Nazım Hikmet’in Türkçülüğü ve orospunun vergisi imam doyurmayacakmış…

Türkçülük ve Atsızcılık iddialarıyla ortaya düşen biri var. Bizce, oturmamış bir tip, klinik bir vak’a. Sosyal medyada, şurada burada bana hakaretler ediyor ağız dolusu.

Okuduğunu da anlamıyor.  

Neden anlamadığını izah edeceğim aşağıda.

“Kartal Gözüyle Milliyetçilik” adlı kitabımda 1992 yılına ait bir Azerbaycan anımı anlatıyorum, Elçibey’in önderliğindeki o günün Halk Cephesi’nin Genel Yönetim Kurulu Üyesi ve şair Abbas Abdulla (Abbas Bey, Azerbaycan’ın İstanbul’da görev yapan ilk başkonsolosu idi, onun sıkı bir Türkçü ve Turancı olduğunu Türkiye’de pek çok kimse bilir), sorduğumuz bir soru üzerine rahmetli Şemsi Belli ile bana Nazım Hikmet hakkında son derece ilginç şeyler söylemişti (ben o sözleri aynı yıl Ortadoğu Gazetesi ve Şiir Defteri Dergisinde de yayınlamıştım). O söyleşiden bölümleri aşağıya alayım siz de okuyunuz, hükmünüzü ona göre veriniz:

“Eski adı ‘Komünist’ yeni adı ‘İstiklal Küçesi’ olan caddeye girip başredaktörlüğünü Abbas Abdulla’nın yaptığı ‘Ulduz Dergisi’ yani ‘Yıldız Dergisi’ne girdiğimiz zaman, Azerbaycan deyimiyle ‘günortası’ yeni başlamıştı.
Türkçesi yüreği kadar pırıl pırıl; yüzü, Türkçesi kadar tatlı ve sevimli, Şair Abbas Abdulla, bizi büyük bir içtenlikle karşıladı.

Yakasında bozkurt rozeti, makam koltuğunun üst başında Atatürk portresi ve arabasında Türk bayrağı ile koyu bir Türk Milliyetçisi Abbas Abdulla. Azerbaycan Halk Cephesi’nin Yönetim Kurulu Üyesi… Öztürkçe yeni sözcükler de dâhil, İstanbul Türkçesi’ne çok yakın, temiz bir dili var. Geçenlerde Türkiye’den bir tanıdığı telefon etmiş. Azerbaycan’ın bağımsızlığını kutlamış, hatırını sormuş.


-Çok mutluyum! Demiş Abbas Abdulla.

Karşısındaki ses de Türkiyeli milliyetçilerden. Ama tutuculuklarını çağdışı çizgide sürdürmeye inat eden milliyetçilerden… Yadırgamış ‘mutluluk’ sözcüğünü.

-Sen mutlu değil, bahtiyar olduğunu söylemek istiyorsun herhalde! Demiş.

Abbas Abdulla, Türkiye Türkçesi’ni bu denli güzel konuşabilmesinin sırrını şöyle açıklıyor:


-Ben şimdi Gürcistan topraklarında kalan Borçalı’da doğdum. Büyüklerim Türkiye özlemiyle yanıp tutuşan insanlardı. Bu duygularla büyüdüm. Türkiye radyolarını sürekli dinledim. Zaten Borçalı’da konuşulan Türkçe ile Kars’taki Türkçe arasında hiçbir fark yok… Çok iyi hatırlarım: Anam şöyle bir bayatı söylerdi bize:

Kars ayaz
Bura gündür Kars ayaz
Kalem Kurbanın olum
Kısmetimi Kars’a yaz.

(Abbas bey’in yeğeni ünlü şair Zelimhan Yagup geçen yıl Kars’a gelmiş, bu bayatıyı hatırlamış ve nazire yapmış
Kars ayazdı

Bura gün, Kars ayazdı
Kalem gurban olum
Kısmetim Kars’a yazdı)

Abbas Abdullah başka anılar da anlattı bize. Hepsi birbirinden güzel, birbirinden ilginç:

Birkaç yıl önce, yayınlamakta olduğu Yıldız dergisine maddi destek sağlamak amacıyla Moskova’ya gitmiş. Derdini anlatmış, gereken yardımı almış. O sırada Kremlin’in koridorlarında Azerbaycanlı bir dostuna rastlamış. Azerî dostunun gözleri, Abbas Abdulla’nın yakasındaki rozete takılmış:

-Yahu sen deli misin? Atatürk rozetiyle burada dolaşılır mı?

