî-him-atıyorlar’ ifadesindeki failin, ‘elem tera-gördünüz mü?’ ifadesindeki muhatap alınan Mekke Ehli ve diğer Araplar olduğunu, yani
Arapların Ebrehe Ordusu’na taş attıklarını söylemişlerdir. Kuşlar hakkında ise, onların taş atmadıklarını, aslında Ashab-ı Fil'in cesetlerini yemek için geldiklerini belirtmişlerdir.
Rivayet içindeki bir kısım işaret ve nüanslara dikkat edilerek bakılırsa, ordunun kuşların helakiyle değil, yayılan bir hastalık sonucu helak olduğu şeklindeki görüşün daha doğru ve tutarlı olduğuna dair veriler bulunabilecektir.
Örnek verecek olursak; rivayetlere göre kuşların attığı taşlar, askerlerin tepesinden girip alt tarafından çıkıyor ve askerleri yere gömüyordu. Askerleri vuran bu taşlar isabet ettiği yeri deliyor, kemiğe isabet edince çatlatıyor ve organları düşürüyordu. Rivayetler de o taşlardan hiç kimsenin kurtulamadığı, ayrıca daha da ötesi atılan her taşın üzerine, hangi askeri vuracağı ve kime ait olduğunun da yazıldığı belirtilir. Bu verilere göre yukarıda aktardığımız, taşların aşırı büyüklüklerini anlatan ifadeleri bir kenara bıraksak bile, genel olarak nohut büyüklüğünde olduğu belirtilen taşların, askerlere isabet etmesiyle bir mermi gibi insanı baştan sona delmesi ve o askerin kısa sürede ölmesi gerekirdi. Ancak rivayetlerde gelen bilgilere göre; başta ilk helak olması gereken Ebrehe ve veziri gibi önde gelenler olmak üzere böyle bir ölüm durumu yoktur. Hatta hem Ebrehe’ye hem vezirine bu taşlardan da isabet ettiği halde onlar, aylarca süren bir yolculukla tekrar Yemen’e kadar dönebilmişlerdir. Taşların bunlara isabet etmediğini farz etsek bile, Ebrehe’nin Yemen’deki durumu ve vücudunun dökülüp kanlar sızarak ölmesi, onların taşlarla ve toplu bir şekilde helakinin mümkün olmadığının en önemli göstergesidir. Ayrıca atılan taşlar Yemen’e geri dönenlere isabet etmediyse bunların ölmemeleri gerekirdi. Yok, bu taşlar eğer bu geri dönenlere isabet ettiyse, zaten orada ölmeleri gerekirdi. Bu taşların vurması sonucu, Yemen’de ölmelerinin anlamı olmazdı. Çünkü bu durum, taşların nasıl vurduğu konusunda yukarıda aktardığımız rivayetlere terstir. Rivayetlerin genelinden, Ebrehe’nin Mekke’de hastalandığı ve bu hastalıktan dolayı Yemen’de öldüğü anlaşılmaktadır. Bu da ordunun salgın hastalıkla helak olduğu tezini destekleyen en önemli delillerden biridir. Ayrıca bu ordudan arta kalan bazı askerlerin İslam geldiği dönemde Mekke’de yaşıyor olması da bu ordunun toplu bir helakle karşılaşmadığı, ancak orduda yayılan bir hastalıkla bir kısmının orada öldüğü, bir kısmının Yemen’e döndüğü, bir kısmının da Mekkelilere sığındığı şeklindeki bir anlayışın doğruluğunu destekler niteliktedir.
Hz. Aişe’den şöyle rivayet edilmiştir: ‘Ben, filin komutanını ve bakıcısını, körkötürüm olmuş, dilenir oldukları bir vaziyette Mekke’de gördüm...’
Allah’ın Tarihsel Müdahalesi Meselesi
Meseleye bu veriler ışığında bakılınca ayetlerin bu şekilde yorumlanması mümkündür. Ayrıca biz meseleyi bir de Allah’ın tarihsel müdahalesi açısından sorgulamak istiyoruz. Bu olay genelde Allah’ın Kâbe’yi korumak için Ebrehe ve ordusuna verdiği ceza olarak algılanmıştır. Tarihçi ve tefsircilerimiz olayı anlatırlarken helak sebebi olarak Kâbe’nin korunması ve Allah’ın buna izin vermeyeceği şeklinde sebepler bildirirler. Bu anlatım tarzı da genelde çok kabul gören neredeyse istisnası bile olmadığını söyleyebileceğimiz bir görüş tarzıdır. Ancak buna rağmen problemli bir iddiadır. Çünkü meseleyi bu temelden kabul ettiğimizde aşağıda sunacağımız bazı tarihi olayları izah etmek çok müşkül olacaktır.
Şimdi öncelikle bu olayları sunalım, sonra meseleyi bu bağlamda tekrar düşünmeye çalışalım:
1- İslam’dan önce Yemen hükümdarlarından bazıları Kâbe’yi yıkmak için girişimde bulunmuşlar, bir kısmını Mekke’ye hâkim olan Huzalılar, bu uğurda savaşarak Kabe’nin yıkılmasını önlemişlerdir ve o dönemde Fil Olayı’nda anlatıldığı şekilde böyle bir ilahî müdahale olmamıştır.
2- Emevi halifesi Yezit’in gönderdiği ordu 64/684 yılında Mekke’yi kuşatmış Mekke’yi savunan Abdullah b. Zübeyr’i ele geçirmek için kurdukları mancınıklarla Kâbe’yi taşlayıp ateşe verip yakmışlardır. Dahası bu mancınıklarla Kâbe’yi döverlerken ve attıkları ateşlerle Kâbe’yi yakarken şu şiiri okumuşlardır: ”Ağzı köpük saçan deve gibi atıyor, onunla mescidin direklerini vuruyoruz.”
