İstiklâl Marşı, Türk milletinin hür, bağımsız, onurlu yaşamasına güç veren simgelerin başında gelir; onun mısrâlarındaki îmanla İstiklâl Savaşı kazanıldığı gibi, gelecekte de milletimizin bağımsızlık ve özgürlük ruhu, millet olma şuuru ebediyen yaşayacaktır.
Ne yazık ki; son yıllarda ortak millî değer ve simgelerimize saldırılar yoğunlaşmış, İstiklâl Savaşı’mız küçümsenmiş ve bu savaşı yürüten kumandanlarımız başta Atatürk olmak üzere itibarsızlaştırılmak istenmiş, hatta Türk milletinin emperyalizme karşı hür ve bağımsız ayakta kalma gayreti ve azmi olan milliyetçilik bile ayaklar altına alınmıştır. Millî bayramlarımız, andımız ve devlet ile milletimizin adı olan “Türk” adı etnik ayrıştırma yapılarak kaldırılmak istenmiş, İstiklâl Marşımız ve onun şairi de saldırıya uğramıştır. Bu yıl Trabzon’da bir İmam Hatip Okulu’nda öğrencilere İstiklâl Marşımız sanki Türkler için değil de Araplar için yazılmış bir millî marşmış gibi Arapça olarak okutulmuş, azınlık ırkçılığı yapan PKK yanlısı partinin başkanı milletimizin ortak değeri İstiklâl Marşı’nı “ırkçı” diye eleştirmiş, "Keşke Yunan galip gelseydi” diyebilen, Akif’e hiç benzemeyen günümüzün dincileri, İstiklâl Savaşı başlayınca belki de en Müslümanımız olduğu halde, Halife’nin emrini, Şeyhülislâm’ın fetvasını dinlemeyerek Anadolu’ya koşan Millî Marş’ımızın şairine konuşma ve yazılarında hakaret etmiştir.
Bu yazımızda; İstiklâl Marşımızın TBMM’de kabulünün 96. yılında, Türk Milleti’nin övünçlerinden birisi olan İstiklâl Marşı’mızın şairi Mehmet Âkif’in hayatı ve kişiliğini genç nesillerimizin öğrenmesi için anlatmak istiyoruz.
Mehmet Âkif Ersoy kimdir?
Mehmet Âkif, büyük şiirler yazmış, eserlerinde imanın, ahlâkın, insanlığın, güzel Türkçenin yücelerine yükselmiştir.
Onu yakından tanıyanların ifade ettiği gibi, insanlığından, ahlâkından en küçük pürüz düşünülmeyecek, yeni nesillere örnek olarak gösterilecek büyük bir insandır.
Mehmet Âkif’in hayatı:
Mehmet Âkif, 1873 yılında İstanbul’da doğdu. Babası İpek’li Temiz Tahir Hoca, annesi Buhara’lı bir aileden gelen Tokad doğumlu Emine Şerife Hanımdır. Fatih’e yakın Sarıgüzel Mahallesi’nde Türk-Müslüman, orta halli ve yoksul halkımızın gelenekleri içinde yetişen Âkif, ilk ve orta öğretiminden sonra Mektebi Mülkiye’ye yazıldı.(1888) Babasını kaybedince geçim sıkıntısına düştü. Parasız yatılı olarak Halkalı’daki Baytar Mektebi’ne girdi. İlk memurluğu Ziraat Bakanlığına bağlı, Baytar Dairesi müdür yardımcılığı idi. Bu görevde Anadolu ve Rumeli’de uzun yolculuklar yaptı. Şiirlerini 1908’den sonra yayınlamaya başladı. Aynı yıl İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. Üniversite’de Edebiyat öğretmenliği yaparken Sırâtı Müstakim dergisinin başyazarlığını kabul etti. 1911’de Safahat’ın ilk bölümünü çıkardı. 1912’de iki aylık Mısır seyahatini Medine’ye kadar uzattı. Dönüşünde müdürünün haksız yere işten atılmasına kızarak Baytar dairesi müdür yardımcılığından istifa etti. 1.Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki’ye bağlı Teşkilatı Mahsusa aracılığı ile Almanlar tarafından Berlin’e davet edildi. Bu seyahat, edebiyatımıza “Berlin Hâtıraları’nı” kazandırdı. Almanya dönüşü yine Teşkilat tarafından Necit’e gönderilen Âkif Medine’ye uğrayıp Hz. Peygamberin Ravzâsını ziyaret etti. Daha yoldayken işittiği Çanakkale zaferinin sevinciyle şehitlere seslenen muhteşem şiirini meydana getirdi.
