Bir örnek olarak; Abdülhamid ve dönemini konu alan “Payitaht” isimli dizide hiçbir belgede olmadığı halde Sultan’a İngiliz elçisini tokatlattırıyorlar, padişahı bir evliya gibi göstermek için bir zikir töreninde gösteriyorlar. Son olarak bir profesör Abdülhamid’in Google’i bulduğunu iddia edebilmişti.
Türkiye’de Abdülhamid karşıtlığı, onun istibdat yönetimine karşı 1908’den önce başlıyor ve tahttan indirilmesiyle devam ediyor. Daha sonra ise; yeni rejimi yerleştirmek için Osmanlı ve özellikle Abdülhamid dönemi yazılan makale ve kitaplarda karalanıyor. Buna karşı Atatürk ve Cumhuriyet rejimini beğenmeyenler de Abdülhamit’i savunmaya ve onu hatasız, insanüstü bir varlıkmış gibi göstermeye başlıyor.
Hâlbuki genç nesiller târihi şahsiyetleri ve onların zamanlarını ancak kapsamlı, tarafsız, ilmî eserlerden doğru olarak öğrenebilir.
Bu yazıda II. Abdülhamid ve dönemi hakkındaki iki önemli eseri tanıtacağım ve bunlardan alıntılarla düşüncelerimi paylaşacağım.
Birinci eser; tarihçi Yılmaz Öztuna’nın Kubbealtı Yayınlarından çıkan “II. Abdülhamid, Zamanı ve Şahsiyeti” isimli kitabıdır.
Bu kitapta Sultan Hamid devri Türkiye’sinin genel durumu, dış ilişkileri, 2.Meşrutiyet’in ilânı ile ilk yılı ve padişahın şahsiyeti incelenmektedir.
Eserde Sultan Hamid döneminde yapılanlar, özellikle eğitimde atılan adımlar şöyle anlatılıyor; “Bununla beraber Sultan Hamid devri, hiçbir şeyin yapılmadığı bir devir değildir. Büyük bayındırlık ve kültür eserleri gerçekleştirilmiştir. Sultan Hamid’in muhalifleri bile, onun kurduğu mekteplerde okuyarak aydınlanmışlar ve Türkiye’nin geriliğini, rejimin yetersizliğini anlayabilecek dereceye gelmişlerdir. Sultan Hamid doğu ve batı kültürlerine hâkim kalabalık bir nesil yetiştirmiş, maalesef bu nesil başta Çanakkale ve Sarıkamış olmak üzere 1911’den 1922’ye kadar aralıksız devam eden savaşlarda harcanmıştır.” (s.158) Buna bağlı olarak; Türkiye’de ilk defa onun döneminde açılan okullar, hukuk fakültesinden, siyasal bilgiler fakültesine, tıbbiyeden teknik üniversiteye kadar çeşitli yüksek okullar ve orta öğretim okulları sayılıyor.
Eserde Batı’yı Sultan Hamid’e karşı ayağa kaldıran çok mühim hâdise olarak Filistin’de Yahudi göçmenlerin yerleşmesi talebinin padişah tarafından reddi anlatılıyor. Sultan Hamid, Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl’in bu amaçla yaptığı rüşvet teklifini kabul etmiyor ve huzurundan kovuyor.(s.95)
Yılmaz Öztuna; Sultan Hamid’in tahttan indirilmesinin kendisine bildirilme tarzını Türkiye târihinin asla silinmeyecek lekelerinden biri olarak kalacağını yazmaktadır, Ona göre; Hal’i tebliğe, milletvekili ve senatörlerden seçile seçile, şu hey’et memur olmuştur; milletvekili Yahûdi Emanuel Karaso, senatör Ermeni Aram, milletvekili Arnavut Es’ad Toptani, senatör Gürcü Arif Hikmet Paşa. Yeryüzündeki Müslümanların halifesine hal’ini tebliğ edecek dört kişilik hey’ette iki gayrı Müslim’in bulunmasıyla yüz milyonlarca Müslüman’a hakaret edilmiş, bu şahısların ileriki yıllarda vatan hainlikleri sabit olmuş ve devletin haysiyetine darbe indirilmiştir.(s.151)
***
İkinci kitap; Şevket Süreyya Aydemir’in Remzi Kitapevi yayınlarından çıkan "Enver Paşa” isimli 3 ciltten oluşan eseridir.
Yazar, eserin 1. cildinde Sultan Abdülhamit dönemini çeşitli yönlerden inceliyor. Devlet yönetimi, devletin mali yapısı, ordunun durumu, yabancılara verilen imtiyazlar, padişaha tahsis edilen maaş, dış politika ve kaybedilen topraklar, imparatorluğun demografik yapısı vb. gibi başlıklar altında imparatorluğun görünüşü çeşitli tarihi kaynak ve belgelere dayanarak etraflıca çiziliyor.
