Dünyanın birçok ülkesi bulaşıcı grip hastalığının sıkıntısını yaşıyor. Bu salgın hastalık kış aylarına girilmesiyle yoğun bir şekilde yayılmakta ve can kayıpları artmaktadır. Bu konu ile ilgili sorumluluk mevkiinde bulunan kişiler gerekli tedbirlerin alınması için yoğun mesai harcıyorlar. Ancak ne kadar tedbir alınsa da son derece süratlice bulaşarak yayılan bu grip hastalığı adı gibi ürkütücü bir şekilde can almaya devam ediyor.

Dünyanın birçok ülkesi bulaşıcı grip hastalığının sıkıntısını yaşıyor. Bu salgın hastalık kış aylarına girilmesiyle yoğun bir şekilde yayılmakta ve can kayıpları artmaktadır. Bu konu ile ilgili sorumluluk mevkiinde bulunan kişiler gerekli tedbirlerin alınması için yoğun mesai harcıyorlar. Ancak ne kadar tedbir alınsa da son derece süratlice bulaşarak yayılan bu grip hastalığı adı gibi ürkütücü bir şekilde can almaya devam ediyor.

En önemli tedbir olarak başta temizliğe riayet etmek ve aşı yaptırmak gelmektedir. Ülkemizde hastalıkla mücadele etmek zorunda olan sağlık çalışanları öncelikle aşılanmaktadır. Bu sağlık personeli aşı olmakla belki bu hastalığa yakalanma riskini azaltmaktadırlar ama oluşacak olumsuz sonuçlar dolayısıyla de ayrı bir risk altında bulunmaktadırlar. Bu risk ise sorumluluk riskidir.

Hastalık sebebiyle ölüm olayları meydana geldiği ilk günlerde televizyon ve gazetelerde gördüğümüz gibi hasta yakınları hastalarının ölümü üzerine doktorları sorumlu tutmaya başlamışlardı. Hatta bazı hasta yakınları içerisinde bulundukları acılı halin gereği olarak TV kameraları aracılığıyla ilgili hastane görevlilerine ve doktorlarına tehditvari mesajlar göndermekteydiler.

Bu durumları görünce bundan tam yüz yıl önce böyle bulaşıcı bir hastalık olan Kolera hastalığının zuhuru sırasında Bayburt’ta meydana gelmiş olan benzer bir hadiseyi anlatan arşiv belgesini hatırlamıştım. Aşağıda bahsedeceğim olayı ve çevirisini vereceğim belgeyi okuduğunuzda eminim ki siz de benim gibi “tarih tekerrürden ibarettir” vecizesini mırıldanmış olacaksınız.

Bahse konu olan olay şu;

1910 yılında dünya özellikle Rusya’da baş gösteren ve değişik ülkelere sirayet eden kolera hastalığının pençesinde kıvranmaktadır. Bu hastalıktan korunmak ve yayılmasını önlemek için her yerde karantina tedbirleri uygulanmaktadır.
 
Bayburt bölgesinde de bu hastalık zuhur etmiş ve özellikle silâh altına alınmış olan ve Bayburt civarında görev yapan askerler arasından birinde bu hastalığın belirtileri görülmüştür. Bunun üzerine Bayburt civarında Maden Hanları mevkiinde bir karantina hane oluşturulmuş; hastalık belirtisi görülen bu asker ve diğer hasta şahıslar burada karantina altında tutulmaktadırlar.

Karantina altındaki askerlerden birisinin ölmesi üzerine yine burada karantina altında bulunan halk ve askerler karantinahanede görev yapan doktoru suçlayıp onu tehdide başlamışlardır.

Bunun üzerine hayati tehlikeden korkan tabip görev yerinden kaçarak Bayburt şehir merkezine sığınmak zorunda kalmıştır. Bayburt Kaymakamlığı da gerekli tedbirleri alarak durumu Erzurum valisine bildirilmiş; Erzurum valisi de bu olayı ve yapılan işlemleri bir telgrafla Dâhiliye Nezaretine bildirmiştir.

Bayburt Kaymakamının verdiği bilgi üzerine 23 Eylül 1910 tarihinde Erzurum Valisi tarafından Dâhiliye Nezaretine çekilen telgrafta bu olay şu şekilde ifade edilmiştir:

 

 

 

 

 

“Dâhiliye Nezaret-i Celilesine

Hususi Sayı Numarası:  696
Umumi Sayı Numarası: 1399

“Dün Bayburt ve civarındaki Maden Hanlarında tesis olunan karantina hanede, efrad-ı cedideden (askerlerden) birinin koleraya benzer bir rahatsızlık sebebiyle vefat etmesi üzerine, karantina altında bulunan ahali ve askerler “zehir vererek hastayı öldürdünüz” diyerek tabibi tazyik ettiklerinden (tabibin )Bayburt’a firara ve ilticaya mecbur olduğu ve karantinadaki yatanların da tabibin firarı üzerine bu gün karantinayı terk edip kaçması ihtimali bulunduğu Bayburt Kaymakamlığından bildirilmiş ve bu halde yapılacak muamelenin açıklanması üzerine, mevki kumandanlığından talep edilecek askerin refakatiyle doktorun, görev yerine iadesi ve karantina müddetini beklemeyerek kaçmaya cüret edenler olur ise haklarında ceraim-i sıhhiye (sağlık suçları) kanununun tatbiki lazım geleceği cevaben bildirilmiş ve Bayburt mevki kumandanlığına bu şekilde tebligat ifası lüzumu yedinci fırka kumandanlığına tebliğ edilmiş olduğu malumat olmak üzere maruzdur.  10 Eylül 1326 (23 Eylül 1910)

Erzurum Valisi
Celal”

Bayburt’ta Kolera hastalığı dolayısıyla oluşturulan karantinahanede meydana gelen bu olay yüz yıl önce yaşanmış olsa da günümüzde yaşanan hadiselerle aynı gibidir.

Burada görüldüğü gibi dün de salgın hastalıklar vardı; bu gün de var. Dün de salgın hastalıklar sebebiyle insanlar ölüyordu; bu gün de ölüyor. Dün de bu ölümlerden doktorları sorumlu tutanlar vardı; bu gün de onları sorumlu tutanlar var.

Bu durumu görüp de “Tarih tekerrürden ibaretmiş” diye düşünmemek elde mi? Ancak tarih tekerrürden ibaretmiş diye düşünürken; büyük şair Mehmet Akif’in “İbret alınsaydı, hiç tekerrür eder miydi?” sözünü de hatırdan çıkarmamak gerekir.