Akif, mütareke devrinde ve hele İzmir’in işgâlinden sonra büyük üzüntülere düştü. Fakat Sebilürreşat dergisini Kurtuluş şuurunun alevli bir organı haline getirdi. Bu büyük yurtsever önce Balıkesir’e gitti. Cami kürsülerindeki vaazlarıyla halkın gayret ve maneviyatını yükseltti. Damat Ferit hükümeti onun bu gayretlerini beğenmedi. Memurluğuna son verdiler. Konuşmaları gizlice Anadolu’ya dağıtıldı. Artık duracak bir zaman olmadığına inanan Akif, Anadolu’ya geçti. 9 Mayıs 1920’de Ankara’ya vardı. Konya’da çıkan bir isyan üzerine, halkı millî mücadelenin gerekliliğine inandırmak için oraya gönderildi. Cami kürsülerindeki sözleri ile bazı yanılmışları uyardı. Oradan Kastamonu’ya geçip Nasrullah camiindeki çok ünlü konuşmasını yaptı. O gün şöyle diyordu: "Müslümanlar, sakın milli hareket aleyhinde olanların sözlerine kulak asmayın! Onlar halkımızı köle haline getirmek istiyorlar. İçimizde çıkan isyanlar hep mel’un düşmanların parmağı ile olmuştur. Aklımızı başımıza toplayalım. Çünkü elimizde kalan bir avuç toprağı da verecek olursak, çekilip gitmek için bir karış yerimiz yoktur.’’
Ellerini göklere kaldırıp duaya başladığı zaman sözlerini camiyi hınca hınç doldurmuş cemaat hüngür hüngür ağlayarak dinliyordu. Bu konuşma çoğaltılarak bütün Anadolu’ya dağıtıldı. Bu sırada TBMM’ne Burdur milletvekili seçilerek Ocak 1921’de Ankara’ya döndü. Bütün milletvekili dönemini Tacettin Dergâhı’nda geçirdi. Anadolu’nun düşman tarafından çiğnenişi hüznü, kurtuluşa doğru umutları, düşmana yönelen azimleri, zafer sevinçlerini en güzel duyan ve gelecek yüzyıllara nakleden vatan şairimiz oldu. O, bu dönem Türklüğünü hüzün, umut ve sevinçleriyle dile getiren benzersiz bir şairdir. Akif’in Çanakkale şehitleri için yazdığı şiiri destan ise, Anadolu kurtuluşunun en kara günlerinde şaşılacak bir umut sezgisi ve irade gücüyle dile getirdiği şiiri de İstiklâl Marşı’dır. İstiklâl Marşı ile Âkif’in söyleyiş güzelliği ve şiir yönünden yeryüzündeki milli marşların hiç birisiyle ölçülemeyecek kadar üstün ve derin anlamlı bir şiirdir. İstiklâl Marşı, büyük bir milleti yüzyıllarca ayakta tutacak kadar sağlam, derin ve tarihi mısralarla örülmüştür. Bu şiirin;
Ne yazık ki; son yıllarda ortak millî değer ve simgelerimize saldırılar yoğunlaşmış, İstiklâl Savaşı’mız küçümsenmiş ve bu savaşı yürüten kumandanlarımız başta Atatürk olmak üzere itibarsızlaştırılmak istenmiş, hatta Türk milletinin emperyalizme karşı hür ve bağımsız ayakta kalma gayreti ve azmi olan milliyetçilik bile ayaklar altına alınmıştır. Millî bayramlarımız, andımız ve devlet ile milletimizin adı olan “Türk” adı etnik ayrıştırma yapılarak kaldırılmak