Bilmeyenler olur, Vedat Nedim Tör kimdir, yazalım kısaca:

“(1897 - 8 Nisan 1985), Türk siyasetçi, yazar ve gazeteci. 

Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkasının (TİÇSF) Almanya’daki yönetici ve kurucuları içerisinde yer aldı. Partinin Berlin’deki temsilciliğini 1922 yılına kadar devam ettirdi. 5 Kasım- 5 Aralık 1922’de Moskova’da yapılan Komintern’in IV. Kongresine İstanbul Komünist Grubu Temsilcisi olarak Berlin’den giderek katıldı.

1923 yılında Türkiye'ye döndü. Türkiye Komünist Partisi’nde yer aldı ve partiye yakın bir gazete olan ‘Aydınlık’ Gazetesinde yazılar yazdı. Mayıs 1926'da Viyana'daki Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası Konferansı'nda partinin genel başkanlığını üstlendi. 1927 yılında partiden ayrılarak partinin bütün gizli dokümanlarını polise teslim etti. 1927 Tevkifatı sırasında TİÇSF aleyhine şahitlik yapan Tör, aynı davada yargılanıp beraat etti. İzlediği tutumdan dolayı partinin kurucusu Şefik Hüsnü tarafından dönek ilan edildi.

1932 yılında kurulan Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı ve bu dergide yazılar yayımladı.

1934 yılında derginin kapanmasından sonra 1938 yılına kadar bazı devlet kurumlarında çalıştı. Matbuat Umum Müdürlüğü (1933-1937), Turizm Müdürlüğü (1938), Ankara Radyosu Müdürlüğü (1938-1943), Ankara Elektrik Şirketi gibi çeşitli kurumlarda yönetici olarak çalıştı. Cumhuriyet ve Vatan gazetelerinde yazılar yazdı.[3] 1933'te Matbuat Umum Müdürlüğü sırasında çıkardığı La Turquie Kémaliste dergisi, yeni Türkiye'nin dünyaya tanıtımında önemli rol üstlendi.

İstanbul Radyosu Haziran 1943'te Vedat Nedim Tör yönetiminde deneme yayınına başladı. Beyoğlu Postanesi üzerinde kurulan geçici stüdyoda çalışmalarını sürdüren İstanbul Radyosu, Batı Müziği ve Ankara Radyosu'ndan telefon aracılığıyla iletilen ajans haberlerini yayınladı. 

Yapı Kredi Bankası'nın sanat müşavirliğini yaptığı 25 yıl boyunca düzenlediği büyük çaplı yarışmalar, folklor alanında başlattığı araştırma ve derleme çalışmalar, yetişkinlere ve çocuklara hitap eden yayınları ile kültür alanında önemli hizmetler verdi, cumhuriyet değerlerinin topluma mal olması için çalıştı. Tiyatro oyunu ve roman gibi kurmaca eserler de kaleme aldı.” (1)

Evet işte bu Vedat Nedim Tör, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, tek parti devrinde 63 sayfalık bir kitap yazıyor. Kitabın adı: “Dinimiz.”

Kur’an’dan, sünnetten mi söz ediyor, İslam’ı mı anlatıyor kendi anlayışına göre, günümüzde birilerinin dediği gibi “uydurulan değil indirilen din’e” inandığını mı söylüyor? Hayır.

İşte dediklerinin özü:

“Bizim dinimiz Türkiye’yi cennet yapmaktır, bizim ibadetimiz bu ideal için çalışmaktır, eğer varsa ahretteki cennetin yolu da Türkiye’nin cennetinden geçer.”
“Hakiki din, cahil, kokmuş ve miskin softanın tekerlemeleri değildir. Yalnız iyi, doğru, güzel için çalışan dindardır.”
“Ben kendimi Cumhuriyetin Türk’ü yapmaya azmettim.”

“Yeni İnsan-Yeni Mektep” başlığıyla yazdıkları da ilginç ve önemli Tör’ün. “Yarının Türkiye’si” başlığı altında ütopyasını dillendiriyor:

“1-Yarının Türkiye’si içimde öyle bir dindir ki, yalnız onun için, bağnazlığı mubah ve toleransı günah sayıyorum. 
2-Yarının Türkiye’si hummalı bir iş ve verimli üretim gazasından fışkıracaktır.

