Taş yapılardan bahsedince, bir yaraya parmak bastığımı anladım. Büyük Şair Zihni dahil; Celali ve Hicrani hakeza; ayrılık acısı anlamına gelen ''hicran'' kelimesini şairlerinin sık sık kullandığı bu şehir, sadece taş konaklarını mı kaybetti?

Taş yapılardan bahsedince, bir yaraya parmak bastığımı anladım. Büyük Şair Zihni dahil; Celali ve Hicrani hakeza; ayrılık acısı anlamına gelen ''hicran'' kelimesini şairlerinin sık sık kullandığı bu şehir, sadece taş konaklarını mı kaybetti?

Ayvanlı ahşap konaklarımız, kerpiçten evlerimiz, az bir kısmı kalan Koruğumuz, Millet Bahçemiz, panayırımız, büyüklerimizin “eski fügürlerini kaybetti” dediği barlarımız, üreticiliğimiz, sanatkârlığımız ve Mustafa Ahıskalıoğlu’nun sahip çıkılmasını istediği türkülerimiz elimizden çıkmış veya çıkmak üzere değiller mi?

Bayram Bilge Tokel, ''Bir şehri derin nitelikleriyle tanımanın yolu o yörenin türkülerinden geçer'' diyor. Bu milletin hayatını türküler anlatırsa neden yakın yıllarda derlenmiş bir Bayburt türküsü duyanımız yok, hislerimize gem mi vuruldu dersiniz?

Daha da önemlisi, bu şehrin üreten insanını kaybediyor olmasıdır… Bazı büyük şehirlerde Bayburt nüfusuna kayıtlı seçmen sayısı; Bayburt’ta ikamet eden seçmen sayısını aşmıştır.

Modernleşmenin zaruri sonucu olarak apartmanlar çoğalıp, bize özgü mahalle odalarının sayıları artarken; mahallelilik ve komşuluk ruhunun zayıfladığını; odalarda verilen yemeklerin artık komşu evlerden gelmemesinden anlamak kabil.

Yalnız nostaljik düşünüp, geçmişin çilelerini unutmak gerçekçilik değil… Doğru; kapanan yollar, günlerce bitmeyen yolculuklar, şehre zamanında ulaştırılamayan hastalar ve nice yokluklar yaşandı geçmişte…

Tandırdan çıkan mis kokulu yemekleri ve dumanı üstünde ekmekleri anlatırken; o tandırı yakanların meşakkatlerini, duman yüzünden yakalandıkları hastalıkları, tandıra düşüp ölenleri, sakat kalanları göz ardı edebilir miyiz?

Zaten, eskiye göre her şeyin daha hızlı ve pratik olduğu günümüzde, insanî değerlerin zayıfladığı konusunda herkes hem fikir…

Yıllar önce benzer duygular içinde bir manzume kaleme almıştım. Yeri gelmişken paylaşmak istedim:

Biz eskiden,
Beş numara gaz lambası yakardık,
Toprak evlerde huzurluyduk…
Kapımız açık uyurduk;
Hırsız, arsız sezmezdik…
 
Mahsulümüz azdı ama
Ağzımızın tadı vardı…
Unumuz değirmen, ekmeğimiz tandırdandı.
Fenni gübre, fenni yem,
Hormon falan bilmezdik.
 
Bizim eskiden,
Araçlarımız kızaklar, faytonlardı…
Haftalarca yol gider, hanlarda yatardık,
İşimiz yavaş yürürdü de;
Trafikten çekmezdik.
 
Biz eskiden çil hasırlarda otururduk,
Televizyonumuz yoksa muhabbetimiz vardı…
Mahalleliyi akraba, dostluğu namus bilirdik.
Atomu işitmemişsek,
Bombasını da bilmezdik,
Biz eskiden,
İnsana zulmedene;
Zalim derdik…
 
Kasım / 2009