istenmiş, İstiklâl Marşımız ve onun şairi de saldırıya uğramıştır. Bu yıl Trabzon’da bir İmam Hatip Okulu’nda öğrencilere İstiklâl Marşımız sanki Türkler için değil de Araplar için yazılmış bir millî marşmış gibi Arapça olarak okutulmuş, azınlık ırkçılığı yapan PKK yanlısı partinin başkanı milletimizin ortak değeri İstiklâl Marşı’nı “ırkçı” diye eleştirmiş, "Keşke Yunan galip gelseydi” diyebilen, Akif’e hiç benzemeyen günümüzün dincileri, İstiklâl Savaşı başlayınca belki de en Müslümanımız olduğu halde, Halife’nin emrini, Şeyhülislâm’ın fetvasını dinlemeyerek Anadolu’ya koşan Millî Marş’ımızın şairine konuşma ve yazılarında hakaret etmiştir.
Bu yazımızda; İstiklâl Marşımızın TBMM’de kabulünün 96. yılında, Türk Milleti’nin övünçlerinden birisi olan İstiklâl Marşı’mızın şairi Mehmet Âkif’in hayatı ve kişiliğini genç nesillerimizin öğrenmesi için anlatmak istiyoruz.
Mehmet Âkif Ersoy kimdir?
Mehmet Âkif, büyük şiirler yazmış, eserlerinde imanın, ahlâkın, insanlığın, güzel Türkçenin yücelerine yükselmiştir.
Onu yakından tanıyanların ifade ettiği gibi, insanlığından, ahlâkından en küçük pürüz düşünülmeyecek, yeni nesillere örnek olarak gösterilecek büyük bir insandır.
Mehmet Âkif’in hayatı:
Mehmet Âkif, 1873 yılında İstanbul’da doğdu. Babası İpek’li Temiz Tahir Hoca, annesi Buhara’lı bir aileden gelen Tokad doğumlu Emine Şerife Hanımdır. Fatih’e yakın Sarıgüzel Mahallesi’nde Türk-Müslüman, orta halli ve yoksul halkımızın gelenekleri içinde yetişen Âkif, ilk ve orta öğretiminden sonra Mektebi Mülkiye’ye yazıldı.(1888) Babasını kaybedince geçim sıkıntısına düştü. Parasız yatılı olarak Halkalı’daki Baytar Mektebi’ne girdi. İlk memurluğu Ziraat Bakanlığına bağlı, Baytar Dairesi müdür yardımcılığı idi. Bu görevde Anadolu ve Rumeli’de uzun yolculuklar yaptı. Şiirlerini 1908’den sonra yayınlamaya başladı. Aynı yıl İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. Üniversite’de Edebiyat öğretmenliği yaparken Sırâtı Müstakim dergisinin başyazarlığını kabul etti. 1911’de Safahat’ın ilk bölümünü çıkardı. 1912’de iki aylık Mısır seyahatini Medine’ye kadar uzattı. Dönüşünde müdürünün haksız yere işten atılmasına kızarak Baytar dairesi müdür yardımcılığından istifa etti. 1.Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki’ye bağlı Teşkilatı Mahsusa aracılığı ile Almanlar tarafından Berlin’e davet edildi. Bu seyahat, edebiyatımıza “Berlin Hâtıraları’nı” kazandırdı. Almanya dönüşü yine Teşkilat tarafından Necit’e gönderilen Âkif Medine’ye uğrayıp Hz. Peygamberin Ravzâsını ziyaret etti. Daha yoldayken işittiği Çanakkale zaferinin sevinciyle şehitlere seslenen muhteşem şiirini meydana getirdi.