Abbas Abdulla gülmüş:

-Merak etme, onlar Lenin’e benzetmişlerdir.


Abbas Abdulla’nın canlı bir arşiv olduğunu sezen Şemsi Belli ağabey, video-kameranın objektifi ile yetinmedi; çantasını açıp teybini de çıkardı. Tek sözcüğünü kaçırmamaya özen göstererek dinlemeye başladı Abbas Bey’i:

-Biz Türkçülüğü de, milliyetçiliği de Nazım Hikmet’ten öğrendik. Öz dilimize sarılmamızda onun payı az değildir. Burada bizim aydınlarımızın çeşitli nedenlerle yapamadığını o yaptı. Komünizm kisvesine bürünmüş Rus emperyalizmine ilk kafa tutan Nazım Hikmet oldu.


Bizim görkemli tiyatro yazarımız Mirze Fetali Ahundzade’yi anma töreni düzenlenmişti o yıllarda. Nazım da Bakû’da, o da davetli. Toplantıyı yöneten Rus, Nazım’a söz vermek istemiyor, oyalıyordu onu. Nazım birden kürsüye fırladı:

‘Ulan sen kim oluyorsun da bana söz vermiyorsun, ben istediğim yerde konuşurum, senden nezaketimden dolayı söz istiyordum’ diye haykırdı ve başladı konuşmaya: Konuşmanın bir yerinde nasıl olduysa ‘Ahundzade’ yerine ‘Ahundof’ dedi. Hemen yere tükürdü, af diledi: ‘Kusura bakmayın ağzıma şu pis of’u aldım, ağzım kirlendi, temizledim’

Ruslar Nazım’ın komünizmden artık tiksindiğini sezmişlerdi ama ses çıkaramıyorlardı; dünya kamuoyundan çekiniyorlardı.”


Evet yazdıklarımız ve kitabımıza aldığımız metin bu… Bu düşünce ve hoşgörü kabızı herif, kitabımın yukarıya aldığım bölümünün fotokopisini yayınlıyor ve şu ifadelerle bana çamur atmaya uğraşıyor:

“Adını hatırlamadığım kitaplardan birinde Atsız'la ilgili bir bölüm, onun realist olmadığından, hayalperestliğinden, romantik milliyetçilik yaptığından dem vuran birkaç paragraf vardı. 
Çöpe attım.
Kartal Gözüyle Milliyetçilik adlı bir diğer kitapta, ‘Biz Türkçülüğü ve Milliyetçiliği Nazım Hikmet'ten Öğrendik’ diye bir başlık...

