Geçen hafta yaşanan tartışmalar en büyük eksiğimizin şu üç doğruya ulaşamamamız olduğunu bir kere daha gösterdi: “Doğru dil, doğru tarih, doğru din.” Evet... Dilimizi doğru bilmiyoruz. Onun kelimelerini tanımıyoruz. Kelimeleri şuursuzca atıyor, yerine uyduruklarını alıyoruz. Söyleneni anlayan, doğru kavrayan o kadar az insan var ki, kelimeler kulaklarından beyne gitmiyor, dillerine ulaşıyor.

Geçen hafta yaşanan tartışmalar en büyük eksiğimizin şu üç doğruya ulaşamamamız olduğunu bir kere daha gösterdi: “Doğru dil, doğru tarih, doğru din.” Evet... Dilimizi doğru bilmiyoruz. Onun kelimelerini tanımıyoruz. Kelimeleri şuursuzca atıyor, yerine uyduruklarını alıyoruz. Söyleneni anlayan, doğru kavrayan o kadar az insan var ki, kelimeler kulaklarından beyne gitmiyor, dillerine ulaşıyor.

Toplumdaki kavgaların temelinde kendini anlatamamak, eskilerin tabiriyle -tervic-i meram edememek- var.

Tarih bilgimiz yetersiz, tarih kültürümüz gelişmemiştir. Bunun sonucu tarih şuurumuzun fukaralığıdır. Bu ülkenin aydınları hiç olmazsa Meşrutiyet’ten (1908) günümüze tarihimizi namuslu kalemlerden okuyup, düşünmedikçe bu ülkede tarih şuuru gelişmez.

Doğru din nedir? İslam dininin gelişindeki berraklıkla anlaşılması ve anlatılmasıdır. Kur-an, hadis asli kimlikleriyle ayakta dururken İslam’a girmiş hurafeleri temizlemek ve ilahi mesajı Velilerin idrakiyle anlamak bugün bir zaruret haline gelmiştir.

Bakınız; bu üç doğrunun yokluğu bize öylesine zaman kaybettiriyor ve öyle ağır faturalar ödetiyor ki...

TBMM Başkanlığı Sultan Abdülmecit’in 150. Ölüm yıldönümü vesilesiyle bir toplantı düzenlemiş. Davetiyelerin dağıtılması ile hemen savunanlar ve karşı çıkanlar diye iki grup zuhur etti ve birbirlerine salvo ateşine başladı. Ortalık karıştı. Sultan Abdülmecid 17 yaşında tahta çıktı. Babası  Sultan Mahmut devletin kurtuluşunu bazı kesin reformlara bağlamıştı. Bunların başında “yeniçerilerin kaldırılması” vardı. Reform projelerini tavizsiz uyguladı. Vefatı ile  oğlu Abdülmecit 17 yaşında tahta geçti.

Babasının izinden giden Abdülmecid, Dışişleri Bakanı Koca Reşit Paşa ile gizlice anlaşarak ve bilhassa muhafazakâr devlet erkânına rağmen, tanzimati ilan kararı vermiştir. Bu karar ile kendi mutlak yetkilerinin sınırlandırılmasını kabul etmiştir. Bu çok çetin bir dönemdir.

Kaptan-ı Derya Giritli Hain Ahmed Paşa Osmanlı donanmasını Mıısır’a kaçırmıştır. Nizip bozgunuyla ordu perişan olduktan sonra donanma da elden gitmiştir. Rum dönmesi Ahmed Fevzi’nin bu şerefsiz ihaneti Mısır Valisi Mehmet Ali’nin vaziyetini son derece takviye etmiştir.

Gülhane Hatt-ı Hümayûnû ile “Tanzimat-ı Hayriye”nin ilân töreni yapılmıştır. Değerli tarihçi İsmail Hami Danişmend şaheser denilmeye lâyık “İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi” nin IV. Cilt ve 123. sayfasından itibaren bu konuyu anlatır. Devletin çağın gerisinde kalan yönetim zihniyeti ve teşkilâtı, dış baskılar, içerideki buhranlar baştan ayağa bir yenileşme hareketini zaruri kılmıştır. Hiç şüphesiz devletin kazançları olmuştur. Ancak Tanzimat muhaliflerini yobazlıkla itham etmek doğru değildir. Haklı oldukları çok önemli konular vardır. Reşit Paşa ve arkadaşlarının en büyük hatası; İmparatorluğun temel taşı olabilecek hâkim bir millet ve hattâ ümmet esasını ihmâl etmeleri, belki de hiç düşünmemeleri olarak görülebilir. Sultan Abdülmecid 39 yaşında vefat etti.

Saltanat müddeti tam 21 sene 6 aydır. Zekâsı, zerafeti ve nezaketi, babasından devraldığı samimi yenilikçi tavrı ile önemli bir padişahtır. Koca Reşid, Âli ve Fuad Paşalar gibi zamanının en mümtaz devlet adamlarını kıymetini takdir ederek görevde tutmayı dikkatle takip etmiştir. Ne yazık ki babasının iradesinden mahrumdur.

Abdülmecid’in 22 seneye yakın saltanatı Kırım harbi dahil pek çok savaşla doludur. Tanzimat ve Islahat Fermanları çok yönlü tesirleri olan dev reform teşebbüsleridir. Ancak Tanzimatın; bizim gümrük politikalarımızı yıkan, sanayimizi öldüren Türk-İngiliz Ticaret Anlaşması’nın perdesi olduğu da artık görülmelidir.

Islahat Fermanı; Osmanlı Devleti’ni borçlandırarak temellerini sarsma girişiminin örtüsüdür. TBMM’nin düzenlediği toplantıda işin bu çok önemli yönü  ele alındı mı bilmiyoruz. Bunları yıllar önce “İsraf Ekonomisi” adlı kitabımda yazdım.

Evet… Tarih bilgimizin yetersizliğini  bu konudaki yazıları okurken, TV’deki konuşmaları dinlerken derinden yaşıyorum. Hele bazı kesimlerce konunun Atatürk’e çekilmesinden utanıyorum. Unutmasınlar ki Türk Tarih Kurumu’nu Atatürk kurdu.

Atatürk’ün kurduğu bu meclis, eğer gerçekten tarihe meraklıysa Türk Tarih Kurumu’nu ciddi kongreler toplamaya yönlendirmeli ve desteklemelidir.

Ayrıca, AB’nin durumu sağlıklı bir biçimde görülmeli, çözülmesi, çöküş süreci dikkatle izlenmelidir. Aksi halde gönüllü olarak enkaz altına gireriz. Hele hele AB ile uyum diye Türk askeri töresini kökten yıkacak “vicdani red”, “paralı askerlik”  gibi konular saçmalıktır.

Düzenlenen toplantının Avrupa’nın topraklarımıza yönelik geçmişteki ve günümüzdeki gerçek niyet ve politikalarını görmemiz açısından faydalı olmasını ve bu saçmalıkların bir an önce terk edilmesini temenni ediyorum.

Kurtuluşumuz “Doğru tarih, doğru dil, doğru din” gerçeğini hayata geçirmektir. Aksi yolda ısrar akıbeti meçhul felaketlere talip olmaktır.

Aralık 2011