İtalyan delegesi M. Montagna, İsmet Paşa’nın yanına gelerek “Sizi protesto ediyorum” der ama hiç beklemediği yanıtı alır:
-Bana bak Montagna, ben protesto bilmem! 
-Ne bilirsin?
-Böyle protesto ettin mi, dayanamam, 1 saat sonra muharebeye tutuşurum.
-Şimdi muharebeyi nerden çıkardın?
-Ben bütün ömrümde emir aldım, emir verdim, protestoymuş, cilveymiş, bilmem bunları.

Evet bilmiyordu onları, Türk tezini savunuyordu, Atatürk’ten talimat alıyordu yeni hareket tarzları için, o kadar.
Gururlu İngilizlerin ünlü siması Lord Curzon, İsmet Paşa’nın her dediğine karşı çıkıyordu, ona da tarihi bir hatırlatmada bulundu:

“Ben buraya Mondros’tan değil, Mudanya’dan geliyorum!”


Başka anılar da var elbet Lozan’dan. Daha işin başlangıcında, İsmet Paşa ve delegasyonumuza suikast yapılacağı ihbar edilir. Atatürk de uyarır, Çerkez Ethem’in oralarda olduğunu duymuştur. İsviçre yetkilileri ise Ermeni komitacılardan kuşkulanmaktadırlar, “Talat ve Cemal Paşa’nın akıbetine uğrayabilirsiniz, sizi koruyabilmemiz için, otomobilinizdeki şu Türk bayrağını indiriniz” derler. İşte Paşa’nın yanıtı:

-Türk bayrağı o otomobilden hiçbir zaman kaldırılamaz. Bin Türk delegesi de kurban edilse, bayrak kaldırılmaz, yerinde durur…

Ve bakın işte şunlar çok çok önemli, her Türk çocuğu bunları bilmeli, kulağına küpe etmeli:

Lord Curzon, kapitülasyonlar ve Osmanlı Borçları (Düyun-ı Umumiye) konularında anlaşmazlık doruğa çıkınca bir akşam yanında ABD temsilcisi Chaild varken İnönü’ye şunları söyler:

“Tüm dediklerimizi, makul ve haklı olduğuna bakmaksızın reddediyorsunuz. En nihayet şu kanaate vardık ki; ne reddediyorsanız hepsini cebimize atıyoruz. Memleketiniz haraptır, imar etmeyecek misiniz? Bunun için paraya ihtiyacınız olacak, parayı nereden bulacaksınız? Para bugün dünyada bir ben de var, bir de yanımdakinde. Unutmayın ne reddederseniz hepsi cebimdedir… Para kimsede yok, ancak biz verebiliriz… İhtiyaç sebebiyle yarın karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkarıp size göstereceğiz.”

Şu yanıtı alır Curzon, İsmet Paşa’dan:

-Çok emekle bu sonuca varmışızdır. Şartlarımız milletimize göre haklıdır. Bunları behemehal alacağız. Biz bunları alalım; siz şimdi verin, sonra gelirsek, istediğiniz yapın”

Ve görüşmelerin ilk raundu sonuçsuz kalıyor. İsmet Paşa “Memleketimi esarete mahkûm eden bir belgeye imza atmam” diyerek Türkiye’ye dönüyor. 

ABD temsilcisi, kayınbiraderine yazdığı mektupta İsmet Paşa’yı Napolyon’a benzetiyordu ve “Tarihin en büyük diplomatı” diyordu. Ve devam ediyordu sözlerine: “Hepimizi köşeye sıkıştırdı ve bunu aksini söyleyenlerin homurtularına bakmaksızın, dürüstçe ve hakkaniyetin gerektirdiği biçimde yaptı.”

“Lozan’ı bize zafer diye yutturdular” bunu diyen ABD’nin Büyük Orta Doğu projesinin eş başkanı olduğunu daha birkaç yıl evvel bangır bangır ilan ediyordu. Herkes siciline baksın da sonra konuşsun, biz onun yandaşları gibi hafıza özürlü değiliz.

Evet neyse, bakınız Lozan Zaferi’nden sonra, Atatürk, İnönü’ye nasıl bir telgraf çekmiş:

“Ulusun ve hükümetin yüksek kişiliğinize vermiş olduğu yeni görevi başarı ile sonuçlandırdınız. Yurda sıra sıra yararlı işlerle dolu ömrünüzü bu kez de tarihsel bir başarı ile yücelttiniz. Uzun savaşmalardan sonra yurdumuzun barışa ve bağımsızlığa kavuştuğu bu günde parlak başarılarınız dolayısıyla sizi, sayın arkadaşlarınız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve çalışmalarınızda size yardım eden bütün delegeler kurulu üyelerini içten duygularla kutlarım”  

Lozan’ı hezimet olarak takdim eden insaf ve iz’an yoksunlarına kapitülasyonlarla ilgili 28.maddesini bir sunayım. Kapitülasyonlar iktisadi esaret zincirimizdi, işte bu madde ile kırdık onları:

“Antlaşmayı yapan yüksek taraflar, Türkiye’de kapitülasyonların tümü ile kaldırılmasını, her biri kendisi ile ilgili olarak kabul ettiklerini açıklarlar.”

