Azerbaycan, Oğuz Türklerinin yerleştiği alanının doğusunda yer alır. Oğuz yerleşim alanının batısını ise eski Osmanlı coğrafyası oluşturur. Bu olgunun doğal bir sonucu olarak bir Oğuz Türkleri/Oğuz Türkçesi Edebiyatı gelişmiştir. Bu edebiyatın iki kolundan biri Türkiye biri de Azerbaycan edebiyatlarıdır. Oğuz Türkçesi Edebiyatının iki kardeşinden biri olmasına karşın, Azerbaycan Türkleri’nin hem yazılı hem sözlü, köklü bir şiir geleneği ve birikimi oluşmuştur. Tarihsel sebep ve süreç dolayısıyla, bu iki kardeş edebiyat ve şiir arasında farklılaşmalar ve değişmeler de kaçınılmaz olmuştur. Azerbaycan şiir ekolünün temelinin 11. yüzyılda Getran Tebrizî Ebu Mensur (1010-1080) ve Hatip Tebrizî tarafından atıldığını kabul ediyorlar kimi yazarlar. Getran Tebrizî, şiirlerini Farsça yazmış, Gence’deki Şeddadiler sarayında saray şairliği yapmıştır. Hetip Tebrizî ise, Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’nde poetikakonsunda dersler vermiştir. Azerbaycan Şiiri’nde 12 yüzyıldan başlayarak, İran Şiiri ile şiilik ve hurufiliğin etkisi olmuştur. Genceli Nizami, Kadı Burhanettin, Erzurumlu Darir ve İmadettin Nesimi’nin yapıtlarında bu durum açıkça görülür. Ancak bütün bu etkilenmeler, Selçuklu ve Osmanlılar’daki özü yitirecek kertedeki abartılı boyutlara erişmemiştir. 14. yüzyıldan itibaren bir Azerbaycan Türkçesi’nin oluştuğu ve geliştiği görülür. 14. Yüzyılda yörede hüküm süren Celayirliler’in sarayında egemen dil Azerî Türkçesi idi. Sultan Ahmet bin Üveys ve ünlü besteci Abdulkadir Meragi, Türkçe’nin devlet nezdinde gördüğü bu itibar sebebiyle, şiirlerini bu Türkçe ile yazdılar. 15. yüzyılda Karakoyunlu ve Akkoyunlular’ın saraylarında da yine o devrin Oğuz Türkçesi olan Azeri Türkçesi, devlet ve edebiyat dili olarak, baç tâcı edilmekteydi. Karakoyunlu Hükümdarı Cihanşah; Akkoyunlu Hükümdarları Yakup, Ömer, Ruşeni ve Hatibi, bu dönemin önde gelen şairleriydiler. Safeviler döneminde de Azerbaycan Türkçesi ağırlıktaydı. Safevi –Türk Hükümdarı Şah İsmail, Hataî mahlasıyla hem klasik şiir, hem de halk tarzında ürünler vermekteydi. Dede Korkut Hikâyeleri de, bütün Oğuz boylarında olduğu gibi, Azerbaycan Türkleri arasında da söylenip anlatılıyordu. Türk Dünyası’nın büyük şairi Fuzûlî’, Irak Türkmenleri’ndendi (Bayat Boyundan). Şiirlerini bundan dolayı, Azerî Türkçesi ile yazdı. Azerbaycan Türkleri’nin ona sahip çıkmasının sebebi budur. Aslında, Şah Hataî ve Fuzûlî, hem onların, hem bizimdir. Tıpkı; Dede Korkut, Nasrettin Hoca, Yunus Emre, Karacaoğlan, ve Köroğlu’nun, tüm Türk Dünyası’nın ortak değerleri olduğu gibi. Azerbaycanlı kardeşlerimiz, bu durumu şiirle de dile getirmişlerdir: “Köroğlumuz at oynatır sizin dağda bizim dağda/Âşık Veysel saz elinde Elesger’in sorağında”. Bu arada bir bilgi olarak ekleyelim: Türkiye’de birçok mezarı bulunan Yunus Emre’nin iki mezarı da Azerbaycan’ın Kıpçak ve Hınalık adlı köylerinde var.

Azerbaycan’da şiirin ne denli önemli olduğuna dair en önemli ve çarpıcı bilgilerden birini bize, “Ali Ve Nino” adlı romanında Yusuf Vezir Çemenzeminli veriyor.

27 dile çevrilmiş ünlü bir romandır Ali ve Nino. Çemenzeminli bu romanda, 1914-1918 yıllarındaki Azerbaycan’ı; anlayış, gelenek, tarihsel ve toplumsal yanlarıyla da aktarır. O yıllara ilişkin, tarih kitaplarının yazmadığı birçok ilginç gerçeği bu romandan öğrenmek mümkündür. Yazar’ın, Azerbaycan’ın Karabağ Bölgesi’nde gördükleri ise, Türk Halk Edebiyatı ve vergi tarihi açısından altın değerinde…

“Karabağ’da hemen hemen her köyün yerel ozanları vardır; bunlar kışın yeni şiirler yazmakla meşgul olur ve baharda halkın arasına çıkarak kulübelerden saraylara kadar her yerde kendi nağmelerini söylemeye başlarlar. Fakat bu köylerden üç tanesi, tamamen âşıkların oturdukları köylerdi ve Doğu’da çok eski zamanlardan beri edebiyata karşı gösterilen büyük ilginin hoş bir tezahürü olarak yerel idareciler buraları vergiden muaf tutuyorlardı. Taşköy, işte bu köylerden biriydi.”

