Türkiye yüzyıllardan beri başka ülkelerin hedefi olmuştur. Ancak Türk Milleti bu toprakları kahraman evlatlarının vatan sevgisi ve milli şuuru ile gerektiğinde canları pahasına savunmuştur.

Günümüzde, bazıları Atatürk’ün önderliğinde milletimizin 95 yıl önce yaptığı şanlı İstiklal Savaşı’nı önemsizleştirmek, kahramanlarını küçültmek için uğraşıyor. Bunlar Milli Mücadele’de Yunan ve İngilizlerin yanında yer alan Dürrizade ve Mustafa Sabrilerin devamıdır. Bazıları da “Geçmişteki büyüklerimizle övünelim mi, unutalım mı?” diye düşünüyor. Düştüğümüz bu durumun ilim diliyle adı; aşağılık duygusudur. O çukurdan bizi kurtaracak olanlar da yine geçmişimizin övünçleri olan kahramanlarımızdır. Kahramanlar toplumların model insanlarıdır. Genç nesiller onları taklit ederek,  onlar gibi olmaya, yaşamağa çalışır. Günümüzde gençler medyadan genellikle yabancı, yerli sahte kahramanlardan ihanet, entrika, iffetsizlik, eşkıyalık gibi özellikler öğreniyor. Hâlbuki yeni nesiller bunların yerine, tarihimizde fazlası ile mevcut gerçek kahramanları, tanımalı onlardan vatan sevgisi, yiğitlik, sadakat, yardımlaşma, doğruluk, cömertlik, iyilik gibi asil duyguları öğrenmelidir.

Bu yazımızın konusu; günümüzde pek fazla bilinmeyen, ömrünün büyük kısmını savaş meydanlarında geçiren, vatanımız için canla başla mücadele eden bir kahraman olan Deli Halid Paşa hakkında yazılmış bir kitabın tanıtımıdır.(1) “Deli Halid Paşa” isimli bu değerli eserde kahramanımızın ailesi, yetiştiği çevre, Harbiye yılları, katıldığı savaşlar, siyasi hayatı ve trajik ölümü anlatılıyor.

Deli Halid Paşa kimdir?

Deli Halid Paşa (Halid Karsıalan) 1883 yılında İstanbul- Eyüp’te doğdu. Sertliği, cesareti yüzünden Deli Halid lakabıyla anıldı. Babası Kastamonulu bir subay olan Ahmet Bey, annesi ev hanımı Fatma Hanım’dır. 1903 yılında Harbiye’yi bitirip, genç bir piyade teğmeni olarak Türk ordusuna katıldı. Subaylık hayatı boyunca 1908’de Yemen’de asi Araplarla, 1911’de Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı, 1912-1913’de Balkan Savaşı’nda Bulgarlar ve Sırplar ile Balkan çetecilerine karşı, 1914-1918’de Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkaslar’da Ruslara, İngilizlere, Gürcü ve Ermenilere karşı savaştı. 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra Kafkaslar’da İngilizlerin oyunlarını bozduğu için İngilizler tarafından arandı. İngilizlere teslim olmadı. İngilizler onu bulmak için ailesinin İstanbul’daki evini defalarca bastı, annesi bile sorguya çekilerek eziyet gördü; kardeşi tutuklandı. Bağımsızlık için Trabzon ve çevresinde milli örgütler kurdu. Erzurum ve Sivas kongrelerinde milli güçler lehine etkili oldu. 1919-1922’de İstiklâl Savaşı’nda önce Doğu Cephesi’nde Ermenilere karşı savaştı, Sarıkamış ve Kars’ı kurtardı. Sonra Batı Cephesi’nde Yunanlılar ile çarpıştı; destanlar yazdı. Büyük Taarruz ’da 18 Eylül 1922’ye kadar Marmara Bölgesi’ni Anadolu’daki son Yunan askerlerinden temizledi.