Akif, mütareke devrinde ve hele İzmir’in işgâlinden sonra büyük üzüntülere düştü. Fakat Sebilürreşat dergisini Kurtuluş şuurunun alevli bir organı haline getirdi. Bu büyük yurtsever önce Balıkesir’e gitti. Cami kürsülerindeki vaazlarıyla halkın gayret ve maneviyatını yükseltti. Damat Ferit hükümeti onun bu gayretlerini beğenmedi. Memurluğuna son verdiler. Konuşmaları gizlice Anadolu’ya dağıtıldı. Artık duracak bir zaman olmadığına inanan Akif, Anadolu’ya geçti. 9 Mayıs 1920’de Ankara’ya vardı. Konya’da çıkan bir isyan üzerine, halkı millî mücadelenin gerekliliğine inandırmak için oraya gönderildi. Cami kürsülerindeki sözleri ile bazı yanılmışları uyardı. Oradan Kastamonu’ya geçip Nasrullah camiindeki çok ünlü konuşmasını yaptı. O gün şöyle diyordu: "Müslümanlar, sakın milli hareket aleyhinde olanların sözlerine kulak asmayın! Onlar halkımızı köle haline getirmek istiyorlar. İçimizde çıkan isyanlar hep mel’un düşmanların parmağı ile olmuştur. Aklımızı başımıza toplayalım. Çünkü elimizde kalan bir avuç toprağı da verecek olursak, çekilip gitmek için bir karış yerimiz yoktur.’’
Ellerini göklere kaldırıp duaya başladığı zaman sözlerini camiyi hınca hınç doldurmuş cemaat hüngür hüngür ağlayarak dinliyordu. Bu konuşma çoğaltılarak bütün Anadolu’ya dağıtıldı. Bu sırada TBMM’ne Burdur milletvekili seçilerek Ocak 1921’de Ankara’ya döndü. Bütün milletvekili dönemini Tacettin Dergâhı’nda geçirdi. Anadolu’nun düşman tarafından çiğnenişi hüznü, kurtuluşa doğru umutları, düşmana yönelen azimleri, zafer sevinçlerini en güzel duyan ve gelecek yüzyıllara nakleden vatan şairimiz oldu. O, bu dönem Türklüğünü hüzün, umut ve sevinçleriyle dile getiren benzersiz bir şairdir. Akif’in Çanakkale şehitleri için yazdığı şiiri destan ise, Anadolu kurtuluşunun en kara günlerinde şaşılacak bir umut sezgisi ve irade gücüyle dile getirdiği şiiri de İstiklâl Marşı’dır. İstiklâl Marşı ile Âkif’in söyleyiş güzelliği ve şiir yönünden yeryüzündeki milli marşların hiç birisiyle ölçülemeyecek kadar üstün ve derin anlamlı bir şiirdir. İstiklâl Marşı, büyük bir milleti yüzyıllarca ayakta tutacak kadar sağlam, derin ve tarihi mısralarla örülmüştür. Bu şiirin;
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan, şüheda!…’’
gibi mısraları, şiir ve mısrâ haline konulmuş bütün bir Türk Tarihi ve Türkiye toprağıdır. Bu kadar büyük bir tarihi, bu kadar ulu bir vatanı, bu kadar kuvvetli iki mısrâya sığdıran şair, milleti tarafından ne ölçüde sevilse ve ne derece övülse yeridir.
30 Ağustos 1922’de kazandığımız büyük zafer sonunda vatanın bütünüyle kurtuluş günleri Mehmet Âkif’in hayatındaki en mutlu zamanlar oldu. Ona göre Türklüğün şahlanışı bizim öncülüğümüzde İslâm dünyasının kurtuluşu demek olacaktı. Akif, Batılı-çağdaş, fakat İslamlığın müsbet temellerine dayanarak geri kalmış İslam halklarına liderlik eden milliyetçi bir yönetim istiyordu. Fakat yeni Türkiye, asırlar süren yenilgilerden kurtulup, kötü yönetimlerin yaralarını sarmak için milli-çağdaş-inkilâpçı ilkeler üzerine kurulmuştu. Bu görüş ayrılığı nedeniyle ömrü boyunca tükenmeyecek karamsarlığa düştü.
