Bosna-Hersek
Mostar/Saraybosna


Sabah Trebinje’de Bosna’nın Sırp bölgesinde seyahatimizde kaldığımız en kötü otelde uyandık. Bu şehrin ahalisi Bosna Savaşı’ndan önce %70 oranında Müslüman Bosnalı yani Boşnak’mış. Şimdi şehirde hiç Boşnak kalmamış. Ya başka ülkelere göç etmişler, ya da öldürülmüşler. Şehirdeki 10 câmi tahrip edilip yıkılmış. Sırplar savaştan sonra bir câminin bile onarılıp yeniden ibadete açılmasını engellemişler. Şehirde resmini çektiğim Osmanlıdan kalan güzel köprüyü nasıl olduysa yıkmamışlar.

Bosna topraklarında yol alırken, kendi de bir Boşnak olan seyahat rehberimiz 1992- 1995 yılları arasında yaşanan o korkunç trajediyi, yani yüzbinlerce Boşnak’ın hayatına mal olan soykırımın hikâyesini kendi ailesinin başından geçenlerle birlikte şöyle anlattı: “Bosna, Milosoviç’in Büyük Sırbistan hayali uğruna sistematik katliamlara uğradı. 1992’de Bosna’nın bağımsızlık ilânını Sırplar kabul etmedi; saldırıya geçtiler. Biz Boşnaklar,  her şeyden habersizdik ve bu saldırıya hazırlıksız yakalandık. Ne silahımız, ne askerimiz vardı. Aslında Sırplar ve Hırvatlar Bosna’yı paylaşmak üzere aralarında anlaşmışlar. Biz Boşnaklar saftık böyle bir saldırı olacağına inanmamıştık; iki ateş arasında kaldık. Sırplar ve onların çeşitli uluslardan tutulmuş paralı askerleri, askersiz, silahsız Boşnak şehirlerini kolayca ele geçirdi. Kadınlara tecavüz ettiler. Erkekleri öldürdüler. Gerçek bir soykırım olan Srebenitsa katliamı bunların en tanınmışıdır. BM 6 Boşnak şehrini güvenli bölge ilan etti. Fakat BM barış gücü olarak Srebinatsa’yı koruyan Hollandalı askerler Boşnakların silahlarını aldı, silahlı Sırpların şehre girmesine izin verdi. Bu katiller en az 15 bin Boşnak erkeği kurşuna dizerek öldürüp ve cesetlerini toplu mezarlara doldurdu. Bu tecavüz ve katliamlar dünyayı ayağa kaldırdı. Nato Sırp mevzilerini bombalamak zorunda kaldı. Hırvatlarla da anlaşmazlığa düşen Sırplar onlarla da mücadele etmeye başladı. NATO’nun bombalaması, Boşnak ve Hırvatların ilerlemesi üzerine Sırplar ateşkes ilan etti. 1995 yılında Deyton’da Bosna’nın bugünkü karışık yönetimi taraflarca kabul edilerek anlaşma imzalandı.” Rehberimiz: “Ailem varlıklıydı, savaş elimizde avucumuzda ne varsa götürdü. Savaştan sonra da yaşadıklarına, kaybettiklerine katlanamayan çok sayıda insan canına kıydı. Ne yazık ki; katillere yardım eden Hollandalı askerler ülkelerine kahraman gibi döndü; hatta ülkeleri tarafından madalya ile ödüllendirildi. Ratko Mladiç, Radovan Kradzic gibi soykırımcı katillere, yüzbinlerce cana karşılık toplam 420 yıl hapis ceza cezası verildi. En sonunda bu savaşı başlatanlar, bitirdi. Boşnaklar bu korkunç felakete rağmen yaralarını sarmaya gayret ettiler.” Diye ekledi.

Evet, bundan daha 20-25 yıl evvel, bütün dünya evlerinde televizyonda film seyreder gibi Avrupa’nın ortasındaki Bosna’da yüz binlerce Boşnak’ın öldürülmesini seyretti. 2 milyondan fazla insan evsiz, yurtsuz kaldı. Aileler parçalanıp insanlar çeşitli ülkelere dağıldı. İlk defa bu savaşta sistematik tecavüz kampları kurularak, kadınlara, çocuk yaşlarındaki kızlara tecavüz; etnik temizlik aracı olarak kullanıldı. On binlerce Bosnalı kadın tecavüze uğradı, tecavüz kamplarında tutulan bu kadınlar istemedikleri binlerce çocuğu dünyaya getirmek zorunda bırakıldı. Bu savaştan sonra tecavüz, savaş suçu, insanlık suçu olarak kabul edildi.   

