“Said-i Nursi, kitaplarında bize Şamanizm’i anlatmıştır” derdi, “Atatürk şamandı, ben de şamanın” diyen tarihçi Cemal Kutay…

İlk savına katılmıyorum elbette, Said Nursi kim Şamanizm kim? Cemal Kutay, Nurculardan parayı aldı Said Nursi kitabı yazdı, işin aslı budur. Bunu başka yapanlar da vardı, Nevzat Kösoğlu da onların olanaklarından yararlanmak, o camiayı arkasına almak için 1980’den sonra Said Nursi’yi sözüm ona keşfedip kitap yazdı (bu bağlamda meraklısına “Tanış Ünlüler Anılar Giz Dökümleri” adlı kitabımı okumalarını öneririm). Ve bir dönem aynı gazetede yazarlık yapıp kavga ettiğim romancı Mustafa Necati Sepetçioğlu, o da Nurculardan para alıp Said Nursi kitabı yazdı, ancak imzasını koymadı, kitabı basan matbaanın sahibi Veli Avcı, oğlunun adını koydu o kitaba.

Kutay’ın ikinci savına ise yüzde yüz katılıyorum, 10 güne kadar kitapçılarda yerini alacak olan “Şaman Olan İmam” adlı romanımda da yer verdim buna. Yani evet Atatürk şamandı bana göre de…

O ki sözü kitabıma getirdim, bu yazıyı yazma nedenini de açıklayabilirim artık. Birkaç gün önce birden çağrışım cinleri yâdıma düşürdü “Yahu” dedim “Bediüzzaman oluyor da, Bediüşşaman neden olmasın?” Sonra da “Tüh yahu, keşke kitabı yazarken ziyaretime gelselerdi çağrışım cinleri, kitaba da alırdım” diye hayıflandım.

Kitaba alamadım ama bir yazı konusu yapabilirim…

Evet “Bediüzzaman” ne demek? Zamanın yaratıcısı, zamana yön veren, yaşadığı zamanda onun gibisi olmayan… Said Nursi böyle biri midir? Bin kez hayır, asla… Şamanlığına nasıl itiraz ediyorsam, buna da ederim.

E peki “Bediüşşaman” ne oluyor o zaman? “Şamanın benzersiz yaratıcısı (Bu yaratı Tanrısal anlamda değildir, edebi ve imgesel anlamdadır), şamana yön veren, onun gibi şaman olmayan…” Yazdıklarıma ve inandıklarıma bakılırsa, bu ancak ben olabilirim, hiç mütevazı olmaya gerek yok. “Şaman Destanı”nı yazmışım, “Dillere Destanlar” adlı kitabıma almışım. Sonra da “Şaman Olan İmam” adlı romanı yazmışım. Ortalıkta, Atsız’ı papağan gibi tekrardan öteye geçemeyen, kendini “şaman”, “son şaman” diye takdim eden bir yığın Türkçülük tüccarı dolaşıyor; onlara da hadlerini bildirmek olur bu duruşum. Bu bildirim mutlaka yapılmalıdır bana göre. “Kemalist Türkçülük” adlı kitabımda bunu yaptım. Kitabıma gık diyemediler ama bırakıldıkları yerde otlamaya da devam ediyorlar bunlar, ısrarla.

Eveet “Şaman Destanı” dedik, bu destanla ilgili bir da anımız var Bayburt’tan, onu da yazalım da bilinsin. Çünkü o zaman yeterince diyemedik bazı duyarlıklar yüzünden. Bu yıl Temmuz ayında Dede Korkut Şenlikleri’nin Şiir Şöleni kısmının şair konuklarından biri de bendim. Salona girmeden, hatta günler öncesinden okuyacağım şiirleri belirlemiştim. Gelgelelim salona girince iş değişti.

Görmemişin bir şairi olmuş, onu en birinci, tek, erişilmez, ilhamı özel ve de Tanrısal sanır olmuş. Salonun o bölümüne gözüm takılıyor. O görmemişler bir öbek halinde o tek’in çevresindeler, hayranlıkla onun ağzına bakıyorlar. O da onlarla var olmanın dayanılmaz azameti içinde. Gelip en önde bizlerle oturmuyor. Tek ama öbekle tek, öbeksiz tek başına olamıyor.

İçimden bir ses diyor ki: “Bu abartılıp kabartılmış tek’e ve bu küçük dünyalı öbeğe karşı bir duruşun olmalı. Çık Şaman Destanı’nı oku. Türkçü, Ak İnanççı, kökçü ve de artık Cumhuriyetin kuruluşu ideolojisinin yerine bu iktidar döneminde ikame edilerek resmi görüş haline getirilen o risaleci söyleme duruşun, tepkin olsun. Onlara hiç duymadıkları, kendilerine en aykırı gelecek öge ve imgeleri kullanarak da şiir yazılabileceğini göster, Türk’ün kadim inancının nasıl derinlikli bir inanç olduğunu ilan et.”

