1954 seçimleri… Altı yaşındayım… Evde konuşuluyor, çocuk aklımla bir şeyler birikiyor belleğime… Yeğeni Demokrat Parti’den milletvekili adayı ama dedem ona değil, inatla kendi partisi CHP için çalışıyormuş, babamsa, dedemden gizli olarak, halası oğlu Ekrem Ocaklı’nın seçilmesi için ter döküyormuş.
Yeğeni mebus seçildi. Balkan ve Birinci Dünya Savaşı gâzisi dedemse 1957’de öldü, ölmeden önce de vasiyet etti, “Bu Demokrat Parti iktidardan düşünce, gelin mezarıma, bana haber verin, bir de altı oklu bayrak dikin başıma”. 27 Mayıs 1960’ta en küçük halam, bütün kardeşlerine vekâleten, bu vasiyeti yerine getirdi.
Enver Paşa’nın verdiği bir beratı var dedemin (madalya ile birlikte), büromun duvarına asmışım. Orada askerliğe duhul tarihi 1911 olarak yazıyor. Dedem terhis tarihinin 1918 sonu olduğunu söylermiş, yani 7 yıl askerlik yapmış ve hep savaşmış.
1916 yılında Trabzon-Of cephesinde, bölük kumandanı Yüzbaşı Recep Bey yaralanır, en yakın hastane 4 saatlik yol, dedem Serçavuş Şevki, iki arkadaşını da yanına alır, Recep Bey’i sırtlarında taşıyarak hastaneye yetiştirirler. Recep Bey, iyileştikten sonra, hastaneye nasıl getirildiğini öğrenir ve dedeme hayatını borçlu olduğunu söyler.
1924 yılında o Recep Bey, Dâhiliye Vekili (İçişleri Bakanı) olur. Dedem, bir mektup yazarak kutlar, başarılar diler. Recep Bey cevap yazar hemen “Ankara’ya gel, seni bekliyorum”. O günün şartlarında Bayburt’tan Ankara’ya gitmek çok çetin iş. Birkaç ay sonra dedem varır Ankara’ya, çıkar Recep Bey’in huzuruna. “Hayatımı sana borçluyum” der yine Recep Bey, ne işle meşgul olduğunu sorar. Çiftçilik yaptığını, Kısanta köyünün muhtarı olduğunu söyler dedem. Recep Bey “Karargâhta yazdığın raporlar hâlâ hatırımdadır, kâğıt yoktu, sen onları ağaçlardan çıkardığın ince yongaların üstüne yazardın, o zamanlar okuma yazma bilen adam bulmak bile meseleydi, bırak oraları gel, seni bir yere vali yapayım” der.
Teklif caziptir ya, dedem kabul etmez “Yok olmaz” der “Ben haddimi bilirim, köy muhtarlığını bile zor beceriyorum, valilik benim neyime…” Israr eder Recep Bey “Yahu öylelerini vali yaptık ki görsen şaşarsın… Sen yaparsın, ben biliyorum…” derse de, dedemin fikrini değiştiremez. “Sen ne biçim adamsın?” demekten kendini alamaz. Dedem, nahiye (bucak) merkezinin, yakındaki Pulur’dan alınarak kendi köyüne verilmesini ister, Recep Peker, bunu yapmaya çalışır ama Pulur Beğleri isyan ederler bu duruma, ortalık karışır, ne ki uzun bir mücadeleden sonra dedem bucak merkezini Kısanta’ya aldırmayı başarır.
Bayburt’un bugünkü Demirözü İlçesi işte burasıdır, ilçeliğini dedeme borçludur, bucak olmasaydı, ilçe de olamazdı.
O Recep Bey, daha sonra Peker soyadını alır. CHP Genel Sekreterliği ve Başbakanlık yapar. Dedem onunla irtibatını hiç kesmez.
Ben işte bu nedenlerden dolayı, Üniversiteye girdiğim 1967 yılına dek CHP sempatizanı idim. Kayıt yaptırdıktan sonra ilk işim CHP’nin üniversite gençliği içindeki örgütü olan Sosyal Demokrasi Dernekleri’ne uğramak oldu. Uğradım ya, düş kırıklığına uğradım. Ben “Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türk’ün bayrağına” şarkısını ilk dedemden duymuştum, bunlar başka tellerden çalıyorlardı, içlerinde Kürtçüler, mezhepçiler vardı. Tartıştık, bir daha uğramadım semtlerine. Ülkü Ocakları’nın kurucularından oldum bir yıl sonra ve uzun yıllar ülkücü hareket içinde kaldım. MHP, Bahçeli yüzünden tanınmaz hale gelince, ayrılıp 2008 yılında HEPAR’ın kuranlardan oldum, genel başkan yardımcısı ve 2011 yılında da Kocaeli’den milletvekili adayı oldum. 2015 yılında 4,5 ay da genel başkanlık yaptım.
Bugüne gelelim… Peki şimdi ne diyorum? Deniz Baykal döneminde CHP, dedemin CHP’si olur gibi olmuştu, yediler başını. Şimdi yine o benim gençliğimdeki CHP’ye döndü. Buna çok üzülüyorum, o partiyi Recep Peker’in ve dedemin partisi olarak görmek, gönül rahatlığıyla desteklemek istiyorum.