Bosna’nın unuttuğumuz bu trajik hikâyesini rehberimizden üzüntüyle dinledik. Bütün bu olanlar  Hırvatların ve özellikle Sırpların vahşi ırkçı bir görüşle Boşnakları Bosna'dan silmek istemeleri yüzünden olmuştu.

Bosna’da Türk köyü, Poçitel


Seyahatimize devam ederek, Mostar’a 20 km mesafede, Neretva nehri yakınında eskiden bir sınır kasabası  olan Poçitel’e geldik. Bugün Türk köyü olarak tanınan Poçitel, Boşnakça “Başlangıç noktası” demekmiş. Eski Türk şehir mimarisinde görüldüğü üzere birbirinin önünü kapatmayan evler bir yamaca inşa edilmiş. Bu şehrin en tepede kalesi, dar sokakları, câmisi, hamamı, kervansarayı ve namaz vakitlerini gösteren saat kulesi var. Evliya Çelebi 1664 yılında Poçitel’e uğramış. Kalenin dışında 150 hanesi olduğunu yazıyor. Son savaşta Hırvat topçuları bu topraklarda medeniyetimizden hiçbir iz bırakmamak için burayı da top ateşine tutmuşlar. Savaştan sonra Poçitel Türkiye’nin de yardımıyla restore edilmiş.

Blagay Alperenler Tekkesi ve Sarı Saltuk türbesi

Blagay Tekkesi Mostar’ın 15 km. yakınında, Neretva nehrinin önemli kollarından olan Buna nehrinin doğduğu yerde su kaynağının bulunduğu mağaranın hemen yanı başında yapılmış yapılardır. Tekkede mutfak, hamam, ibadet ve derviş odaları bulunmaktadır. Blagay Tekkesi 15.asırda bir Bektaşi tekkesi olarak kurulmuş, zaman içinde Halveti, Rufai ve Kadirilik gibi Türk tarikatlarına da ev sahipliği yapmıştır. Günümüzde aktif olan tekke Bosnalıların İslâm’a girmelerinde önemli rol oynamıştır. Blagay Tekkesinde Sarı Saltuk adına yapılmış bir türbe vardır. Sarı Saltuk Rumeli’nin fethinde rol almış kahraman bir evliyadır.

Sarı Saltuk Sultan

Yahya Kemal, Türklerin Asya’dan onun öncülüğünde Anadolu ve Rumeli’ne gelişini iki mısraı ile şöyle anlatır; “Geldikti bir zaman sarı Saltuk’la Asya’dan, Bir bir Diyâr-ı Rûma dağıldık Sakarya’dan.

Onun hakkında bildiklerimiz daha ziyade efsanelere dayanır. Buna göre; Sarı Saltuk Anadolu’ya geldiğinde Beyler arasında çekişmeyi görür. İçlerinde Osman Gazi’yi gözü tutar. Günü gelince Türk birliği Osman Bey tarafından kurulacaktır. Saltuk Sultan bütün gazilere; “Osman Beyin çevresinden ayrılmayasınız!” diye vasiyet eder. Böylece en mühim kerametini Osman Bey’in müstakbel cihan imparatorluğunun banisi olduğunu görerek ortaya koyan Sarı Saltuk mübarek bir mutasavvıf olduğu kadar emsalsiz bir kahramandır. O, 93 yıllık hayatında mukaddes gayesi uğruna biran rahat nefes almamış; Çin, İran, Balkanlar, Endülüs ve Güneydoğu Avrupa ufuklarında esip durmuştur. Hocası Ahmet Yesevi boşuna ona; “Yedi krallık yerde şan ve nam sahibi ol demedi.(3)

Fatih’in oğlu Cem, çevresinde Sarı Saltuk’tan çok bahsedildiğini duyar. ”Kimdir bu Sarı Saltuk? Toprağı adım adım zapt ederken insanların gönlünü de fethetmesini bilen bu bahadır veli kimdir" diye sorar. Sonra birini onun hakkında söylenenleri toplamaya atar. 7 sene uğraşan Ebulhayr, Saltukname’yi hazırlar. Sultan Bayezid de Babadağ’da Sarı Saltuk için türbe yaptırır. Sevgili Evliya Çelebimiz üzeri ahşap kubbeli bu türbeyi görmüş. İçini, dışını anlata bitiremiyor. Orada bir beyit yazmış; “Hazreti Sultan Saltuk’u ziyaret eyledik, Çok şükür şimdi görüp hakka ibadet eyledik.”