LOZAN’DA HAYİM NAHUM DOKTRİNİ KABUL EDİLDİ DİYENLERE

O fesli tarihçi bozuntusu ile Türkiye'ye dinden geçinmeyi ve siyasi oynaklığı sokan o bir zamanların Prof. unvanlı "nefesi kuvvetli (!)" hoca-siyasetçisi Erbakan, Lozan Antlaşması'nı karalamak için hep Türk Yahudisi Hayim Nahum'u gündeme getirirler. "Lozan'da Hayim Nahum Doktrini kabul edilmiştir" bunlara bakılırsa... Bu sözlere sorgulamasız inanan çok kimse var bu ülkede... Prof. Dr. M. Kemal Öke'nin "Siyonizm ve Filistin Sorunu/1880-1923" adlı çok değerli bir araştırma-inceleme yapıtı var. Tam 432 sayfa. Yeni baskısı 2011 yılında Kırmızı Kedi Yayınları'nca yapıldı. Bu kitapta Hayim Nahum'a dair her türlü bilgi var. O bilgileri özetleyerek sizlere aktarmaya çalışacağım.

Hayim Nahum, Mütareke döneminde Türkiye Hahambaşısı'dır. Sadrazam İzzet Paşa, Mondros Mütarekesi arifesinde Nahum'u Amerika nezdinde girişimler yapmak ve İtilafçı devletlerle arayı bulmak üzere yurt dışına göndermek ister, tereddütlü olduğu görülünce, talep bu kez de Padişah Vahdettin tarafından yapılacaktır. Gider Nahum apar-topar ve Musevi cemaatinden habersiz gittiği için tepki doğurur bu seyahati (bu tepkilerin yoğunlaşması üzerine 1920 yılında istifa edecektir). Nahum'un önceki yıllarda Siyonizmi destekleyen girişimleri de olmuştur, ancak şimdi farklı bir çizgidedir. Filistin'in İsviçre gibi kantonlara bölünmesini ve bu kantonlardan birinin de Türklere ait olması gerektiğini savunmaktadır. Nahum, Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yeni yeni başlayan Millî Hareket'e de kayıtsız değildir, desteklemektedir ve bu desteğini Fransızlara açıklamaktadır. Ona göre Mustafa Kemal Paşa ne macera peşinde koşan biridir ne de âsidir, bağnaz ise hiç değildir. İstifanın ardından ülkeyi terk eden Hayim Nahum, Paris'te kalır ve ABD'ye gider iki kez. Bu süre içinde Türkiye lehine konferanslar verir, kamuoyu oluşturur, yabancı devletler nezdinde girişimlerde bulunur. 23 Temmuz 1922 günü tekrar İstanbul'a döner. Gazeteciler "Şimdi ne yapacağını" sorarlar, "Anadolu'ya gideceğim" der. Sonra Kurtuluş... İzmir'e Türk Ordusu'nun girişini Museviler de sevinçle karşılarlar ve bayram ederler adeta. Ve Lozan Barış görüşmeleri... Lozan'a giden Türk Heyeti şerefine 10 Aralık günü bir ziyafet verir, içinde Türk Musevilerinin de bulunduğu Yahudi Topluluğu. Yemeğe İsviçre'nin ileri gelenleri de davetlidir. Hayim Nahum Efendi de oradadır ve bir konuşma yaparak "Türkiye'nin onları evlatlığa kabul ettiğini, 1492 yılından bu yana her türlü hak ve özgürlüklere sahip olarak yaşadıklarını" ifade eder. İsmet Paşa da cevabi bir konuşma yapar, Türklerle Museviler arasında öteden beri bir dostluk ve yakınlık bulunduğunu, Türkiye'de yaşamak isteyen tüm etnik ve dinsel unsurların Musevi cemaatini örnek almaları gerektiğini söyler.

Gelelim o Feslinin, Nahum hakkındaki iddialarına, Fesli'ye bakılırsa Nahum, Büyük güçlerin talepleri doğrultusunda (bunların başında da Hilafetin kaldırılması gelmektedir) ödün koparmak için oradadır. M. Kemal Öke, bu konuda şunu söylüyor: "Bu konuda taradığımız tüm arşivlerde herhangi bir belge bulamadığımızı kaydetmek isteriz."

Belge yok... İftira var, sahtekârlık var... Kendileri deyip kendileri inanıyorlar, herkesin inanmasını istiyorlar, bir de din karıştırıyorlar işe...