Çok şey mi istiyorum acaba?
Yeğeni mebus seçildi. Balkan ve Birinci Dünya Savaşı gâzisi dedemse 1957’de öldü, ölmeden önce de vasiyet etti, “Bu Demokrat Parti iktidardan düşünce, gelin mezarıma, bana haber verin, bir de altı oklu bayrak dikin başıma”. 27 Mayıs 1960’ta en küçük halam, bütün kardeşlerine vekâleten, bu vasiyeti yerine getirdi.
Enver Paşa’nın verdiği bir beratı var dedemin (madalya ile birlikte), büromun duvarına asmışım. Orada askerliğe duhul tarihi 1911 olarak yazıyor. Dedem terhis tarihinin 1918 sonu olduğunu söylermiş, yani 7 yıl askerlik yapmış ve hep savaşmış.
1916 yılında Trabzon-Of cephesinde, bölük kumandanı Yüzbaşı Recep Bey yaralanır, en yakın hastane 4 saatlik yol, dedem Serçavuş Şevki, iki arkadaşını da yanına alır, Recep Bey’i sırtlarında taşıyarak hastaneye yetiştirirler. Recep Bey, iyileştikten sonra, hastaneye nasıl getirildiğini öğrenir ve dedeme hayatını borçlu olduğunu söyler.
1924 yılında o Recep Bey, Dâhiliye Vekili (İçişleri Bakanı) olur. Dedem, bir mektup yazarak kutlar, başarılar diler. Recep Bey cevap yazar hemen “Ankara’ya gel, seni bekliyorum”. O günün şartlarında Bayburt’tan Ankara’ya gitmek çok çetin iş. Birkaç ay sonra dedem varır Ankara’ya, çıkar Recep Bey’in huzuruna. “Hayatımı sana borçluyum” der yine Recep Bey, ne işle meşgul olduğunu sorar. Çiftçilik yaptığını, Kısanta köyünün muhtarı olduğunu söyler dedem. Recep Bey “Karargâhta yazdığın raporlar hâlâ hatırımdadır, kâğıt yoktu, sen onları ağaçlardan çıkardığın ince yongaların üstüne yazardın, o zamanlar okuma yazma bilen adam bulmak bile meseleydi, bırak oraları gel, seni bir yere vali yapayım” der.
Teklif caziptir ya, dedem kabul etmez “Yok olmaz” der “Ben haddimi bilirim, köy muhtarlığını bile zor beceriyorum, valilik benim neyime…” Israr eder Recep Bey “Yahu öylelerini vali yaptık ki görsen şaşarsın… Sen yaparsın, ben biliyorum…” derse de, dedemin fikrini değiştiremez. “Sen ne biçim adamsın?” demekten kendini alamaz. Dedem, nahiye (bucak) merkezinin, yakındaki Pulur’dan alınarak kendi köyüne verilmesini ister, Recep Peker, bunu yapmaya çalışır ama Pulur Beğleri isyan ederler bu duruma, ortalık karışır, ne ki uzun bir mücadeleden sonra dedem bucak merkezini Kısanta’ya aldırmayı başarır.
Bayburt’un bugünkü Demirözü İlçesi işte burasıdır, ilçeliğini dedeme borçludur, bucak olmasaydı, ilçe de olamazdı.
O Recep Bey, daha sonra Peker soyadını alır. CHP Genel Sekreterliği ve Başbakanlık yapar. Dedem onunla irtibatını hiç kesmez.
Ben işte bu nedenlerden dolayı, Üniversiteye girdiğim 1967 yılına dek CHP sempatizanı idim. Kayıt yaptırdıktan sonra ilk işim CHP’nin üniversite gençliği içindeki örgütü olan Sosyal Demokrasi Dernekleri’ne uğramak oldu. Uğradım ya, düş kırıklığına uğradım. Ben “Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türk’ün bayrağına” şarkısını ilk dedemden duymuştum, bunlar başka tellerden çalıyorlardı, içlerinde Kürtçüler, mezhepçiler vardı. Tartıştık, bir daha uğramadım semtlerine. Ülkü Ocakları’nın kurucularından oldum bir yıl sonra ve uzun yıllar ülkücü hareket içinde kaldım. MHP, Bahçeli yüzünden tanınmaz hale gelince, ayrılıp 2008 yılında HEPAR’ın kuranlardan oldum, genel başkan yardımcısı ve 2011 yılında da Kocaeli’den milletvekili adayı oldum. 2015 yılında 4,5 ay da genel başkanlık yaptım.
Bugüne gelelim… Peki şimdi ne diyorum? Deniz Baykal döneminde CHP, dedemin CHP’si olur gibi olmuştu, yediler başını. Şimdi yine o benim gençliğimdeki CHP’ye döndü. Buna çok üzülüyorum, o partiyi Recep Peker’in ve dedemin partisi olarak görmek, gönül rahatlığıyla desteklemek istiyorum.
Çok şey mi istiyorum acaba?