Deli Halid “Vatan bizimdir, kaçan haindir, düşmana sırtını döneni vururum, ben dönersem siz de beni vurun!” diye emir verebilen, üzerinde taşıdığı iki tabancadan sağdakine namuslu, soldakine namussuz, namuslu ile düşmana, namussuzla hainlere sıkan, düşman üstüne Fetih suresini ezberden okuyarak gidebilen bir Serdengeçti idi. Savaş meydanlarında 13 defa yaralandı.

Deli Halid Paşa İstiklâl Savaşı’ndan sonra II. Meclis’e 1923’de Ardahan mebusu olarak girdi. Malûl gazilerle ilgili verdiği bir önerge yüzünden Ali Çetinkaya ile tartıştı. İkisi arasındaki bu münakaşa çatışmaya dönüştü. Düşmanların öldüremediği Deli Halid Paşa, Rize mebusu Rauf ‘un arkadan vurmasıyla 1925 yılında daha 42 yaşında iken dost (!) kurşunuyla öldü.

Kitapta Deli Halit Paşa’nın katıldığı, komutanı olduğu savaşlar etraflıca anlatılmaktadır. Ben bu yazıda Deli Halit Paşa’nın Türk toplumunda fazla bilinmeyen, iki mücadelesine dikkat çekmek istiyorum. Bunlardan birisi, deli Halit Paşa’nın 1916 yılında Ruslar karşısında ata yurdum Bayburt’ta yazdığı destan olan “Kop Dağı-Bayburt Savunmasıdır. Diğeri İstiklâl Savaşı’nda Bayburt-Hart’ ta İslâm kisvesi ardına saklanıp bozgunculuk yapan, isyan çıkaran, milletimizin birliğini bozan Şeyh Eşref İsyanını bastırmasıdır.

Deli Halid Paşa ve Kop Dağı-Bayburt Savunması

Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Ordusu Çanakkale ve Kut-ul Amare’den başka Kop Dağı- Bayburt Savunması’nda destanlar yazdı.

Bayburt-Kop Dağı Savunması sıradan, basit bir savunma olmayıp, milletimizin kaderini doğrudan etkileyen önemli bir mücadeledir; Türk tarihinde adı geçen diğer savunma savaşlarından ayıran üstün tarafı önceden hazırlık yapılmış bir savunma olmamasındandır.

Mareşal Fevzi Çakmak “Bayburt müdafaası muvaffak olmuş, bir Plevne sayılmalıdır” der. Bayburt-Kop Dağı Savunması 2600 rakımlı Kop dağlarında cereyan etmiştir. Ruslar 1916 yılı başında bir kış harbiyle kuvvetlerimizi yenip, Erzurum’u aldıktan sonra Bayburt üzerine yürüyüp, kısa zamanda İstanbul önlerine geleceklerini düşünüyorlardı. Rusların Aşkale Bayburt istikametinde ilerlediği duyulunca Bayburt’tan ve bölgeden oluşturulan milis kuvvetleri Halid Bey komutasındaki kuvvetlerle birleşip savunmadaki yerlerini aldılar. Rusların öncü birlikleri ile ilk muharebe 8 Şubat 1916’da başladı ve 5 gün sürdü. Rus taburunun büyük kısmı imha edildi. Ruslar ağırlıklarını bırakarak kaçtılar.

Deli Halid komutasında Çoruh Müfrezesi 14 Mart gecesi yaptığı baskınla Rus birliğini perişan etti. Rus askerlerinin büyük kısmı esir ve silahları ganimet olarak alındı. Ruslar Bayburt’un etrafındaki şehirleri işgal etmesine rağmen, Bayburt’u alamadılar. Rusların 20 Mart’tan 28 Mart’a kadar yaptığı bütün saldırıları Deli Halid ve Çoruh Müfrezesi püskürttü. 17 Nisan’da başlayan Kop Muharebesi çok çetin oldu. Ruslar 3 saldırıdan sonra Kop Geçidi’ni ele geçirdiler. 18 Nisan’da Ruslar Trabzon’a girdiler. 8 Mayıs’ta 2600 rakımlı tepede tutunmaya çalışan Ruslara hücum edildi. 250 Rus askeri esir alındı. Bu muharebelerde Rusların 10 bin askeri öldü, 1000 askerleri esir oldu. Bizim kayıplarımız bunun yarısıdır. 14 Mayıs’tan itibaren Ruslar Trabzon limanına çıkardıkları takviyelerle Bayburt Cephesi kuvvetlerini 70 tabura yükselttiler. Bunlar 2 Temmuz 1916’da yaptıkları bombardıman ve baskınlarla Akdağ’ı ele geçirdiler. 6 Temmuz’da yapılan kanlı muharebelerde hep en önde, çoğu zaman yaya, bazen at sırtında düşmanla bir er gibi savaşan Deli Halid çok ağır bir yara aldı. Derhal tedavisi yapılmak üzere cephe gerisine götürüldü. Oradan İstanbul’a ve daha sonra da 7 ay sürecek tedavisi için Avusturya’ya gönderildi.

