Bayburt Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr.Hasan Aktaş’ın “Hayalet Oğuz”a değgin araştırması, kitap olarak çıktı Yort Savul Yayınları arasından. Kitabın tam adı “Türk Edebiyatında Gölgesi Bedeninden Büyük Kelebek Vizeli Mülkiyetsiz Bir Anarşist”… Bu imge ve simgeler dolu kitap adı, birçok çağrışımlar yapacaktır kafanızda. Ancak elbette yetmeyecek, çağrışımlarla birlikte merak da uyandıracaktır. Dr. Hasan Aktaş’tan bu kitabını istedim, geldi ve ilgiyle okudum. Hasan Hoca’nın imza ve adama yazısını da paylaşmam gerek, çünkü o ifade de Hayalet Oğuz portresinin netleşmesine yardımcı olacaktır: “Üstad Cazim Gürbüz’e tek mülkiyeti bir sözlük olan Hayalet Oğuz, belki de şebnemim gözbebeğinde açan muhayyel bir çiçektir!..”
“Tek mülkiyeti sözlük”… Neden? Çünkü Hayalet Oğuz bir çevirmen öncelikle, çok sayıda edebi ve bilimsel yapıtı dilimize çevirmiş.
Peki neden o sözlükten başka mülkiyeti yokmuş, olmamış… Çünkü istememiş, reddetmiş, yazarın deyimiyle evi bile kaplumbağa gibi sırtında, birçok dost ve arkadaş evini mekân tutmuş, iş hanlarında kalmış.
Önsözünde kitabın Dr. Hasan Aktaş’ın ilginç tümceleri var, bakın neler diyor: “Ben hayatta yaşamadığım bir şeyi yazmadım. Hayalet Oğuz da benim yaşadıklarımdır. Kısmen ben de biraz Hayalet Oğuz ve Hayalet Yazar sayılırım. Oğuz’u bir şekilde kendimde buldum ve ben de bir Oğuz sayılırım. Belki de Oğuz biraz bendim. Kaderin bize Hayalet Oğuz’u yazdırmasındaki hikmet kim bilir belki de budur. İşin aslında mastarında Oğuz, asla yazılacak bir karakter değildir. O yaşanılacak bir karakterdir.”
“O bir anti karakter olarak bizim hayatımızda vardı ama yoktu” saptaması var yazarın. Bu saptama nedensiz değil, çünkü Hayalet Oğuz, hiçbir yerli değilim, hiçbir kimseyim duruşunda imiş, bir kimlik belgesi bile yokmuş. Ama onun da bir aslı nesli var. Asıl adı Oğuz Haluk Alplaçin, Diyarbakırlı feodal bir aileden geliyor, 15 yaşına dek bir ailesi oluyor, sorunlu bir aile, anne baba faşizmi var, ona isyan ediyor. Ve ver elini İstanbul, sonra bohem, serseri, aldırışsız, protest bir yaşam.
Yazar, Hayalet Oğuz’un romantizmi ve imajını üç sözcükle özetliyor: Marjinal-Aykırı, Entelektüel.
Öyküler, şiirler, araştırma inceleme yapıtları da yazmış, bunlar kitap halinde yayımlanmış da. Ve bir de roman yazmış, adı: “Rock’n Roll”… Dr. Hasan Aktaş, bunların tamamını aramış, bulmuş ve hepsinin bilgilerini bu kitaba almış. Hayalet Oğuz, usta bir gülmece yazarı da… Birçok ünlü gülmece dergisinde ünlü imzalarla yan yana imzası yer almış. Ve bir dolu film senaryosu yazmış. O filmlerin neredeyse hiçbirini gidip görmemiş.