1925’den sonra Mısır’da kaldı. İlk yıllarda Kahire Üniversitesi’nde Türkçe dersleri verdi. Fakat bu dönem onun en verimsiz zamanıdır. Hemen hemen hiç şiir yazmadı. Bu arada Kur’an tercümesi ile uğraştı. Fakat yaptığı tercümeyi yaktırdı. 1935 yılında siroz hastalığına tutuldu. Tedaviler bir işe yaramayınca Âkif, gurbette ölmek korkusuna düştü.
1936 Haziranında yurda döndü. Bütün ilgi ve bakıma rağmen, 27 Aralık 1936’da büyük şair vefat etti. Tabutu birkaç dostunun ve üniversite gençliğinin vefâlı elleri üstünde taşındı. Mezarı başında İstiklâl Marşı söylendi.
Mehmet Âkif’in Kişiliği:
Âkif, her ülkede az yetişir soydan, bir ahlâk ve ülkü adamıdır. Şu mısralarda kendini anlatmıştır:
Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Âkif, her ülkede az yetişir soydan, bir ahlâk ve ülkü adamıdır. Şu mısralarda kendini anlatmıştır:
Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem,
Biri ecdâdıma saldır dımı hattâ boğarım…
-Boğamazsın ki.
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam,
Hele Hak namına haksızlığa ölsem tapamam,
Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum,
Kesilir belki, fakat çekmeğe gelmez boynum,
Kanayan bir yara gördüm mü, yanar tâ ciğerim.
Onu dindirmek için, kamçı yerim, çifte yerim.
‘’Adam aldırma da geç git! ‘’diyemem, aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu…
Âkif, ileri sürdüğü düşüncelere uyarak yaşayan gerçek bir karakter adamıdır. O özü sözüne uyar ahlâk sahibi bir insandır.
Âkif, yapıcı, aydın ve kötülüklerle didişen Türk-İslâm ahlâkını ömrünce yaşayıp telkin etmiştir. Günlük hayatta karıncayı bile incitmekten korkan bu çelebi insan, millet, vatan ve Tanrı konularında çok kırıcı olabilmektedir.
Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz!
Âkif, ileri sürdüğü düşüncelere uyarak yaşayan gerçek bir karakter adamıdır. O özü sözüne uyar ahlâk sahibi bir insandır.
Âkif, yapıcı, aydın ve kötülüklerle didişen Türk-İslâm ahlâkını ömrünce yaşayıp telkin etmiştir. Günlük hayatta karıncayı bile incitmekten korkan bu çelebi insan, millet, vatan ve Tanrı konularında çok kırıcı olabilmektedir.
Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz!
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz
Düşer mi tek taşı sandın harim-i namusun?
Meğer ki harbe giden son nefer şehid olsun…
Bu özellikler onun orta halli yoksul bir İstanbul semtinde aldığı Türk-İslâm terbiyesiyle ilgilidir. Âkif, müsbet ilimler öğretimi görmüştür. Arapça, Farsça, Fransızcayı anadili kadar iyi bilir. Yoksullara acır, başkalarının derdi için mücadele eder. Geldiği yer, tam anlamıyla yoksul halkımızın içiydi. O, halka romantik köşklerden bakmamış, onun içinden gelmiştir. Basık evler, çamurlu sokaklar, insanların ruhunu çökerten kahveler onun içinden geldiği tanıdığı dekorlardır. Âkif, edebiyatımızın sosyal-gerçekçi ilk şiirlerini yazmıştır.
Onun karakterinin ana çizgileri onu tanıyanlarca şöyle tanıtılıyor;
Çalışkan, emeğe önem verir, insanlığa faydalı olmuş bütün kişileri sever, dost dediklerine bağlanırdı.
