Türk târihinin en önemli askerî zaferlerinden birinin gerçekleştiği Çanakkale savaş alanlarını ne yazık ki bu yıla kadar ziyaret edememiştim.
Bu kutsal vatan topraklarına bir müddet önce İzmir- Ayvalık kara yolundan ulaştık. Çanakkale’ye geldikten sonra, arabalı vapurla Eceabat’a geçerken akşam olmak üzereydi; gökyüzünde ve deniz üzerinde güneşin son ışıklarıyla oluşan hârika renkler vardı. Boğazın büyülü atmosferi içinde Asya’dan Avrupa’ya doğru güzel manzarayı seyrederek yavaş yavaş ilerlerken, bize böyle değerli bir vatan bırakan atalarımızı minnetle andık.
Vapurdan inip, yer ayırttığımız Eceabat Öğretmen Evi’ne geldik. Ertesi gün, deniz kenarındaki bu şirin ve temiz otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra tur arabası gelip bizi ve iki genç çifti aldı; gezimiz başladı.
Namazgâh Tabyası
Savaş alanları gezimize önce Namazgâh Tabyası’ndan başladık. Burada, emekli bir albay olan rehberimiz 1914 yılında, Almanların oyunuyla, yalnız 3 devlet adamımızın kararı ile Almanların yanında 1.Dünya Savaşı’na katılmamızı ve daha sonraki târihî olayları anlattı.
18 Mart 1915 günü 3 sıra dizilmiş İngiliz-Fransız Birleşik Filosu Çanakkale Boğazı’ndan Marmara’ya geçmek için ilerlemeye başladı. Yedi saat sonra düşman gemileri geri çekilmek zorunda kaldı. Çünkü 16 savaş gemisinden 3’ü Nusret Mayın Gemisi’nin bıraktığı mayınlara çarparak battı. Mayınları bırakan subayımız Yüzbaşı Nazmi Akpınar’ın düşman gemilerinin rotasını iyi gözlemlemesi başarıda etkili oldu. 3 düşman gemisi de topçu ateşiyle ağır yaralanıp sulara gömüldü. Böylece 18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi kazanıldı.
Gezdiğimiz Namazgâh Tabyası’nı Sultan Aziz inşa ettirmiş; 1892’de modernleştirilmiş. Tabyanın mazgalları arasındaki sabit 16 büyük top ve ayrıca küçük seyyar toplar düşman gemilerine ateş ve ölüm kustu. Tabyada Seyit Onbaşı’nın efsâne olarak anlatılan ağır top mermisini kaldırdığı anı gösteren heykel yanında, sonradan maket gibi yapılıp oraya konulmuş büyük bir top vardı. Rehberimizden öğrendiğimize göre; bu tabyada ve diğer savaş alanlarında bulunan toplar 1950’li yıllarda hurda fiyatına satılmış. Bu nedenle, Çanakkale savaşlarında Türk ordusunun kullandığı toplardan bir tanesi bile günümüze kalmamış. Şaşırdığım ve üzüldüğüm bu bilgiyi duyunca; "Böyle bir duyarsızlık, târihe saygısızlık, kadir kıymet bilmezlik, nasıl olur?” diye düşündüm.
Bu kutsal vatan topraklarına bir müddet önce İzmir- Ayvalık kara yolundan ulaştık. Çanakkale’ye geldikten sonra, arabalı vapurla Eceabat’a geçerken akşam olmak üzereydi; gökyüzünde ve deniz üzerinde güneşin son ışıklarıyla oluşan hârika renkler vardı. Boğazın büyülü atmosferi içinde Asya’dan Avrupa’ya doğru güzel manzarayı seyrederek yavaş yavaş ilerlerken, bize böyle değerli bir vatan bırakan atalarımızı minnetle andık.
Vapurdan inip, yer ayırttığımız Eceabat Öğretmen Evi’ne geldik. Ertesi gün, deniz kenarındaki bu şirin ve temiz otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra tur arabası gelip bizi ve iki genç çifti aldı; gezimiz başladı.