Ve mülkiyetsizliği… Kitabı bile mülk edinmemiş… “Mülkiyetsiz yaşadı, mülkiyetsiz öldü.” Diyor Hasan Aktaş Hoca, Şeyh Bedrettin’i andırdığını söylüyor ve benim çok önemsediğim şu tümceleri kuruyor: “Bilimkurgu ve fantezi edebiyatın Amerikalı yazarlarından Ursula K. Le Guin’in ‘Mülksüzler’ romanında ütopik olarak kurguladığı Anarres denilen ülkede konuşulan Pravca dilinde iyelik eki yoktur. Hayalet Oğuz da işte böyle hâl diliyle, yani ilmihali ile iyelik eki olmayan bir gramer ve ona bağlı olarak Şeyh Bedrettin gibi mülkiyetsiz bir toplum arzuluyordu. Çünkü dilde başlayan iyelik eki hayatta devam eder. Öyle bir toplum ki, insanların birbirini öldürecek bir kutsal davaları yok, hiç kimsenin çalınacak bir şeyi yok. Cemiyette yerleşik iyelik dili ve söylemi ile ona bağlı olarak mülkiyet olmadığı için hiç kimsenin hiçbir şeyi yok ama herkesin her şeyi vardır. Böyle ideal bir toplumda dilencilik müessesi yoktur. Hayalet Oğuz gerçekleşmeyeceğini bile bile bilinçaltında böyle bir toplumun rüyasıyla ömrünü geçirdi. Hakikat şu ki, Hayalet Oğuz, içinde yaşamakta olduğu topluma kendini adamış sessiz bir ağıttı, ama herkesler onu topluma sunulmuş bir kaside sandı.”
Bir önemli belirlemesi daha var Dr. Hasan Aktaş’ın: “Mahir Çayan’la Hayalet Oğuz’un temel sorunları mülkiyetti…”
Hayalet Oğuz’un birçok sanatçı, filmci, yayıncı, şair ve yazarla yolu kesişmiş, onların yapıtlarında yer almış. Bunların başında Tezer Özlü, Ahmet Oktay, Fethi Naci, Metin Eloğlu, Ece Ayhan, Orhan Duru, Edip Cansever, Can Yücel geliyor… Ve ona “Hayalet” sıfatını takan da felsefeci Selahattin Hilav. Ve bir filmci dostu var ki o da çok ilginç, ünlü Yahudi düşmanı yazar Cevat Rifat Atilhan’ın oğlu senarist ve sinema oyuncusu Bülent Oran.
Ve “Red Kit”in isim babası da Hayalet Oğuz.
Dr. Hasan Aktaş diyor ki kitabın sonlarında: “İslamcılar, Yunus Emre ekolüne bağlı Hayalet Oğuz gibi bir melamî yetiştiremediler. Statüko ve kalıplar içinde maalesef insan yetişmiyor. Yetişenler de bir şekilde bir sisteme entegre olarak köleleşiyorlar. Oğuz köleliği reddetti ve birey gibi birey olmada da adeta öncesi ve sonrası olmayan bir prototip oldu. Hayalet Oğuz’da dünya içre dünyalar vardır. Hayalet Oğuz, yalan dünyayı yalan gibi yaşadı ve şimdi alan oldu. Gerçek idi ama yalan oldu. Elbette ki adı hiç anılmayan yalandır. Biz bu eserimizde yalan içinde hakikati bulduk.”
Bu sözlerin üstüne artık söz denmez, bu kitabı mutlaka okuyun demekten gayrı…
“Tek mülkiyeti sözlük”… Neden? Çünkü Hayalet Oğuz bir çevirmen öncelikle, çok sayıda edebi ve bilimsel yapıtı dilimize çevirmiş.
Peki neden o sözlükten başka mülkiyeti yokmuş, olmamış… Çünkü istememiş, reddetmiş, yazarın deyimiyle evi bile kaplumbağa gibi sırtında, birçok dost ve arkadaş evini mekân tutmuş, iş hanlarında kalmış.
Önsözünde kitabın Dr. Hasan Aktaş’ın ilginç tümceleri var, bakın neler diyor: “Ben hayatta yaşamadığım bir şeyi yazmadım. Hayalet Oğuz da benim yaşadıklarımdır. Kısmen ben de biraz Hayalet Oğuz ve Hayalet Yazar sayılırım. Oğuz’u bir şekilde kendimde buldum ve ben de bir Oğuz sayılırım. Belki de Oğuz biraz bendim. Kaderin bize Hayalet Oğuz’u yazdırmasındaki hikmet kim bilir belki de budur. İşin aslında mastarında Oğuz, asla yazılacak bir karakter değildir. O yaşanılacak bir karakterdir.”
“O bir anti karakter olarak bizim hayatımızda vardı ama yoktu” saptaması var yazarın. Bu saptama nedensiz değil, çünkü Hayalet Oğuz, hiçbir yerli değilim, hiçbir kimseyim duruşunda imiş, bir kimlik belgesi bile yokmuş. Ama onun da bir aslı nesli var. Asıl adı Oğuz Haluk Alplaçin, Diyarbakırlı feodal bir aileden geliyor, 15 yaşına dek bir ailesi oluyor, sorunlu bir aile, anne baba faşizmi var, ona isyan ediyor. Ve ver elini İstanbul, sonra bohem, serseri, aldırışsız, protest bir yaşam.
