Çocuktuk. Bahçede oynarken anneannemiz uzaktan seslendi, yemeğe çağırıyordu. Eve ince bir patikadan gidilirdi de komşu bahçelerin çitlerini aşarak kestirmeden gitmek varken uzun yola ne gerekti. Sağa sola baka, çeperleri aşa, oyalana, oynaya eve doğru ilerlerken kavaklık alanda gözümüz daha önce hiç görmediğimiz bir çiçeğe ilişti. Usulca çiçeğe doğru eğildik. Anneanne çağrıları kulağımızda, küçük bir odun parçasını kaptığımız gibi çiçeği yerinden sökmeye koyulduk. Komşu bahçenin sahiplerinden biri de uzaktan bakıyor. Bahçesinin dibinde bir kız çocuğu yumulmuş, toprağı eşeliyor. Aslında bu çok önemli değildi de onlar öyleydi. Dururlardı, bakarlardı, dakikalarca dünyaya öylece…
Çiçeği köküyle söküp, evimizin önündeki bahçenin çeperlerinin dibinde kendimiz için ayrıca yaptığımız küçücük bahçeye dikeceğiz güya…
Anneannenin sesi, bahçe sahibinin ne yaptığımıza anlam veremediği bakışları arasında çiçeği alelacele sökelim derken, elimizdeki odun parçası taşa değip sekmesin mi? Çiçeğin gövdesine denk geldi.
Çiçek gelmez ki hoyratlığa…
Koptu çiçek. Yine de götürüp diktik, gidip, gelip su verdik. Çocukluk işte! Nafile. Solup gitti.
Huni şeklinde, rengi açık eflatun, incecik beyaz gövdesiyle ne de güzeldi.
Geçen haftaların birinde iş makineleriyle oraları tarumar etti bir haydut!
Tam da çiçeği gördüğümüz yerde iş makineleri gürültü ederken, aklımıza ilk gelen, çocukluk günlerimizde istem dışı kopardığımız çiçeğin orada kalan kökünün ezilip ezilmediği oldu.
Onlarca yılın ardından önceki sene eylülün ortalarına doğru bahçelerin aşağısında bir çiçeğe rastladık! Yaşadığımız sevinci tarif etmek ne mümkün. Yitirileni bulma, kavuşma, özlem, memnuniyet, şaşkınlık; tamamlanma; hepsi hepsi…
Gidip gidip seviyoruz orada. Açık eflatun beyaz yapraklısı bizdeki… Beyaz, sarı, mor, pembe çeşitleri de varmış.
Çocukluğumuzun belleğine bir çiçek hasreti bırakan bu çiçek meğer, “Vargit” çiçeği imiş. Çiçekli sapı biz de kökü toprakta kalan “Vargit” o gün bize mesajını vermiş; ‘Var gidebilirsen git’ demiş. Bundandır fizana gitsek, önünde sonunda, alnının teri kurumayan insanlardan emanet; o kadim topraklara, her seferinde uğramadan gidemeyiz uzaklara…
“Vargit” çiçeğinin; “Acı Çiğdem”, “Güz Çiğdemi”, “Dön Geri”, “Güz Gülü” gibi başkaca adları ve bir türü daha var; “Vargel.”
Mevsim döngülerinde baş kaldırır gibi sere serpe… Bir meydan okumadadır doğaya; Vargel çiçekleri sonbaharda, yaprak ve meyveleri ise ilkbaharda göğerir.
Hikâyesi var. Sonbaharda açan “Vargel” yaylacılara dönüş vaktinin habercisi iken, ilkbaharda açan “Vargit” çiçekleri de yaylacıları, yaylalara çağırır. Karadeniz’in yaylalarına yuvalanır. Doruklarda yaşamayı sever. Olumsuz hava koşullarına dayanıklıdır; “Vargel.”
Öyle, ‘Varsın, nereye giderlerse gitsinler’ demekle olmuyor.
Vargit beyaz bir çiçeğin adıydı.
Varıp gittiler.
Gelirler mi? Bilinmez.
Bu kadim topraklar çağırır. Mevsim sonbahar da olsa bir çiçek özlemi fısıldayışında, “Dön Geriler” açtığında...
14 Mart Tıp Bayramınız Kutlu Olsun.