Namazgâh Tabyası
Savaş alanları gezimize önce Namazgâh Tabyası’ndan başladık. Burada, emekli bir albay olan rehberimiz 1914 yılında, Almanların oyunuyla, yalnız 3 devlet adamımızın kararı ile Almanların yanında 1.Dünya Savaşı’na katılmamızı ve daha sonraki târihî olayları anlattı.
18 Mart 1915 günü 3 sıra dizilmiş İngiliz-Fransız Birleşik Filosu Çanakkale Boğazı’ndan Marmara’ya geçmek için ilerlemeye başladı. Yedi saat sonra düşman gemileri geri çekilmek zorunda kaldı. Çünkü 16 savaş gemisinden 3’ü Nusret Mayın Gemisi’nin bıraktığı mayınlara çarparak battı. Mayınları bırakan subayımız Yüzbaşı Nazmi Akpınar’ın düşman gemilerinin rotasını iyi gözlemlemesi başarıda etkili oldu. 3 düşman gemisi de topçu ateşiyle ağır yaralanıp sulara gömüldü. Böylece 18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi kazanıldı.
Gezdiğimiz Namazgâh Tabyası’nı Sultan Aziz inşa ettirmiş; 1892’de modernleştirilmiş. Tabyanın mazgalları arasındaki sabit 16 büyük top ve ayrıca küçük seyyar toplar düşman gemilerine ateş ve ölüm kustu. Tabyada Seyit Onbaşı’nın efsâne olarak anlatılan ağır top mermisini kaldırdığı anı gösteren heykel yanında, sonradan maket gibi yapılıp oraya konulmuş büyük bir top vardı. Rehberimizden öğrendiğimize göre; bu tabyada ve diğer savaş alanlarında bulunan toplar 1950’li yıllarda hurda fiyatına satılmış. Bu nedenle, Çanakkale savaşlarında Türk ordusunun kullandığı toplardan bir tanesi bile günümüze kalmamış. Şaşırdığım ve üzüldüğüm bu bilgiyi duyunca; "Böyle bir duyarsızlık, târihe saygısızlık, kadir kıymet bilmezlik, nasıl olur?” diye düşündüm.
Tabyanın korunak odasında Çanakkale savaşlarıyla ilgili bir film ve bu odadan dışarıdaki askerî birliklerle haberleşmeyi gösteren bir canlandırmayı seyrettik. Korunak odalarında bugün savaştan kalan bombalar, kemerler, silahlar, su mataraları gibi bazı objeler camekânlarda sergileniyordu. Bunlar arasında İngilizlerin uçaktan attıkları üçgen denilen bir savaş âleti dikkat çekiciydi. Atıldığı yerde dik duran, ucu sivri bu demire görmeden basan askerin ayağı parçalanıyordu.
Rehberimiz, savaşla ilgili yüz yıl önceki bilgilerden başka Gelibolu Millî Parkı olan bu bölge hakkında da önemli bir bilgiler verdi. Bu bölge 2014 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığı bünyesindeki Millî Park statüsünden çıkarılarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlanmış. Yâni bu târihî alan, turizme; başka bir deyişle ranta, özel mülkiyete, gökdelenlere açılmış. Nitekim tabyanın karşısında yükselen binalar bu açılımın meyveleriydi.
Çanakkale savaşlarının yapıldığı bu târihi alana son yıllarda artan bir ilgiyle yılda 1-2 milyon ziyaretçi geliyormuş. Bu olumlu gelişmeye rağmen insanların burada yaptığı tahribat ayrı bir sorun oluyormuş. Bir örnek olarak rehberimiz canlandırma odasında mankenin önündeki Boğaz haritasına gelip geçenlerin yazdığı, karaladığı lüzumsuz şekil ve yazıları gösterdi. İnsanlar yiyor, içiyor, ambalaj, naylon poşet ve pet şişeleri ormanlık alana fırlatarak çevreyi kirletiyormuş. Sigara izmaritlerini, kurumuş otların arasına atarak yangınlara sebep oluyorlarmış. Nitekim Gelibolu Yarımadası’nda son 44 yılda çıkan 2 binin üzerindeki yangın, 75 bin futbol sahası büyüklüğünde bin bir emekle yetiştirilen ormanı kül etmiş. Millî Parkta son büyük yangın 25 Temmuz 1994’de olmuş.