Bu dönemde devletin nasıl bir âcizlik içine düştüğüne örnek olarak; Fransızların Midilli adasını işgalini şöyle anlatıyor; “İstanbul’da sarraflık işleri yapıp devlete de diledikleri hesap şekilleri ve diledikleri faizlerle borç veren levantenlerden iki kişinin alacağı vaktinde ödenmeyince, Fransız donanması, Osmanlı sularına gelerek Türkiye’ye ait Midilli adasını işgal etti. Fransız askerleri bu borçlar ödeninceye kadar oradan çekilmediler. Yani, nihayet ticaret mahkemesine gidebilecek olan davasını Fransız Hükümeti ve donanması benimsedi. 4 Kasım 1901’de Fransızlar Midilli’ye böylece çıktılar. Hükümet, borçları ödeyeceğini bildirdiği halde, işgal devam etti. Ve Osmanlı hariciyesi, bu koloni saldırısına Rusya ve İngiltere’nin dikkatini çektiği ve onlardan destek aradığı halde, hiçbir yardım görmedi. Ve Hükümet istenilen borcu, yani 500.000 altını, iki düzenbaza, o miktara varmadığını bile bile ödemek zorunda kaldı.” (s.139)
Kitapta devletin böylesine güçsüz, zavallı durumlara düştüğü daha nice sahneler anlatılıyor: Mali esarete yol açan yüksek faizle borç alınışı, Düyun-u Umumiye’nin kurulması, emperyalist devletlerin misyoner okulları ve hastaneler açmasına izin verilmesi, devletin bazı bölgelerden vergi ve asker toplayamaması, batılı elçiliklerin kendi posta ve adli kurumlarına sahip olması, donanmanın çökertilmesi, Türk ordusunda subaylara aylarca maaş ödenmemesi, büyük topraklar kaybedilmesi, Türk dışişleri bakanlığının kozmopolit yapısı, yabancı işletmelere büyük imtiyazlar verilmesi, yönetimin bozulması ve halkın derebeylerin elinde kalması, 33 yıllık iktidarında ülkenin ihtiyaçlarına dünyanın gidişine cevap veren, çağı kucaklayan bir yönetim kuramaması, bütün bunlar ve daha fazlası II. Sultan Abdülhamit zamanıdır. Nedenleri ne olursa olsun; böyle beceriksiz, âciz yaşanılan devir Abdülhamit dönemidir ve görmezden gelinemez. Bu yüzden Abdülhamit’i günümüzde genç nesillere hatasız, örnek bir devlet adamı olarak göstermek mümkün değildir.
Sultan Hamîd, Osmanlı İmparatorluğu’nun çoktan lif lif çözüldüğü, ama emperyalizmin en azgınlaştığı dönemde padişah oldu. Sultan’ın hastalık derecesinde vehim ve korkuları yüzünden kurduğu jurnalcilik ve istibdat rejimi insanları canından bezdirdi ve onun yönetimine karşı tepki doğurdu. Ama bu dönemde devletimizi yıkmak, Türkiye’yi dünya haritasından silmek üzere bir araya gelmiş Haçlı- Siyonist ittifakına bağlı iç ve dış düşmanlarımız vardı. 21 Temmuz 1905’de Ermeniler devletimizin başı olan padişaha bir sûikast hazırladı. Bu sûikasttan Sultan’ın kıl payı kurtulması bazı Türk aydınlarını rahatsız etti. Bu aydınlardan biri olan şair Tevfik Fikret, yazdığı şiirinde sonsuz bir gafletle padişahın kurtulmasına üzülüyor, sûikastçıyı alkışlıyordu. Türk aydınlarının bu derece gaflet içinde olmasını anlamak mümkün değildir.
Yazar Şevket Süreyya, Sultan Hamid’i tahttan indiren kadroyu da incelediği “Lider ve Strateji yoksunluğu” başlıklı bölümde (s.243-291) İttihatçıların komitacılıktan geldiğini ve bu özelliklerinin değişmediğini, lider ve devlet adamlığı vasıfları olmadığını, idealizmlerinin havada kaldığını, sistemleştirilmiş fikirlere dayalı bir programları olmayışı yüzünden Abdülhamit’ten aldıkları devlet mirasını çok kısa zamanda harcadıkları değerlendirmesini yapıyor. Ona göre; “Genç Türkler hareketini Abdülhamit devrinin çöküntüsü doğurdu. Ama bu doğan çocuk da sıhhatli ve istikbal vadedici olarak doğmadı.”(s.290)
***
Bir tarafta Abdülhamid’i masum, hatasız gösterenler, diğer tarafta Türkiye ve Türk düşmanlarının padişaha kurduğu tuzakların boşa çıkmasına üzülenler… Abdülhamit’i nasıl tanıtmalı ve tanımalıyız? Hangi Abdülhamit?
Bize göre; tarihçi Yılmaz Öztuna’nın tarihe mal olmuş kişileri ve olayları nasıl tanıtma ve tanıma gerektiği konusunda ortaya koyduğu şu düşünce doğrudur. ”Tarihi olayları ve şahsiyetleri olduğu gibi göstermelidir. Uydurma tarihler, otoriter ve totaliter rejimlerin ürünüdür. İnsan oğlunun mutlaka gerçeklere ulaşmak gibi bir huyu vardır. Onu uzun zaman aldatmak isteyenlerin çabaları boşa gider. Hele yaşadığımız bilgisayar çağında…”(s.14)
Şubat/2018
Şubat/2018