Uydum o sese çıktım okudum. Şiirin;

Tanrı uludur, Tanrı uludur
Şaman Tanrı’nın özel kuludur
Kuşkusuz bilirim bildiririm
Toplayan ve toparlayan
Bu şaman davuludur
Şaman gelir
Od gelir duman gelir
Aslında zaman gelir
Yanan yakılan zaman
Hak makamı yükseklere sunulan
(…) Haydın yanmaya
Haydın yanmaya
Somunca 
            Mutluca 
                    Yeterince
Demir gibi deminde
(…) Doruğa esti doruğa
Bulut yuvarlayan Tanrı’ya doğru 
Estikçe esine geldi yetmiş yedi dağ
Okuyup zamana üfleyecek  
Irk Bitiği’nden şimdi yazgılar ırklayacak
Elinde Yada Taşı doğaya hükmedecek 
Yağmur dökecek kuraklara
Coşa gelmiştir Şaman coşa
Coşa gelmenin “ku” hali coşku
Bir esriklik, bir deli-tepek
“Atam gök, anam yer”
Hüner hüner hüner…
                 
Soluk soluğa soluk soluğa soluk soluğa
An be an
     Özüyle çarpılan Şaman.
Gizli geçitlere açar verildi
Tanrı Ülgen’e Türkçe varıldı.

bölümlerinde, salonda bazı homurdanmalar ve hareketlenmeler olduğunu fark ettim. Bitirip indikten sonra, etkinliği yöneten şair-yazar dostum Yahya Akengin, açıklama yapma gereği duydu (homurdanma ve hareketlenmeleri o da duymuş ve görmüş, sonradan anlattı bana), dedi ki “Bazıları Şamanizmi bir din gibi takdim ediyorlar, Şamanizm bir külttür, bizim kültürümüzün bir parçası, bize bir yadigâr…”
Oturduğum yerden karşı çıktım: “Dindir din, kült değil” Yahya Bey şaşırdı “Neyse sevgili yerdeşim, bunu burada tartışıp iki Bayburtlu birbirimize girmeyelim, herkes nasıl inanıyorsa öyle olsun.”

Konu orada öylece kapanır gibi oldu ama ertesi gün Baksı Müzesi ziyaretimizde yeniden açıldı. Yahya Bey’e dedim ki “Evet Şamanizm’in din değil bir kült olduğunu iddia eden değerli bilim insanları var, bunlardan biri de benim hocam Prof. Dr. Orhan Türkdoğan… Ancak bu işin piri Prof. Dr. Abdülkadir İnan’dır, hâlâ tüm yapıtlarda ondan alıntılar yapılmaktadır. İnan, Şamanizm’in din olduğunu söylüyor ısrarla…” Ben konuşurken Yahya Bey, başıyla beni onaylıyordu gülümseyerek, sözüm bitince “Evet haklısın da akşam ben öyle demesem bir tatsızlık çıkabilirdi, orasını ben yönetiyorum, vukuatsız olmasını isterim…”

Evet o da kendi konumu ve durumuna göre haklıydı.

Bu yazıma tepkiler gelebilir, saygılı bir söylemle olması kaydıyla hepsine açığız, biz aykırı seslerden ve düşüncelerden korkmayız. Hatta o söylem ve düşünceleri bastırmak isteyenlere de karşı çıkarız (bunu çok yaptık, fazla ayrıntıya girmeyelim), onların özgürlüğü benim özgürlüğümdür. Amaaa doğru bildiğimizi de haykırırız, hele hele birilerinin kutsallıkları arkasına alarak, “Benim sözüm hak, senin ki batıl” tavırlarına asla tahammül edemeyiz. 
 
İşte bu tür suçlamalara muhatap olsak da bunu deriz (Bir Nurcu yayın organı, Yeniçağ Gazetesinde kaynaklarını belirterek yazdığım bir yazımdan sonra “Irkçı yazar Said Nursi'yi ırkçılıkla suçladı!” başlığıyla fotoğrafımın yanına gamalı bu gamalı haçı koymuştu. Bu fotoğraf ve yazı internette hâlâ duruyor yasal girişimlerime rağmen. Gamalı haç’a gelince, o zihniyet ile mücadele vermiş bir insanım, bunu da anlattım kitaplarımda, benimle gamalı haçı özdeşleştirmek iftiranın ta kendisidir ve iftiranın hükmünü bu kafadakiler bilmelidirler, ben demeyeyim.

Neyse devam edelim, tarikat ve cemaatleri bu toplumun ve tarihimizin gerçeği olarak biliriz, işin içine “ticaret ve siyaset”i karıştırmamaları (bugünkü gibi) kaydıyla onlara eyvallah deriz. Ama şu bilinsin; Bayburt tarikat ve cemaat yurdu değildir, olmayacaktır da. Her türlü düşünce Bayburt’ta olacaktır, olmalıdır, savunulmalıdır. Ataol Behramoğlu için “Ey adam da namaz niyaz bülmir” diyen tektipçi kafalar Bayburt’a yakışmıyor.