Bir eğitimci olarak beni ilgilendiren bir konu da, başlarında öğretmenleriyle buraya gelen okul öğrenci grupları idi. Öğretmenler öğrencileri gözetleme görevini yerine getiremiyor, çocuklar gürültü yapıyor, şehitliklerde oyun oynuyorlar, kendilerine anlatılanları dinlemiyor, kıkırdayıp gülüşüyorlardı. Nitekim bazı yerlerde bu çocuk ve gençleri biz ikaz etmek durumunda kaldık. Öğrencilere okullarda bilgi verilmeden, az sayıda öğretmenle buraya hazırlıksız gelinmesi, Çanakkale Savaş alanları bölgesinde rehberlik yapan görevlilerin arasında pedagojik formasyonu olanların bulunmaması, yani müze pedagog rehberlerinin olmaması da büyük bir eksiklikti.
Şahindere Şehitliği
Namazgâh Tabyası’ndan sonra yolumuza devam ederek, Şahindere Şehitliği’ne geldik. Yaralanan askerlere ilk müdâhalelerinin yapıldığı sargı yeri olma özelliğine sahip bu yerde defnedildiği tahmin edilen 2177 şehitten 1969’unun duvardaki levhalara isimleri, memleketleri yazılmıştı. Genç yaşta vatan ve namus için, milletimizin hür yaşaması için kara toprağa giren şehitlerimizin sembolik mezar taşları önünde hüzünle, gururla, saygıyla, dualarla eğildik. Rehberimiz burada görev yapan Türk hemşire Safiye Hüseyin’in anılarından bize onun yaşadığı tıbbî imkânsızlıkları ve şehitlerin “anne” diyerek son nefeslerini verdiği bilgisini anlatarak, hepimizi duygulandırdı, gözlerimize yaşlar doldu.
Çanakkale Şehitleri Âbidesi
Buradan Çanakkale savaşlarının simgesi olan, yarımadanın her tarafından ve denizden görünen 41,7 metre yüksekliğindeki muhteşem Çanakkale Şehitleri Âbidesi’ne geldik. Eski Hisarlık mevkiinde 1940’lı yıllarda yapımı tasarlanıp başlanılan bu eser, Milliyet Gazetesi’nin öncülüğünde düzenlenen bir kampanya ile ancak 1960’lı yıllarda tamamlanmış. Günümüzde Çanakkale Zaferi törenleri bu anıtın önündeki meydanda yapılıyor. Meydanı çeviren duvarda ve âbidenin ayaklarında Çanakkale savaşlarıyla ilgili rölyefler ve âbidenin bahçe kısmında heykeller var.
Burada gördüğüm 1960’lardan itibaren yapılan Türk şehitlikleri, 1920 ve1930’larda yapılan İngiliz, Anzak ve Fransız mezarlıkları gibi düzenli ve bakımlıydı. Türkiye savaşın geçtiği târihî alanlara yazılı âbideler, rölyefler, heykeller yaptırıp koyarak, bu şanlı zaferin târihini ve önemini gelecek nesillere güzel bir şekilde anlatmak ve aktarmak istemiş. Ancak burada yatan aziz şehitlerimizin hâtırasına ne yapsak azdır. Nitekim millî şairimiz Mehmet Âkif ‘de bu duyguyu “Çanakkale Şehitleri” isimli ünlü şiirinde şehitlere; “Bu taşındır diyerek Kâbe’yi diksem başına, Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.” mısralarıyla ölümsüzleştirmiş.
Çanakkale Şehitleri Âbidesi’nin arkasındaki sembolik şehitlikteki uzun mezar taşlarını beğenmediğimi söyleyebilirim. Şahindere Şehitliği ve 57. Alay Şehitliği’nde gördüğümüz küçük mezar taşları daha anlamlı idi.
Alçıtepe Köyünde öğle molamızı verip, yemeğimizi yedik. Burada Çanakkale savaşlarıyla ilgili hâtıra eşyaların satıldığı üstü kapalı ve açık tezgâhların olduğu bir çarşı oluşmuş. Ancak bu hâtıra eşyalar, Çin işi, ucuz, zevksiz, basit şeylerdi.