Yazar, Hayalet Oğuz’un romantizmi ve imajını üç sözcükle özetliyor: Marjinal-Aykırı, Entelektüel.
Öyküler, şiirler, araştırma inceleme yapıtları da yazmış, bunlar kitap halinde yayımlanmış da. Ve bir de roman yazmış, adı: “Rock’n Roll”… Dr. Hasan Aktaş, bunların tamamını aramış, bulmuş ve hepsinin bilgilerini bu kitaba almış. Hayalet Oğuz, usta bir gülmece yazarı da… Birçok ünlü gülmece dergisinde ünlü imzalarla yan yana imzası yer almış. Ve bir dolu film senaryosu yazmış. O filmlerin neredeyse hiçbirini gidip görmemiş.
Ve mülkiyetsizliği… Kitabı bile mülk edinmemiş… “Mülkiyetsiz yaşadı, mülkiyetsiz öldü.” Diyor Hasan Aktaş Hoca, Şeyh Bedrettin’i andırdığını söylüyor ve benim çok önemsediğim şu tümceleri kuruyor: “Bilimkurgu ve fantezi edebiyatın Amerikalı yazarlarından Ursula K. Le Guin’in ‘Mülksüzler’ romanında ütopik olarak kurguladığı Anarres denilen ülkede konuşulan Pravca dilinde iyelik eki yoktur. Hayalet Oğuz da işte böyle hâl diliyle, yani ilmihali ile iyelik eki olmayan bir gramer ve ona bağlı olarak Şeyh Bedrettin gibi mülkiyetsiz bir toplum arzuluyordu. Çünkü dilde başlayan iyelik eki hayatta devam eder. Öyle bir toplum ki, insanların birbirini öldürecek bir kutsal davaları yok, hiç kimsenin çalınacak bir şeyi yok. Cemiyette yerleşik iyelik dili ve söylemi ile ona bağlı olarak mülkiyet olmadığı için hiç kimsenin hiçbir şeyi yok ama herkesin her şeyi vardır. Böyle ideal bir toplumda dilencilik müessesi yoktur. Hayalet Oğuz gerçekleşmeyeceğini bile bile bilinçaltında böyle bir toplumun rüyasıyla ömrünü geçirdi. Hakikat şu ki, Hayalet Oğuz, içinde yaşamakta olduğu topluma kendini adamış sessiz bir ağıttı, ama herkesler onu topluma sunulmuş bir kaside sandı.”
Bir önemli belirlemesi daha var Dr. Hasan Aktaş’ın: “Mahir Çayan’la Hayalet Oğuz’un temel sorunları mülkiyetti…”
Hayalet Oğuz’un birçok sanatçı, filmci, yayıncı, şair ve yazarla yolu kesişmiş, onların yapıtlarında yer almış. Bunların başında Tezer Özlü, Ahmet Oktay, Fethi Naci, Metin Eloğlu, Ece Ayhan, Orhan Duru, Edip Cansever, Can Yücel geliyor… Ve ona “Hayalet” sıfatını takan da felsefeci Selahattin Hilav. Ve bir filmci dostu var ki o da çok ilginç, ünlü Yahudi düşmanı yazar Cevat Rifat Atilhan’ın oğlu senarist ve sinema oyuncusu Bülent Oran.
Ve “Red Kit”in isim babası da Hayalet Oğuz.
Dr. Hasan Aktaş diyor ki kitabın sonlarında: “İslamcılar, Yunus Emre ekolüne bağlı Hayalet Oğuz gibi bir melamî yetiştiremediler. Statüko ve kalıplar içinde maalesef insan yetişmiyor. Yetişenler de bir şekilde bir sisteme entegre olarak köleleşiyorlar. Oğuz köleliği reddetti ve birey gibi birey olmada da adeta öncesi ve sonrası olmayan bir prototip oldu. Hayalet Oğuz’da dünya içre dünyalar vardır. Hayalet Oğuz, yalan dünyayı yalan gibi yaşadı ve şimdi alan oldu. Gerçek idi ama yalan oldu. Elbette ki adı hiç anılmayan yalandır. Biz bu eserimizde yalan içinde hakikati bulduk.”
Bu sözlerin üstüne artık söz denmez, bu kitabı mutlaka okuyun demekten gayrı…