Deli Halid’in ağır yaralanarak temiz kanının vatan toprağına akmasından 10 gün sonra 16 Temmuz’da Bayburt düştü. Ancak Kop Dağı Savunması ile Rusların Bayburt önünde mıhlanıp 6 ay kalması, Türkiye ve Dünya’nın kaderini değiştirdi. Bu şanlı savunmanın da etkisiyle Rusya’da Çarlık çöktü, Bolşevik isyanı çıktı. Rusların çekilmesinden sonra Bayburt ve diğer şehirlerimiz Ermeni işgali ve zulmü altında kaldı. Bu bölgemiz ancak 1918’de milisler ve Türk ordusu tarafından kurtarıldı.

Deli Halid Paşa’nın Bayburt’ta Şeyh Eşref İsyanını bastırması 

Deli Halid Paşa 1919’da Milli mücadelenin hemen başlarında Trabzon ve çevresinde Kuva-yı Milliye’yi örgütledi. Bu dönemde Yunanlılar ve İngilizlerle işbirliği yapacak derecede alçalan Hürriyet ve İtilaf Partisi ile Damat Ferit Hükümeti ise, Anadolu’daki Milli Hareketi engellemek çalıştı. Özellikle Şeyhülislam Dürrizade ve Mustafa Sabrilerin yayınladığı Milli Mücadele’ye karşı olan Fetvalar Anadolu’nun birçok şehrinde ayaklanmaya sebep oldu; kardeş kardeşe kırdırıldı. İç ayaklanma ve boğuşmalardaki mal ve can kaybımızın bilançosu Yunanlıların ilk zamanlarda verdirdikleri kayıplardan hiç de az değildir. İşte böyle bir ayaklanma Bayburt’un 20 km. kadar kuzey batısında bulunan ovada bugünkü adı Aydıntepe olan Hart ilçesinde oldu. Burada oturan Şeyh Eşref adındaki bir kişi1908’lerden itibaren etrafına topladığı müritleriyle özellikle Bayburt, Sürmene ve Erzurum dolaylarında etkili oluyordu.

Kendisini beklenen Mehdi olarak gösteren, Müslümanlar arasına bölücülük sokan, karışıklıklar çıkaran Şeyh Eşref çeşitli tarihlerde devlet makamları tarafından yapılan uyarılara aldırış etmeden faaliyetlerine devam etmiş, Milli Mücadele’ye karşı olduğunu ilan etmişti.

İbrahim Özkan kitabında o dönemde Müslüman  din adamı sıfatlı birisinin Milli Mücadele’ye karşı çıkışını şöyle değerlendiriyor: “Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerindeki Ermeni ve Rum isyanları ve faaliyetleri milletimiz için zaten büyük tehditler oluştururken, güneyde İngiliz, Fransız, İtalya işgalleri devam ederken, bir de Şeyh Eşref’in bu tutum ve davranışları milli birliğimizin kurulabilmesi için ciddi bir engel teşkil ediyordu. Bu bölgelerdeki Ermeni, Rum Hristiyan din adamlarının kendi milletleri için yaptıkları birleştirici faaliyetler göz önüne alındığında, Şeyh Eşref’in bu tutum ve davranışı oldukça düşündürücüdür.” (s.206)