Biz de bu Müslüman- Türk velisinin türbesini Bosna’da ulu bir kayadan gürül gürül akan suyun yanında gördük. Sarı Saltuğ’a “Gayretini, cesaretini, savaşma gücünü, sevme şevkini bize de öğret!” Diye seslendik; mübarek ruhundan yardım diledik.

Mostar

Mostar’a yağmurla girdik. Önce Koski Mehmet Paşa Câmii’ni gezdik. Bu eser 1618 yılında yapıldı. 1992 yılındaki savaşta büyük zarar gördü, minâresi yıkıldı. Onarılıp ibadete açılan bu câminin avlusunda Yunus Emre Enstitüsü ve yakınında Türk konsolosluğu bulunuyor.

Mostar, Bosna-Hersek’te Hersek bölgesinin en büyük şehridir. Nüfusu 105.000. Neretva nehri şehri ikiye bölmektedir. Mimar Hayreddin 1557 yılında bu nehrin üzerine şehrin simgesi olan ünlü köprüyü yaptı. 1993 yılında savaşta Hırvat tankları Türk ve Müslümanlardan şehirde bir medeniyet izi kalmasın diye hedef gözeterek, ateşe tutarak köprüyü yıktı. 427 yıldır ayakta olan köprünün büyük taşları Neretva’ya gömüldü. Köprü savaştan sonra aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkeler tarafından 2002 yılında yeniden yapımına başlandı. Taşlar nehirden çıkarıldı. Türkiye’den Bayburt’tan gelen taş ustaları 2003 yılında son taşı koydular. Köprü 2004 yılında açıldı.

Savaştan sonra Müslümanlar Mostar’ın doğusunda, Hırvatlar batısında yaşamaya başladı. Sırplar şehirden ayrıldı.

Yağmur’un daha da hızlanmasıyla bir lokantada beklemek zorunda kaldık. Şehirdeki diğer eserleri göremedik Saraybosna’ya doğru yolumuza devam ederken Mostar’ın yanı başındaki bir tepeye de büyük bir haçın dikilmiş olduğunu gördük. Bununla verilmek istenen mesaj aynen Üsküp’te olduğu gibiydi.

Saraybosna

Saraybosna’yı Türkler Fatih Sultan Mehmet zamanında 1463’de ele geçirdiler. Bosna 1878’de bir savaş sonucu olmadan Berlin anlaşmasıyla masa başında Avusturya Macaristan’a verildi. 1918’de Yugoslavya krallığına bağlandı.

Saraybosna’da önce Başçarşı’ya gittik. Şehrin simgesi olan sebilin önünden başlayarak Türkiye’deki çarşılara benzeyen canlı çarşıyı gezdik. Sokaklarında dolaştık. Saraybosna’da Türk Müslümanlığının izlerini her yerde görmek mümkündü. Bunun için Bosna ve Bosnalılar bize çok benziyordu.  

Burada öncelikle yakında bulunan Gazi Hüsrev Bey Câmii’ni, etrafındaki medrese, han ve bedestenden oluşan külliyeyi gezdim. Gazi Hüsrev Bey Bosna’nın gerçek kurucusu sayılır. Hüsrev Bey, akıncı beylerinden Ferhat Bey ile 2.Bayezit’in kızı Selçuk Sultan’ın oğludur, yani padişah torunudur. Savaşta büyük hasar gören câmi, Türkiye tarafından pekiyi olmayan bir restorasyonla yapılmış.

Bundan sonra gittiğim yer Başçarşı’nın yakınında bir yamaçtaki şehitlik oldu. Burada savaşta ölenlerin mezarları vardı. Geniş bir alanda lale bahçesi gibi on binlerce beyaz mezar taşında gencecik yaşta aynı yıllarda ölen Boşnak şehitlerin adları yazılıydı. Mezarlığın ortasında metal kafes bir kubbenin altında Boşnakların bilge lideri Aliya İzet Begoviç’in mezarı vardı. Bu manzaradan büyük hüzün duydum. Şehitlerin ve Begoviç’in ruhlarına fatihalarımı gönderdim. Mezarlığın yanında Aliya İzet Begoviç adına yapılmış bir müzeyi kapalı olduğu için gezemedim. Buradan tekrar Başçarşı’ya döndüm. Savaşta ağır hasara uğramış, son yıllarda yeniden yapılmış kütüphaneyi gezdim. Ve ilerdeki Latin Köprüsü’ne kadar yürüdüm. Burada 1914 yılında bir Sırp, Avusturya Macaristan veliahdını öldürerek 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olmuştu. Tekrar Başçarşı’ya girerek, meşhur bir börekçiden üzerine kaymak dökülen ünlü Boşnak böreğinden aldım. Saraybosna’ya akşam inerken grubumuzdan bazı arkadaşlarımızla buluşarak, bir kahvede oturup, ince belli bardaklardan çayımızı içtik.