Anafartalar-Conkbayırı savaş alanları
Buradan Çanakkale kara savaşlarının yapıldığı ve savaşın kaderini değiştiren Anafartalar, Arıburnu, Conkbayırı bölgesine gittik. Önce Anzaklar’ın 25 Nisan 1915’de karaya çıktığı Anzak Koyu’na geldik. Bu bölgeye çıkan düşman tepelere tırmandı, ilerlemeye başladı. Ancak düşman karşısında 19. Tümen komutanı yarbay Mustafa Kemal’i buldu. Atatürk çıkarmayı haber alıp, kendi insiyatifi ile 57. Alay’la koşarak Kocaçimen tepesi’ne geldi. Buradan atıyla tek başına Conkbayırı’na gitti. Burada düşmandan kaçan Türk askerlerini gördü; atından inip, önlerine geçerek, “Düşmandan kaçılmaz!” konuşmasını yaptı. Cephaneleri olmadığını söyleyen askerlere süngü taktırıp, yere yatmalarını istedi. Böylece birlikten arta kalanlarla savunma hattı kurdu. Üzerlerine gelen düşman bu durumu görünce durakladı. İşte bu an savaşın kaderinin değiştiği andır. Haberciler aracılığı ile 57. Alay’ın bölgeye intikalini sağlayan Atatürk, orada askerlerine ünlü “Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” konuşmasını yaparak düşmanın üzerine saldırdı. 57. Alay büyük kayıplar verdi, ama düşman geri çekilmek zorunda kaldı.
57. Alay’ın şehit askerleri anısına Bombasırtı’nda inşa edilen, 1992 yılında açılmış sembolik şehitliği gezdik. Genellikle Ege bölgemiz şehirlerinden gelen şehit askerlerin adları mermere yazılmış. Girişte en yaşlı Çanakkale gazisinin heykeli olan şehitlikte 25 Nisan savaşlarının canlandırıldığı bir rölyef ve Türk askeri anısına bir heykel var.
Atatürk, 10 Ağustos 1915’de İngilizlerin 8 Ağustos’ta ele geçirdiği Conkbayırı’na taarruz edip, burada askerlerine gece 4.30’de “ Acele etmeyin, evvela ben önden gideceğim, kırbacımı indirdiğimde ileri atılırsınız!” dedi. Türk askerleri yalnız süngülerini kullanarak düşmanın üzerine saldırdı. Kocaçimen, Conkbayırı hattı güven altına alındı. Resmi kayıtlara göre burada 20 bin Türk ve 25 bin düşman askeri hayatını kaybetti.
Rehberimiz bütün bu savaşların geçtiği yer ve siperlerde olayları ve kahramanları yer yer canlandırarak, o anları sanki yaşayarak anlattı. Biz de atalarımızın burada vatanımızı korumak, bize hür bir vatan bırakmak için yaptığı eşsiz, şanlı mücadeleyi duyarak, hissederek, gururla ve gözlerimizden yaşlar akarak; şehitlerimize, başta büyük Atatürk ve silah arkadaşlarına şükranlarımızı ve dualarımızı göndererek; adı Conkbayırı, Anafartalar, Çimentepe, Kemalyeri, Bigalı, Bombasırtı, Kanlı sırt, Kırmızı sırt olan, her karışı kahramanlarımızın kanıyla sulanmış o kutsal vatan toprakları üzerine basmaya kıyamayarak gezdik.
Conkbayırı’nda 10 Ağustos 1915 Anafartalar Zaferi’nin anısına yapılmış, Albay Mustafa Kemal’in taarruz emrini verdiği yerde elindeki kırbacıyla güzel bir heykeli var. Bu anıtın önündeki dört adet top güllesi Atatürk’ün göğsüne bir şarapnel parçasının isabet ettiği yeri işaretlemektedir. Atatürk cebinde bulunan saat sayesinde ölümden kurtulmuştur. Anıtın karşısında Anzak askerleri anısına yapılmış kaba bir anıt ve denize bakan tarafında Türk siperleri ve Mustafa Kemal’in gözetleme yeri bulunmaktadır.