Çemenzeminli’nin Taşköy’de gördükleri oldukça ilginç. İki âşık atışmışlar burada, birbirlerine Aras üzerindeki dolunayın neye benzediğini sormuşlar. Biri sevgilinin cemaline benzetirken, öbürü “hayır” demiş “Şehit olmuş bir askerin kalkanına benziyor”. Atışma sonunda birinci ilan edilen âşık, ötekinin sazını almış elinden, gelgelelim hiç memnun değilmiş bu durumdan, roman kahramanı Ali Han’a, “Eskiden galip, mağlubun kellesini bile uçurabilirdi, şimdi şiir uğruna kan akıtılmasını kabul edecek insan nerede?” diye yakınıyormuş. Yazar diyor ki son olarak: “Âşık ayağa kalktı ve çekip gitti. Yapayalnız, asabi ve suskundu. Karabağ’ın yeşil cenneti içinde, yalnız bir kurt gibiydi.”

Yusuf Akçura “Türkçülüğün Tarihi” adlı eserinde, Ahmet Ağaoğlu’nun yayımlanmamış biyografisinden aktardıkları da yukarıdaki bilgileri doğruluyor. Ağaoğlu, Karabağ Şuşalıdır, çocukluğunda, zengin bir şiir ve musiki geleneğini görmüş, yaşamıştır.

Azerbaycan Türk’ünün, şiirle nasıl iç içe olduğuna bir örnek de SSCB döneminden verelim. Kardaş Edebiyatlar Dergisi’ne yazdığı bir yazıda Prof. Kamil Veli Nerimanoğlu anlatıyor: “Bir gün trenle yolculuk ediyorduk. Ramiz Rövşen, Vagıf Samedoğlu ve ben. Bu yolculukta ben akşamdan sabaha kadar birbirine şiir okuyan iki şairin diyaloguna şaşırdım kaldım. Bir şiir biri okuyordu, bir şiir biri ve böyle sürüp gidiyordu... Sonra Vagıf güle güle şöyle dedi: "Şairler de bülbül gibidir, tek başlarına okumazlar, ses sese verip okurlar”. Söz’e “Hazreti Söz” diyen Memmed Aslan gibi şairlerin bulunduğu bir ülkede, şairlerin, eski deyimle müşaare etmelerinde (karşılıklı şiir söyleme) şaşılacak bir şey olmasa gerek. Azerbaycanlılar, müşaare etmeye “Meyhana” diyorlar. Süleyman Şenel, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı’nın web-dergisinde meyhana hakkında şunları yazıyor: “Meyhana, gerek yazılı kaynaklara ve gerekse kültür camiasına göre; geçmişi çok eskilere dayanan bir halk sanatıdır. En belirgin özelliği: İçten doğan fikirlerin, bir anda, kimi zaman serbest söyleyişli uzun manzumeler halinde, kimi zaman da mizah anlayışı içinde, ancak; çoğunlukla konuşur gibi bir musiki yoluyla bizzat meyhanaçı tarafından dile getirilmesidir. Meyhana esasen iki kişi arasında yapılan karşılıklı şiir söyleme hadisesi olmakla birlikte, üç-dört ve daha fazla meyhanaçı arasında da, sıralı olarak söylenir.”

O ki sözü Azerbaycan’dan ve şiirinden açtık, Azerbaycan’ın büyük şairi rahmetli Nebi Hezrî’den bir şiirle bağlayalım sözlerimizi:

MENİM ÜREYİM (1)

Könüldemin gamım vardır ki, pünhan eylemek olmaz
Fuzûlî

Her payız (2) derdimi pıçıldayarak (3)
Tökülür ağaçtan sapsarı yarpak
Dinle o hesretle seslenen kavak
Menim üreyimdir menim üreyim

Mehebbet sonsuzdur, ömürse kısa
Ne olar sadakat ebedi kalsa
Kimin üreyinde bir tel kırılsa
Menim üreyimdir menim üreyim

Yüzlerde gözlerde sevgi okunur
Mehebbetürekten üreye konur
Gözeller gözünde o ateş o nur
Menim üreyimdir menim üreyim

Bulağam suyumdan doyunca için
Çemenemmehribanmehriban (4) keçin
Min çiçek içinde bir lale seçin
Menim üreyimdir menim üreyim

Fuzulî kalbinde minbir dilek var
Çelenk tohumağa (5) gül var çiçek var
Ne kadar dünyada seven ürek var
Menim üreyimdir menim üreyim
1-Yüreğim 2-Sonbahar 3-Fısıldayarak 4- Muhabbetli, sevimli, yumuşak huylu ve güleryüzlü 5-Dermeye