Şeyh Eşref’in çıkardığı bozgunculuğu, kardeşkanı dökülmeden barış içinde konuşabilmek maksadıyla Bayburt Kaymakamı Müftü aracılığıyla Şeyh Eşref’i 26 Ekim 1919’da Bayburt’a çağırdı. Şeyh Eşref hükümeti dinsiz, vatanın selameti için çalışan subayları ve kaymakamı şeriata uymayan gâvur olmakla itham etti. Çağrıyı kabul etmediği gibi, teklifi getiren müftüye hakaretler etti; silahlı müritleriyle geri gönderdi. Bayburt kaymakamı bu durumu Erzurum valisine bildirdi. Alınan karar gereği Bayburt’ta bulunan 18.Alay’dan 50 kişilik bir müfreze oluşturuldu. Binbaşı Nuri Bey komutasında Hart’a gönderildi.6 Aralık 1919’da Hart’a varan Binbaşıyı Şeyh Eşref güler yüzle karşıladı. Kendisinin kötü niyeti olmadığını, Milli Mücadele’ye karşı olmadığını, ne emredilirse yapacağını söyledi. Buraya kadar zahmet edip geldikleri için misafiri olmalarını söyledi. Askerler evlere dağıtıldı. Fakat Binbaşı Nuri Bey güvenlik tedbiri almama hatasını hayatıyla ödedi. Diğer subaylar kâfir kabul edilerek imanlarını tazelemek için diz çökertildi; askerlerin de silahları alındı. 3 gün sonra Şeyh Eşref’in üzerine bu sefer Yarbay Hasan komutasında 60 askerden oluşan iki piyade birliği gönderildi. Bunlar da yolda baskına uğrayıp, şeyhe esir oldular. 

Bunun üzerine Deli Halit Paşa 600 piyade, 110 kadar süvari ve 4 topla 24 Aralık’ta Hart’a geldi. Şeyh Eşref teslim olmayı reddetti. “Hepiniz kâfirsiniz, kimseyi tanımam, harp edeceğiz dedi ve Şeyhin müritleri Türk askerlerine ateş açınca, çatışma başladı. 18 er şehit, 43 er de yaralandı.

Eserde Deli Halid Paşa’nın birkaç yıl önce Ruslara karşı aynı bölgede vatanımızı, milletimizi, dinimizi korumak için yaptığı savaşa dikkat çekiliyor, Şeyh Eşref ve adamlarının şimdi Türk askerlerine ateş açmalarının yanlışlığı üzerinde şöyle duruluyor: “Bu insanların gözleri ve gönülleri o kadar kör olmuştu ki, güya dine sahip çıkacağız diye daha dört sene önce dinlerini, kendilerini Ruslara karşı korumuş, buralara Rus çizmesi değmesin, ezanlar susmasın, dinimiz yücelsin, serbestçe ibadetimiz yapılsın diye aylarca dondurucu soğukta adam boyu karlar içinde savaşmış ve bu uğurda ölümcül şekilde yaralanmış, savaşta bile ibadetlerini aksatmamış, düşman üstüne ezberden Fetih suresini okuyarak giden Deli Halid’e ateş açıyorlardı. Bu nasıl körlük ve nakörlüktü Allahım!(s.209)

Deli Halid’in cesurca sevk ve idaresi sonucu isyancılar gittikçe zor duruma düştüler. Açılan bir top ateşiyle “Bana kurşun işlemez!” diye propaganda yapan Şeyh Eşref oğullarıyla birlikte hava uçuruldu. Dini kullanarak birliğimize kasteden, düşman gibi askerimize kurşun sıkan bu gerici ayaklanma böylece bastırıldı.

***

Deli Halid Paşa’yı anlatan bu kitabı, vatansever, kahraman bir askerin hayatı ve savaşlarını öğrenmek yanında, Türk Milleti’nin son bir asırlık serüveninden de ibret alınması için okunmasını tavsiye ediyoruz.

1) Deli Halid Paşa, İbrahim Özkan, Ötüken Yay.  3.Bas. İstanbul, Mart 2016