‘İroni yapıyor herhalde’ diye düşündüm.
Baktım ki gayet ciddi...
Bir de nasıl öğrendiğini anlatıyor.
(…)Baktım ki köşe yazısı yazıyor; ilgili ilgisiz her konuda Nazım Hikmet'e atıf yapıyor, olur olmadık fikirleri onunla tasdik etmeye çalışıyor...
Nazım Hikmet, ona göre ‘vatan şairi’, ömrünü gurbette geçirmek zorunda kalan zavallı ‘vatan sevdalısı’.
‘Deli galiba’ dedim, geçtim.
O yıllarda HEPAR isimli siyasi parti, resmi sitesinden bir 10 Kasım mesajı yayınlamış. Bu mesajın sonunda da Nazım Hikmet şiiri var.
Türkçü gençler de Nazım Hikmet'in Atatürk aleyhinde şiirlerinden, vatan hainliğinden bahisle ‘hayırdır’ demişler.
Çayımı içmeye gelip giden arkadaşlardan, o partide çalışanlara sordum. ‘Cazim Gürbüz yazmıştır’ dediler.
‘Kimdir’ dedim?
Genel başkan yardımcısı olduğunu söylediler.
Bir kere daha bu vesileyle adını duymuş oldum.
Geçtiğimiz aylarda, bir sosyal medya sitesinde açılmış, siyasi parti isimli bir sayfayı haber veren e-posta aldım.
Sözde siyasi partinin birini hedef alıyor ama sayfanın ana teması ‘Caner Kara diye biri var, kimseyi beğenmiyor’ şeklinde gelişmiş.
Takipçilerine benim ne kadar bölücü, ne kadar geçimsiz, nasıl da uyumsuz olduğumu, ne biçim kötü bir kişi olduğumu ihbar ediyor.
Ben aleyhimde konuşulmasına alışığım.
Bunun internet üzerinden yapılmasına daha çok alışığım.
Eksilecek oyum, kaybedecek sermayem, zarara uğrayacak malım, tirajı düşecek yayınım vs. olmadığı için, hiçbirini umursamam.
Ömrüm boyunca kendimi değil, davamı sevdirmeye çalıştım; aleyhimde kurulmuş hiçbir cümleyi ‘sallamam’.
Anlatıyorum; çünkü o sayfanın yaptığı paylaşımların da altında ‘Cazim Gürbüz’ yazıyordu.
Bunaklıktan mıdır, karın ağrısı mıdır, fikir tutulması mıdır, bilmiyorum; bir romancının Atsız'a yaptığı hücuma, bu da kendince destek vermiş.
Atsız'a ‘ata’ diyenler, ‘Türkçülüğü tarikat, Atsız'ı da şeyh’ yapmışlar sözde...

Atsız, bunun da ‘yol büyüğü’ imiş ama ‘ata’ değilmiş.
Yahu, siz ne biçim adamlarsınız?
Türkçülüğü Nazım Hikmet'ten öğrendiğini yazacak kadar beyni ölmüş, aklını yitirmiş, şaşırmış bir herif, Atsız'dan nasıl bir yol öğrenmiş olabilir?
Atsız, o Nazım Hikmet için ‘Komünist Donkişot'u Proleter Burjuva Gaspodin Nazım Hikmetof’ diyor... 
Siz ona ‘vatan şairi’ diyorsunuz.
Milliyetçiliği de bu Nazım'dan öğrenip, bir de Türkçü gençlere öğretme pozuna girebiliyorsunuz.
Siz bu gençleri, kendiniz gibi kafasız mı sanıyorsunuz?”


Bu sözlerin hakaret bölümlerine ufaktan değineyim, benim başımla baş edemeyenler, yaşıma saldırırlar, bu mukallit yaratık da aynı modaya uymuş ve “bunak” demiş bana. 25 yıldır binlerce makale ve köşe yazısı yazmışım Ortadoğu, Büyükkurultay, Yeniçağ, Kocaeli ve Bayburt Postası gazetelerinde. 40 yıldır yazdığım dergilerin sayısını, bazılarının adını bile unuttum, hâlâ düzenli olarak yazdığım dergiler var. 15 tane kitap yazmışım (yolda iki tane daha var). Yalnızca bu Atsız papağanının eleştirdiği kitabımın sayfa adedi 534. Her ay düzenli olarak 2000 sayfa kitap okurum. Kitap eleştiri ve tanıtım bakımından Türk basınında bir rekora sahibim, 1000’e yakın kitap hakkında yazı yazmışım. Siyasette genel başkanlık da dâhil her kademede bulunmuşum, rüştümü ve yeteneğimi ispat etmişim. Ekmeğimi kazandığım muhasebe mesleğinin doruğuna, tırnaklarımla kazıya kazıya çıkmışım, Yeminli Mali Müşavir olmuşum (Türkiye’de sayısı en az bulunan mesleklerden biridir ve herkes olamaz). Gazeteciliğin haberden röportaja, köşe yazısına dek, neredeyse her dalında ürünler vermişim. Demek bütün bunları bir bunak başarmış ve o gazetelerin yönetmenleri, siyasi partilerin mensupları, meslek kuruluşumun yöneticileri, benim bunak olduğumu bir türlü anlayamamışlar. Yalnızca sosyal medya tosuncukları ile Atsız’dan geçinmeye uğraşan bu tepegöz anlamış…

Vay anasına sayın seyirciler!