Sevdiklerinin zaaflarına katlanırdı. Kalabalık toplantılarda susar, biraz övülünce mahçub olurdu. Hazır cevaptı. Fıkra anlatmaktan hoşlanırdı. Kaba sofuluk gibi, kaba dinsizlik de onu rahatsız ederdi. Her şeyi değiştirmek sarasına tutulmuş züppeler gibi; yenilik namına gökten nur inse kabul eylemeyen görenekçilere de kızıyordu.
Fikir ve sanatta açık kalpli idi. Tartışmayı usulüne göre olursa severdi, Cahilliği, çalımcılığı sevmez, soysuz kimselerle alay eder, halkın ve yurdun ıstırabına kaygusuz dolaşanlara adam diye bakmazdı. Verdiği sözü yapar, randevusuna zamanında gelirdi. Başkasına yapılan haksızlığa isyan ederdi. Kuvvet önünde eğilmez, siyasetçilere sokulmazdı. Şiirlerinde hiç adam övmemiştir. Kendi derdini şiirlerinde hiç yazmamıştır.
Mehmet Âkif’in hayatı ve kişiliği bize onun Türk-İslâm-Batı ahlâkının değerlerini nefsinde toplamış bir yüce insan örneği olduğunu göstermektedir.
Kaynakça;
Sâmiha Ayverdi, Âbide Şahsiyetler, Devlet Kitapları, İstanbul,1976
Bu özellikler onun orta halli yoksul bir İstanbul semtinde aldığı Türk-İslâm terbiyesiyle ilgilidir. Âkif, müsbet ilimler öğretimi görmüştür. Arapça, Farsça, Fransızcayı anadili kadar iyi bilir. Yoksullara acır, başkalarının derdi için mücadele eder. Geldiği yer, tam anlamıyla yoksul halkımızın içiydi. O, halka romantik köşklerden bakmamış, onun içinden gelmiştir. Basık evler, çamurlu sokaklar, insanların ruhunu çökerten kahveler onun içinden geldiği tanıdığı dekorlardır. Âkif, edebiyatımızın sosyal-gerçekçi ilk şiirlerini yazmıştır.
Onun karakterinin ana çizgileri onu tanıyanlarca şöyle tanıtılıyor;
Çalışkan, emeğe önem verir, insanlığa faydalı olmuş bütün kişileri sever, dost dediklerine bağlanırdı.
Sevdiklerinin zaaflarına katlanırdı. Kalabalık toplantılarda susar, biraz övülünce mahçub olurdu. Hazır cevaptı. Fıkra anlatmaktan hoşlanırdı. Kaba sofuluk gibi, kaba dinsizlik de onu rahatsız ederdi. Her şeyi değiştirmek sarasına tutulmuş züppeler gibi; yenilik namına gökten nur inse kabul eylemeyen görenekçilere de kızıyordu.
Fikir ve sanatta açık kalpli idi. Tartışmayı usulüne göre olursa severdi, Cahilliği, çalımcılığı sevmez, soysuz kimselerle alay eder, halkın ve yurdun ıstırabına kaygusuz dolaşanlara adam diye bakmazdı. Verdiği sözü yapar, randevusuna zamanında gelirdi. Başkasına yapılan haksızlığa isyan ederdi. Kuvvet önünde eğilmez, siyasetçilere sokulmazdı. Şiirlerinde hiç adam övmemiştir. Kendi derdini şiirlerinde hiç yazmamıştır.
Mehmet Âkif’in hayatı ve kişiliği bize onun Türk-İslâm-Batı ahlâkının değerlerini nefsinde toplamış bir yüce insan örneği olduğunu göstermektedir.
Kaynakça;
Sâmiha Ayverdi, Âbide Şahsiyetler, Devlet Kitapları, İstanbul,1976
Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB, İstanbul,1987
Nihad Sâmi Banarlı, Kültür Köprüsü, Kubbealtı, İstanbul, 1985