3-Yarının Türkiye’si tabiatı, eşyası, insanı ve hayvanıyla gül gibi tertemizdir.
4-Yarının Türkiye’sinde bütün insanlar toktur, giyimlidir.
5-Yarının Türkiye’sinde bataklar bereket tarlası, ırmaklar hareket ve ışık kaynağı olmuştur, ülkenin yüzeyinin %25’i ormanlaşmıştır.
6-Yarının Türkiye’si doğumu en çok, ölümü en az ve ortalama yaşama seviyesi en yüksek ülkelerin başındadır. Türk gibi kuvvetli, Türk gibi sağlam, Türk gibi yüksek refahlı darbımeselleri dillere destandır. ‘Allah verdi, Allah aldı’ yerini “Allah verdi, kul yaşattı ve mutlu etti’ye terk etmiştir.
7-Yarının Türkiye’sinde aydın, bir tür entelektüalizm cambazı değil, halk için ve halk içinde çalışan liderdir.
8-Yarının Türkiye’sinde sanatçı, toplumun baş tacıdır.”

Vedat Nedim Tör, işte bu Türkiye’nin gerçekleşmesi için, “Osmanlı Hastalıklarından” kurtulmamız gerektiğini vurguluyor ve bu hastalıkları 10 başlık olarak sunuyor okura. Bu başlıkları ve önemli bulduğumuz ayrıntılarını da yazalım aşağıya. Yazalım çünkü, çoğu bugün de var:

1 numaralı Osmanlı Hastalığı (Aşağılık Duygusu):
Kendini küçük ve aşağı görme, Avrupa hayranlığı, softalık, kozmopolitlik, züppelik.

2 numaralı Osmanlı Hastalığı (Toplumsal İlgisizlik)
Halka hizmet kavramına yabancılık. Hazıra alışmak, halkın sırtından geçinme, devleti halk için değil, halkı devlet için görme. 
Böyle olmamalı, halka hizmet kavramı, Müslümanın cenneti kadar mübarek ve ideal olsun, Cehennem ahirette değil toplumun bilincinde olsun.

3 numaralı Osmanlı Hastalığı: (Sorumluluk Korkusu)
Osmanlı efendisi, sorumluluktan korktuğu kadar, şeytandan korkmaz, bir işin sorumluluğunu üzerine almaktansa yapmamayı tercih eder. Osmanlı efendisi, ‘Ya boşa giderse’ kaygısıyla savaşta kurşun atmayan askere benzer.  Havalecilik yapar o, sorumluluğu ve görevi başkasına atar. 

4 numaralı Osmanlı Hastalığı (Dedikodu):
Dedikodu, morfin, kokain bağımlılığı gibidir Osmanlı Toplumunda.

5 numaralı Osmanlı Hastalığı (Ahiretçilik):
Asıl olan ölümdür, dünya yalancıdır. Türk köylüsü ahirete inanarak dünyasını zindan ve kurban etti.

6 numaralı Osmanlı Hastalığı (Güzel Düşmanlığı):
Resim günahtı, heykel haramdı, raks gayri ahlakiydi, musiki bir tür mezeydi. Tiyatro, Ermeni oyuncuların işiydi, edebiyat cinsel tutulmaların çukuruydu. 
Osmanlı efendisi odasına bir portre asmadı, fakat halk kahvesinin duvarlarına Acem basması destanî ve romantik tablolarla süsledi. Osmanlı efendisi bir Türk baleti yetiştiremedi ve raksı çingenelere yakıştırdı. Osmanlı efendisi tiyatroyu küfür saydı; halk meddahsız, orta oyunsuz ve karagözsüz yaşayamadı.