Ve gelelim Atsız’la ilgili bölüme: Ben Atsız’ın mukallidi, uydusu, papağanı, onun beynine bağımlı ve tutuklu zavallılardan hiç olmadım; üstün yanlarını takdir ettim, olumsuz ve takıntılı yanlarını eleştirdim. Bu yeni bir durum da değildir, senin doğmadığın günlerde bile yapmıştım bunları. Aramızdaki fark o zaten, senin dağarcığında Atsız’dan gayrı bir şey yok, bütün dünyan ve sermayen o. Atsız’ı şeyh, Türkçülüğü tarikat edenlerin başında geliyorsun. 

Yukarıda “Okuduğunu anlamadığını” ifade etmiştim, onu da açayım, açımlayayım: Türkçülüğü Nazım Hikmet’ten öğrenen ben değilim, Abbas Abdulla. E peki o söyleşiyi neden koydum kitabıma? Nazım Hikmet’in bizde komünizmin, Azerbaycan’da ise Türkçülük ve Milliyetçiliğin simgesi olduğunu belirtmek, bir hakkı teslim etmek için koydum. Bende vicdan ve iz’an var.

Yazına dönelim; o yazında “Şaman Destanı” adlı şiirimi de eleştirmişsin, o şiir geçen yıl yayımlanan “Dillere Destanlar” adlı kitabımın ilk şiiridir. Sosyal medyada şu sunumla o şiiri paylaştım ve şiirimin senin sözlerine cevap olacağını ifade ettim.

“Şiiri ölçü ve uyaktan ibaret sanan, benim ölçü ve uyaklı şiirde de özgün ve başarılı örnekler verdiğimden habersiz, Atsız mukallidi (onu da beceremiyor ya neyse) nefretî makamından Türkçülük yapan birisi, benim Dillere Destanlar kitabıma da aldığım ‘Şaman Destanı’ adlı şiirimi hiç beğenmemiş, o şiirle beni vurmaya çalışıyor, bakın neler yazmış:

‘Alt alta koyulmuş, bazısı tam, bazısı yarım, mısra desen değil, satır desen değil, saçma sapan cümleler…


Kafiye yok, uyak yok (kafiye ve uyak'ın anlamdaş sözcükler olduğundan, bir arada kullanılamayacağı bilgisinden de habersiz C.G), tema yok, düzen yok…

Sorsan şiir.

Şaman ayini sanıyorsun, kabile dansı anlatıyor.

Milliyetçilik sanıyorsun, tamtam dansı çalıyor.’"

O şiiri ve değerini bilen biliyor, okuyan okudu, dinleyen dinledi, hep takdir edildi, alkışlandı. Gelelim senin o ölçülü uyaklı şiirlerine, sözgelimi şu dizelere: 

Camiden oy topladı Vatikan'ın piçleri,
Kilisede papazla açtılar oruçları,
Kötü yola düşerken memleketin açları,

Orospunun vergisi, imam doyurmayacak! 
Demokratik düzeni Türkçü gençlik yıkacak.

İlk iki dizede Fethullah Gülen ve yandaşlarının yaptıkları taşlanıyor. Bunlara bir sözümüz yok. Gelgelelim dördüncü ve beşinci dizelerde sapkınlık sırıtmaya başlıyor. “Orospunun vergisi imam doyurmayacakmış”. İmam bundan rahatsız değil, imamın kazancının helalliği ve temizliğinin tasası Türkçüye düşmüş. Nasıl Türkçülükse?.. Sanki orospuluk yalnızca kadının para karşılığı fuhuş yapmasıdır, fikirsel ve dinsel orospuluk diye bir olgu ve gerçeklik yoktur. Şu AKP iktidarları döneminde bazı imamların ne yaman orospuluklar yaptığını bu ülkede her namuslu insan görmedi sanki.