Günün sonunda tur arabası bizi Ecebat öğretmen evine bıraktı. Değerli rehberimize teşekkür edip ayrıldıktan sonra Kilitbahir’e gittik. Fatih Sultan Mehmet’in 15.yüzyılda yaptırdığı yonca şeklindeki kaleyi gördükten sonra deniz kenarında oturduk. Akşamüzeri Eceabat’ta gelerek “Târihe Saygı “ parkındaki siper savaşlarını birebir canlandıran heykelleri gördük. Parkın içinde ünlü heykeltıraş Prof. Tankut Öktem’in yaptığı heykel çok anlamlıydı. Burada ayrıca savaş alanlarının büyük bir maket haritası vardı.
Rehberimiz, savaşla ilgili yüz yıl önceki bilgilerden başka Gelibolu Millî Parkı olan bu bölge hakkında da önemli bir bilgiler verdi. Bu bölge 2014 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığı bünyesindeki Millî Park statüsünden çıkarılarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlanmış. Yâni bu târihî alan, turizme; başka bir deyişle ranta, özel mülkiyete, gökdelenlere açılmış. Nitekim tabyanın karşısında yükselen binalar bu açılımın meyveleriydi.
Çanakkale savaşlarının yapıldığı bu târihi alana son yıllarda artan bir ilgiyle yılda 1-2 milyon ziyaretçi geliyormuş. Bu olumlu gelişmeye rağmen insanların burada yaptığı tahribat ayrı bir sorun oluyormuş. Bir örnek olarak rehberimiz canlandırma odasında mankenin önündeki Boğaz haritasına gelip geçenlerin yazdığı, karaladığı lüzumsuz şekil ve yazıları gösterdi. İnsanlar yiyor, içiyor, ambalaj, naylon poşet ve pet şişeleri ormanlık alana fırlatarak çevreyi kirletiyormuş. Sigara izmaritlerini, kurumuş otların arasına atarak yangınlara sebep oluyorlarmış. Nitekim Gelibolu Yarımadası’nda son 44 yılda çıkan 2 binin üzerindeki yangın, 75 bin futbol sahası büyüklüğünde bin bir emekle yetiştirilen ormanı kül etmiş. Millî Parkta son büyük yangın 25 Temmuz 1994’de olmuş.
Bir eğitimci olarak beni ilgilendiren bir konu da, başlarında öğretmenleriyle buraya gelen okul öğrenci grupları idi. Öğretmenler öğrencileri gözetleme görevini yerine getiremiyor, çocuklar gürültü yapıyor, şehitliklerde oyun oynuyorlar, kendilerine anlatılanları dinlemiyor, kıkırdayıp gülüşüyorlardı. Nitekim bazı yerlerde bu çocuk ve gençleri biz ikaz etmek durumunda kaldık. Öğrencilere okullarda bilgi verilmeden, az sayıda öğretmenle buraya hazırlıksız gelinmesi, Çanakkale Savaş alanları bölgesinde rehberlik yapan görevlilerin arasında pedagojik formasyonu olanların bulunmaması, yani müze pedagog rehberlerinin olmaması da büyük bir eksiklikti.
Şahindere Şehitliği
Namazgâh Tabyası’ndan sonra yolumuza devam ederek, Şahindere Şehitliği’ne geldik. Yaralanan askerlere ilk müdâhalelerinin yapıldığı sargı yeri olma özelliğine sahip bu yerde defnedildiği tahmin edilen 2177 şehitten 1969’unun duvardaki levhalara isimleri, memleketleri yazılmıştı. Genç yaşta vatan ve namus için, milletimizin hür yaşaması için kara toprağa giren şehitlerimizin sembolik mezar taşları önünde hüzünle, gururla, saygıyla, dualarla eğildik. Rehberimiz burada görev yapan Türk hemşire Safiye Hüseyin’in anılarından bize onun yaşadığı tıbbî imkânsızlıkları ve şehitlerin “anne” diyerek son nefeslerini verdiği bilgisini anlatarak, hepimizi duygulandırdı, gözlerimize yaşlar doldu.