Bu olayda Kâbe’nin yakılıp yıkılması üzerine Mekke hâkimi İbn Zübeyr, Kâbe’yi tekrar inşa etmek zorunda kalmıştı.
3- Emevi halifesi Abdülmelik’in gönderdiği Haccac komutasındaki ordu, 73/693 yılında yine Mekke’yi savunan Abdullah b. Zübeyr’i oradan çıkarmak için Kabe’ye karşı etraftaki tepelere ve Kabe’ye hâkim bir dağ olan Ebû Kubeys dağına kurduğu mancınıklarla Kabe’ye taş yağdırmıştır. Hac dönemi olduğu için mancınıklardan atılan taşlar sebebiyle hacıların ölmesi üzerine sahabeden Abdullah b. Ömer’in telkini ve ricasıyla Haccac, hac döneminde bu yıkımı durdurmuş, hac dönemi bitince İbn Zübeyr’i öldürünceye kadar bu fiiliyatına devam etmiştir. Hatta askerleri teşvik için ilk taşı mancınıkla kendisi atmıştır. Ancak son iki olayda da Ebrehe’nin ordusuna gönderilen cezanın yine gelebileceği gerek askerler gerekse de o dönemdeki sahabe arasında gündeme gelmemişti.
Anlaşılan mesele böyle anlaşılmıyordu.
4- İslam dışı heretik(sapkın) gruplardan sayılan Karmatilerin lideri Ebû Tahir, 318/930 da kimseye hissettirmeden adamlarıyla gizlice Mekke’ye gitti, Terviye günü ortaya çıkarak Kâbe’nin etrafındaki herkesi katletti, mallarını gasp etti, bu katliamdan Kâbe’nin örtüsüne sığınanlar bile kurtulamadı. Kâbe’nin örtüsünü çıkararak parçalattı, Haceru’l-Esved’i yerinden söktürttü ve Hecer’e götürdü. Mekke emirini ve hacıları öldürüp kimilerini Zemzem Kuyusu’na kimilerini de Harem’in avlusuna gömdürttü. Haceru’l-Esved yirmi iki yıl kadar Karmatîlerin elinde kaldı. Daha sonra Fatimîlerin girişimiyle 339/950'de yerine götürüldü. Kabe’den gasp ettikleri diğer şeyler ise yanlarında kaldı.
Adamları: ‘Nerede ebabil kuşları, Nerede çamurdan taşlar. Hani Kâbe emin olacaktı? Tanrınız göktedir. Yeryüzüne ev yapmaz. Hadi onun evini yağma edin ve yıkın’ diyorlardı. Sonra Mekke’li kadın ve çocukları esir ve köle ettiler. Ebû Tahir Ahsa’ya gelince daha da ileri giderek, Tevrat, İncil ve Kuran’ı sokağa fırlatıp üstlerini kirletmiş ve: ‘İnsanları üç kişi serseme çevirmiştir. Çoban (Musa), Tabip (İsa), ve Deveci (Muhammet). Kinim diğerlerinden daha hilekâr, daha üçkâğıtçı ve daha göz bağcı olan deveciyedir.’ demişti.
5- Mekke’yi koruyan Osmanlı askerlerine karşı 1081/1670 tarihinde, binlerce askerleriyle saldıran ve hac yapmak isteyen hacı başına yüz altın haraç kesen şerifler, Ebû Kubeys dağı üzerinden hacılara kurşun yağdırmışlardı. Bu saldırıda 200 hacı ölmüş, 700'ü de yaralanmıştı. Harem-i Şerif, hacıların naaşlarıyla dolmuştu. Bütün hacıların ve askerlerin eşyası yağma edilmişti.
Bu verdiğimiz beş örnek çerçevesinde şu sorulara cevap verilmelidir. Ebrehe’ye karşı Kâbe’yi korumak için kuşlar gönderen Allah, Kâbe’yi yakıp yıkan ve: ‘Nerede Ebabil kuşları’ diye bağıran bu ordulara karşı neden bir şey yapmamıştır? Aslında Ebrehe ve ordusu bu ordular ile karşılaştırılırsa Kâbe’ye henüz hiçbir şey yapmamışlardı. Özellikle iki, üç, dördüncü örnekte verdiğimiz ordular ise Kâbe’yi bizzat yakıp yıkmış, dördüncüsü ayrıca Allah’a meydan okumuş, ancak helak olmamışlardır. Eğer mesele Kâbe’yi korumak ise, aynı sebepler daha ileri seviyede gerçekleşmiş ve en azından aynı cezanın bunlara da gelmesi gerekmektedir. Eğer Allah, Kâbe’nin yıkılmasını önlemek için böyle ilahî müdahalede bulunuyorsa, başka dönemlerde de müdahale etmesi gerekmez miydi? Bir dönem yıkılmasına izin vermezken, başka dönemler neden izin vermiştir? Niye Yezit’in ordusuna, Haccac’a ve Karmatilere karşı ilahî bir müdahale gelmemiştir? Sünnetullahın icrası gereği bunlara da gelmesi gerekmez miydi?
Bir yerde, bir tarih diliminde uygulanan bir cezanın diğer bir tarih diliminde uygulanmaması bu meselenin anlatıldığı şekilde olmadığı hakkındaki şüpheleri artıracak niteliktedir ve bu sorular, İslam tarihi boyunca da cevaplandırılamamıştır.” (1)
1) Doç. Dr. Mehmet Azimli - Hikmet Yurdu Yıl:1, S.2, (Temmuz-Aralık / 2008) ss. 37-47 http://dergipark.ulakbim.gov.tr/hikmetyurdu/article/viewFile/1032000258/1032000435