Ve son dize: “Demokratik düzeni Türkçü gençlik yıkacak”… Niye? Demokrasi’nin nesi Türkçülüğe ters? Demokratik düzenin yerine ne getireceksin, dikta mı, padişahlık mı, oligarşi mi? Ne? Ve neden yıkıyorsun, adına mücadele verdiğini söylediğin millete inanmıyor musun? O milletin hamisi, velisi sen misin? Türkçülük, başkalarına hayat ve söz hakkı tanımamak mıdır? Başkaları da sana söz hakkı tanımamaya çalışırsa, halin ve bu ülkenin hali ne olur sence?

O ki, şairliği orta düzeyde olan Atsız’ın (romanın önemli ismidir o) hece ölçüsü ile yazdığına bakıp, şiirin ancak hece ölçüsü ile olabileceğini sanıyorsun, şiir ufkun ve bilgin o kadar; sana o konu da dersini vermek isterim; biz hece ile de yazarız, hem de özgün yazarız, yalama olmuş ayak ve uyaklarla, bin yıldır kullanılan basmakalıp simge ve imgelerle yazmayız, hece ölçüsünü tutturmak için gereksiz sözcükleri şiirimize sokmayız ve hep yeniyi söyleriz. İşte böyle bir örnek… 1993 yılında yayımlanan ikinci şiir kitabım “Saman O Yana Buğday Bu Yana”da da olan bir şiirim:

YANILGILAR DENKLEMİ

Bir bitkin çisede bolluğu buldum
Erincin yol ağzı gözenekte mi?
Bastığım parmaklar, kemiren kurd'um
Ya'larla kurduğum düzenekte mi?
Kırdım şablonları sorgum özlemde
Arayış arayış... Durak gözlemde
Ufku yarmak için gözüm düzlemde
Mürşid'de mi çözüm, seçenekte mi?
Hep'e sevdalandım, hiç sürek avmış
Sarmaş dolaşlarım birer sınavmış
Kesin sandıklarım tek yönlü savmış
Aşılmaz sınırlar yetenekte mi?
Bu nasıl kurgudur, bu nasıl denklem?
Nesne ben, özne ben, bendedir yüklem
Bir sonsuz süreç'e mezardan eklem
Hikmet toprakta mı, ekenekte mi?

Ateizm ve Türkçülük

Kafadan kontakların yönettiği bazı sözde Türkçü web siteleri var. Onların birinde bir "akıldâne" bir soruya verdiği cevapta diyor ki: "Ateistler Türkçü olamazlar çünkü onlar insancıl olma iddiasındadırlar, ırkçılığa karşıdırlar."

Peki soruyu tersine çevirelim: Türkçüler "insancıl" değil mi, insana değer vermemek, yalnızca kendi ırkdaşını insan yerine koymak mıdır Türkçülük? Yalnız ateistler mi ırkçılığa karşıdırlar? Hayır, asla, aklı başında her insan, fikri ve ideolojisi ne olursa olsun ırkçılığa karşıdır. Aklı başında her Türkçü de ırkçılığa karşıdır. (Kartal Gözüyle Milliyetçilik adlı kitabımda ırkçılığın ne olduğu ya da olmadığı sayfalarca anlatılmıştır). 

Çülükünüzle uğraşınız

Şekilcilik, slogancılık, yüzeysellik, ukalalık... Ve bunlarla Türkçülük... Hadi canım siz de... Siz o "Türkçülüğün" Türk'ünü atın da, "çülük"ünüzle uğraşın...

“Çülük”e bir örnek vereyim: Türkçe dilbilgisi ve imla kurallarından haberiniz yok sizin. Dahi anlamına gelen "de" ve "da" eklerini bitişik yazıyorsunuz, uyarıyoruz, zorunuza gidiyor. Ki ekleri de öyle...

Ve Bayburt deyimiyle “Bacağı boktan çıkmamış” yaratıklar, sosyal medyadaki paylaşımlarımın altına “Lan sen Türkçü gesiliyon ama…” diye başlayan yorumlar yapıyorlar.

Türkçe'ye zerre kadar özeni, dikkati ve saygısı olmayanın Türkçülüğü?... Nereye kadar?