Bu ülkenin ruhunu anlamak, keşfetmek için önce bu toprakların insanını anlamak gerekir. Bu toprakların, bin yıl içinde sahip olduğu “gönül dilinin sembolik anlamını” kavramak gerekir. Horasan erenlerinin Hoca Türkistan-i Dergâhı’ndan geldiğini, oradan da Anadolu’ya yayıldığını anlatan birçok menkıbenin yanında, daha birçok tarihsel kaynak da vardır. Sarı Saltuk, Hacı Bektaş, Munzur Baba bütün bu gönül erleri bir yerde “Alevi tekkesinde” bir başka yerde “Nakşî tekkesinde” bir diğer yerde Mevlana dergâhında karşımıza çıkarlar.
Fetihler bir toprağın kazanılması, yurt edinilmesi için önemli siyasal olaylardır ama kazanılan o toprağın vatan haline gelmesi, yaşanılmış, destanlaşmış hikâyeleşmiş olaylarının sonucudur. Toprağa ruh katan, ona anlam veren fetihlerden, sonra oraya taşınan mana iklimidir. On binlerce yıllık Anadolu eski uygarlıklarının bugün esamesi ancak arkeolojik müzelerde okunurken, bir Nakşî dergâhında bir Alevi ceminde, bir Mevlevi ayininde hala canlı ve dipdiri olarak yaşıyorsa, karşımıza çıkıyorsa, bu toprakların ruhu, kültürü yaşıyor demektir.
Toprağın ruhu
Başbakan Davutoğlu’nu, Tunceli’de cemevinde ikram edilen lokmayla birlikte edilen dua sonrasında yaptığı konuşmadaki duygu dünyasının, dedenin duasıyla örtüşmesi tesadüf sayılmamalıdır. Başbakan’ın konuşmasındaki tarihsel analizin ortaya koyduğu tablo, bütün ayrılıkçı çabalara rağmen hala bu toprakların anlattığı destanın ayakta durduğunu, diri olduğunu göstermek bakımından ilginçtir. Özellikle Başbakan Davutoğlu’nun “vicdanımızın kabul etmediği hiçbir şeyi devlet kabul edemez” şeklindeki ifadesi, “insan merkezli bir tarih ve dünya görüşünün” halkta nasıl yankı yaptığını anlamak bakımından önemlidir.
Dersim’e giderken “geri kalmış bir Doğu Anadolu” manzarası görmek isteyenlerin nasıl şaşırdığına şahit oldum. Dağları karlı Erzincan’dan ayrıldıktan sonra, bu kadar güzel ve kendini yenilemiş bir şehrin “dört dağ arasındaki Dersim’in” görüntüsü, ancak kartpostallık diyebileceğimiz bir manzaradır. Son yıllarda, Anadolu’nun birçok bölgesinde ve şehrinde yaşanan gelişmeyi, şehir mekânının yenilenmesini hem Erzincan’da hem de Dersim’de fark etmemek zordu.
Türkiye’nin Alevi sorununu tartışanların öncelikle bilmeleri gereken bir husus vardır: Alevi inancını ve kültürünü, onun sembolik ifadesini ve içeriğini, İslam tasavvufundaki başka akımlarla, başka tarikat ve inanç topluluklarıyla “mukayeseli olarak incelemeden” anlamak mümkün değildir. Başbakan Davutoğlu’nun bu meselelere yaklaşımındaki fark Türkiye açısından bir şans olarak görülmelidir.
Bin yıllık birlik
Bugün Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu iki temel sorunun da çözümünde bu yaklaşımın önemli bir avantaj sağlayacağını düşünmek gerekir. Çözüm süreci de, Alevi sorununun çözümü de “Weberyan” ifadeyle bu “anlayıcı yaklaşım” ile kolaylaşacaktır. Ülkenin birikmiş sorunlarını, akşamdan sabaha halletmek mümkün olmayabilir ama sorunlara karşı takınılan tavır, benimsenen yöntem problemin çözümünün en önemli parçasıdır.
Kendi halkına karşı hoyrat davranan devlet anlayışı, bu ülkenin anti-demokratik geçmişi üretmiştir. Bugün yapılmak istenen şey, bu anti-demokratik yapıyı değiştirerek, yarattığı sorunları bir bir ortadan kaldırmaktır. Bunun yolu da, halkla “yeni bir sözleşme yapmaktan” geçmektedir. Bu yeni sözleşmeyi sadece bir anayasa olarak düşünmemek gerekir. Bu toprakların tarihinde, bu ülkenin insanlarının tarih bilincinde bin yıllık felsefeyi, yeniden devlet ve toplum arasındaki ilişkilerde hâkim kılmak gerekir. Başbakan Davutoğlu’nun yeni bir sözleşmeden söz ederken “helalleşmeden ahitleşmeden gönülden gönüle kurulacak ilişkilerden” söz etmesi meselenin mahiyetinin ne kadar derin olduğuna işaret etmektedir.