Çanakkale Şehitleri Âbidesi
Buradan Çanakkale savaşlarının simgesi olan, yarımadanın her tarafından ve denizden görünen 41,7 metre yüksekliğindeki muhteşem Çanakkale Şehitleri Âbidesi’ne geldik. Eski Hisarlık mevkiinde 1940’lı yıllarda yapımı tasarlanıp başlanılan bu eser, Milliyet Gazetesi’nin öncülüğünde düzenlenen bir kampanya ile ancak 1960’lı yıllarda tamamlanmış. Günümüzde Çanakkale Zaferi törenleri bu anıtın önündeki meydanda yapılıyor. Meydanı çeviren duvarda ve âbidenin ayaklarında Çanakkale savaşlarıyla ilgili rölyefler ve âbidenin bahçe kısmında heykeller var.
Burada gördüğüm 1960’lardan itibaren yapılan Türk şehitlikleri, 1920 ve1930’larda yapılan İngiliz, Anzak ve Fransız mezarlıkları gibi düzenli ve bakımlıydı. Türkiye savaşın geçtiği târihî alanlara yazılı âbideler, rölyefler, heykeller yaptırıp koyarak, bu şanlı zaferin târihini ve önemini gelecek nesillere güzel bir şekilde anlatmak ve aktarmak istemiş. Ancak burada yatan aziz şehitlerimizin hâtırasına ne yapsak azdır. Nitekim millî şairimiz Mehmet Âkif ‘de bu duyguyu “Çanakkale Şehitleri” isimli ünlü şiirinde şehitlere; “Bu taşındır diyerek Kâbe’yi diksem başına, Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.” mısralarıyla ölümsüzleştirmiş.
Çanakkale Şehitleri Âbidesi’nin arkasındaki sembolik şehitlikteki uzun mezar taşlarını beğenmediğimi söyleyebilirim. Şahindere Şehitliği ve 57. Alay Şehitliği’nde gördüğümüz küçük mezar taşları daha anlamlı idi.
Alçıtepe Köyünde öğle molamızı verip, yemeğimizi yedik. Burada Çanakkale savaşlarıyla ilgili hâtıra eşyaların satıldığı üstü kapalı ve açık tezgâhların olduğu bir çarşı oluşmuş. Ancak bu hâtıra eşyalar, Çin işi, ucuz, zevksiz, basit şeylerdi.
Anafartalar-Conkbayırı savaş alanları
Buradan Çanakkale kara savaşlarının yapıldığı ve savaşın kaderini değiştiren Anafartalar, Arıburnu, Conkbayırı bölgesine gittik. Önce Anzaklar’ın 25 Nisan 1915’de karaya çıktığı Anzak Koyu’na geldik. Bu bölgeye çıkan düşman tepelere tırmandı, ilerlemeye başladı. Ancak düşman karşısında 19. Tümen komutanı yarbay Mustafa Kemal’i buldu. Atatürk çıkarmayı haber alıp, kendi insiyatifi ile 57. Alay’la koşarak Kocaçimen tepesi’ne geldi. Buradan atıyla tek başına Conkbayırı’na gitti. Burada düşmandan kaçan Türk askerlerini gördü; atından inip, önlerine geçerek, “Düşmandan kaçılmaz!” konuşmasını yaptı. Cephaneleri olmadığını söyleyen askerlere süngü taktırıp, yere yatmalarını istedi. Böylece birlikten arta kalanlarla savunma hattı kurdu. Üzerlerine gelen düşman bu durumu görünce durakladı. İşte bu an savaşın kaderinin değiştiği andır. Haberciler aracılığı ile 57. Alay’ın bölgeye intikalini sağlayan Atatürk, orada askerlerine ünlü “Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” konuşmasını yaparak düşmanın üzerine saldırdı. 57. Alay büyük kayıplar verdi, ama düşman geri çekilmek zorunda kaldı.
57. Alay’ın şehit askerleri anısına Bombasırtı’nda inşa edilen, 1992 yılında açılmış sembolik şehitliği gezdik. Genellikle Ege bölgemiz şehirlerinden gelen şehit askerlerin adları mermere yazılmış. Girişte en yaşlı Çanakkale gazisinin heykeli olan şehitlikte 25 Nisan savaşlarının canlandırıldığı bir rölyef ve Türk askeri anısına bir heykel var.