Saraybosna’da hayat devam ediyordu. Galiba tarihte çok az millet Bosnalılar gibi acı bir imtihanla test edildi. Ama onlar bu felaketten inançla, çelik gibi çıkarak, ülkelerine, geleceklerine sahip çıktıklarını gösteriyorlardı. Sevgili Bosna’ya ve Bosnalılara gelecekte huzur ve mutluluklar dileyerek bu hüzünlü, güzel şehre veda ediyorum.

Sırbistan
Belgrad


Sabah 7’de Saraybosna’dan ayrıldık. Belgrad’a yolculuğumuz bütün gün sürdü. Ormanlardan, nehir kenarlarından geçtik. Sırp bölgesinde eskiden Boşnakların oturdukları şehirlerde artık câmi, minâre görülmüyordu. Sırbistan sınırında epeyce bekledik. Öğleden sonra 15.30’da Belgrad’a ulaştık. Belgrad yıllar önce Almanya’dan arabamızla Türkiye’ye giderken geçtiğimiz ve tanıdığımız şehirdi.

Belgrad Sırbistan’ın en büyük şehridir. Tüm ülke nüfusu 7,2 milyon olduğuna göre, 1,2 milyon nüfuslu Belgrad’da, ülke nüfusunun neredeyse % 25’i oturmaktadır.  Belgrad Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği plotoda yer almaktadır.

Türkler ilk Belgrad seferini 1441’de 2.Murad zamanında yaptı. Evrenosoğlu Ali Bey altı ay şehri muhasara etti. 1456’da Fatih 150.000 asker, 300 top ile Tuna’dan ince filo ile Belgrad’a yürüdü. Bütün Avrupa nefesini tuttu. Belgrad’a yardım gönderdi. Fatihin alamadığı Belgrad’ı 65 yıl sonra 29 Ağustos 1521’de Kanuni Sultan Süleyman fethetti.

Belgrad’da önce yeni yapılmakta olan, kubbeli bir câmiyi andıran büyük kiliseyi gördük. Daha sonra Bayraklı Câmii’ni ziyaret ettik. Yolumuzun üzerinde yeni bulunan, yeni restore edilmiş kime ait olduğu bilinmeyen Osmanlı türbesini gördük. Daha sonra “Kalemegdan” denilen kale ve meydana geldik. Buraya kale kapısından girdik.  Surları, Fatih’in Belgrad’ı alamaması üzerine Avrupa’nın sevincini anlatan mermere yazılmış yazıyı, Yanyalı Şehit Ali Paşa’nın türbesini, askeri Müze’yi, kalenin en uç noktasını ve buradan Sava ile Tuna’ın birleştiği yeri, Lazereviç’in anıtını, kuleyi ve Cumhuriyet Meydanı’nı gördük.

Daha sonra Belgrad çarşılarını gezerek seyahatimizi bitirdik ve ertesi gün İstanbul’a döndük.  

Balkanlarda 5 ülkede yaptığımız bu gezi ile buraların bizden hâlâ kopmadığını gördük. Üsküp, Manastır, Ohri, Saraybosna, Mostar‘ın; Bursa, İzmir, Safranbolu, Beypazarı’ndan farkı yoktu. Son yıllarda Türkiye’den düzenlenen Balkan gezi turlarına gösterilen büyük ilgi de Türklerin Balkanlar’dan kopmadığını gösteriyordu.

Kaynakça:
1) Yahya Kemal, Çocukluğum ve Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralar, Yahya Kemal Enstitüsü, İstanbul,1973
2) Yahya Kemal, Kendi Gök kubbemiz, Yahya Kemal Enstitüsü, İstanbul, 1967
3) Nezihe Araz, Anadolu Evliyaları, Fatiş Yayınevi, İstanbul, 1958