7 numaralı Osmanlı Hastalığı (İş ve Gönül Kaynaşmazlığı):
Bir araya gelip iş ve gönül birlikteliği yapamazlar. 
Osmanlı efendisi, kendisini o kadar beğenmiştir ki, başkalarıyla işbirliği yapmaya tenezzül etmez.
Osmanlı efendisi, kendi aczine öylesine algılamıştır ki foyası meydana çıkmasın diye yanına güçlü kişilikleri yanaştırmaz.
Osmanlı efendisi o denli bencildir ki, sırf başkalarıyla paylaşmamak için kendine düşecek paydan da vazgeçer.
Osmanlı efendisi o derece tembeldir ki, rahatım bozulur diye çalışkandan ürker ve ona ‘ukala’ der.
Osmanlı efendisi o kadar kıskançtır ki, başkalarının başarısı içine dert ve zehir olur.
Osmanlı efendisi o derece kuşkuludur ki, kimseye güvenmez, bir şey emanet etmez.
Osmanlı efendisi bir küçük ben’i, koskocaman bir biz’e tercih eder.
Ve tabii böyle bir tıynet ve ahlâk ne organizasyona ne kooperatifçiliğe ne de eşgüdüme elverişli değildir.
Soysuzlaşmış Osmanlı efendisinin iş, kafa ve gönül kaynaşmazlığı yerine köylerimizde hâlâ yaşayan imece geleneği ve eski Türklerin büyük örgütçülük anlayışı, yarının Türkiye’sini yaratacak kovanların ‘oğulları’ olacaktır. 

8 numaralı Osmanlı Hastalığı (Maymun İştahlılık):
Çabuk yorulur Osmanlı insanı, çabuk bıkar, işi oluruna bırakır. Her şeye başlar, bir şeyi sona erdiremez. Derin değil yüzeyseldir, özgünü değil kopyayı düşünür.
Bir küçüğü büyük yapmasını beceremez, ama her büyüğü küçük yapabilir.
Hesaplı değil, havaidir.

9 numaralı Osmanlı Hastalığı (Medhomani):
Osmanlı efendisi metholunmaktan pek hoşlanır, metholunduğunu duymazsa kahrolur. Arkasından isterseniz küfredin, fakat yüzüne karşı mutlaka övünüz.
En ufak bir eleştiri en eski dostlukları yıkar bu toplumda.

10 numaralı Osmanlı Hastalığı (Cinsel Dengesizlik):
Osmanlı toplumunda kadın ‘Dişiliğin’ üstüne çıkamadı. Ve erkek aygırlaştı. 
Milletlerin ruh sağlığında cinsel sorun ön plandadır, seks boyunduruğundan kurtulamayan uluslar ve bireyler özgür olamazlar.

Vedat Nedim Tör, bu kitabında Amerikalı iş insanı Mr. Morgan’la olan söyleşisinden de aktarımlar yapıyor. Morgan’a göre: 

“Para insanla maddenin çiftleşmesinden doğar. Dünya yaratıldığı zaman para yoktu, madde ve insan vardı. Para insanın eseridir, Allah’ın değil.”
“İş hacminizi paranıza göre değil, paranızı iş hacminize göre ayarlayın. Ayağınızı yorganınıza göre uzatmayı değil, yorganınızı ayağınıza göre biçmeyi düşünün.”

Doğru saptama ve öğütler bunlar da…

Yazar, kitabının sonuna, çocuklara yönelik okul eğitim programları örnekleri eklemiş, bu örneklerin tamamı Avrupa ülkelerinden.   

İşte Vedat Nedim Tör’ün “Dinimiz”i bu. Bir uygarlık, aydınlanma, gelişme, dayanışma, kalkınma dini. Böyle olduğu için de dinbaz yazarların hoşuna gitmemiş. İşte İsmail Kara’nın dedikleri:

“Kemalizm zaten sosyolojik manada bir dindarlık biçimi gibi inşa edilmişti. (…) Vedat Nedim Tör’ün tek partili yıllarda basılmış Dinimiz adlı bir kitabı var. Dinle, diyanetle alakası olmayan bu kitap Amerikan misyonerliğini açıkça zikreden, bilimci, akılcı bir kalkınma ve eğitim projesi çizer. Bilim ve kalkınma dini…” (2)

İsmail Kara’nın “Amerikan misyonerliği” iddiası büsbütün yalan ve yakıştırmadır, Mr.Morgan’ın dediklerini yukarıya aldım, neresi Amerikan misyonerliği? Ve “bilim ve kalkınma dini”nin nesi, neresi kötü?

Aydın aykırıyı arayandır, kuruluyu sorgulayandır, Tör de öyle yapmış, hepsi budur!

1) https://tr.wikipedia.org/wiki/Vedat_Nedim_T%C3%B6r
2) https://serbestiyet.com/haberler/ismail-kara-hepimizin-kaybettigi-bir-yerde-islamcilar-sinandi-ve-kaybetti-demek-zugurt-tesellisi-52978/