Atatürk, 10 Ağustos 1915’de İngilizlerin 8 Ağustos’ta ele geçirdiği Conkbayırı’na taarruz edip, burada askerlerine gece 4.30’de “ Acele etmeyin, evvela ben önden gideceğim, kırbacımı indirdiğimde ileri atılırsınız!” dedi. Türk askerleri yalnız süngülerini kullanarak düşmanın üzerine saldırdı. Kocaçimen, Conkbayırı hattı güven altına alındı. Resmi kayıtlara göre burada 20 bin Türk ve 25 bin düşman askeri hayatını kaybetti.
Rehberimiz bütün bu savaşların geçtiği yer ve siperlerde olayları ve kahramanları yer yer canlandırarak, o anları sanki yaşayarak anlattı. Biz de atalarımızın burada vatanımızı korumak, bize hür bir vatan bırakmak için yaptığı eşsiz, şanlı mücadeleyi duyarak, hissederek, gururla ve gözlerimizden yaşlar akarak; şehitlerimize, başta büyük Atatürk ve silah arkadaşlarına şükranlarımızı ve dualarımızı göndererek; adı Conkbayırı, Anafartalar, Çimentepe, Kemalyeri, Bigalı, Bombasırtı, Kanlı sırt, Kırmızı sırt olan, her karışı kahramanlarımızın kanıyla sulanmış o kutsal vatan toprakları üzerine basmaya kıyamayarak gezdik.
Conkbayırı’nda 10 Ağustos 1915 Anafartalar Zaferi’nin anısına yapılmış, Albay Mustafa Kemal’in taarruz emrini verdiği yerde elindeki kırbacıyla güzel bir heykeli var. Bu anıtın önündeki dört adet top güllesi Atatürk’ün göğsüne bir şarapnel parçasının isabet ettiği yeri işaretlemektedir. Atatürk cebinde bulunan saat sayesinde ölümden kurtulmuştur. Anıtın karşısında Anzak askerleri anısına yapılmış kaba bir anıt ve denize bakan tarafında Türk siperleri ve Mustafa Kemal’in gözetleme yeri bulunmaktadır.
Günün sonunda tur arabası bizi Ecebat öğretmen evine bıraktı. Değerli rehberimize teşekkür edip ayrıldıktan sonra Kilitbahir’e gittik. Fatih Sultan Mehmet’in 15.yüzyılda yaptırdığı yonca şeklindeki kaleyi gördükten sonra deniz kenarında oturduk. Akşamüzeri Eceabat’ta gelerek “Târihe Saygı “ parkındaki siper savaşlarını birebir canlandıran heykelleri gördük. Parkın içinde ünlü heykeltıraş Prof. Tankut Öktem’in yaptığı heykel çok anlamlıydı. Burada ayrıca savaş alanlarının büyük bir maket haritası vardı.
***
Çanakkale gezimizle; metrekaresine 6000 mermi düşen, on binlerce genç vatan evlâdını kaybettiğimiz, İstiklâl Savaşın’ı yapacak kumandanların ateş içinden geçerek yetiştikleri ve aynı zamanda Turgut Özakman’ın dediği gibi; “Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü olan büyük savaş’ın” alanlarını gezdik.
Eğer bilirsek ve iyi düzenlersek; yalnız bu savaş alanı bile milletimize, gelecek nesillerimize millî birlik ruhu verecek ve millî şuur öğretecek kutsal bir yerdir. Burada milletimiz yokluk içinde, üstün, donanımlı düşmana karşı vatan sevgisi, hür, bağımsız yaşama azmi ve milliyetçi ruhla destansı büyük, şanlı bir zafer kazanmıştır.
Her Türk evlâdı Çanakkale savaş alanlarını gezmeli, görmeli ve atalarının şanlı mücadelesini öğrenmelidir!
Her Türk evlâdı Çanakkale savaş alanlarını gezmeli, görmeli ve atalarının şanlı mücadelesini öğrenmelidir!