Hutbeler Arapça okunurdu Osmanlı döneminde ve cemaat hiçbir şey anlamazdı. Atatürk bir büyük reform yaparak hutbeleri Türkçe okutmaya başladı.

Arapça hutbeden halkın bir şey anlamadığına ilişkin ilginç ve gülünç bir anekdotu İskender Özturanlı’nın “Türkiye’de Laikliğin Serüveni” adlı kitabından yararlanarak aktaralım:

Arapça hutbe okunan yıllarda Siirt ilinin Pervari ilçesinde Piru adında varsıl bir adam yaşamaktadır. Hutbelerde Muhammed, Ömer, Osman, Ali gibi adları duyduğu halde kendi adının anılmamasından büyük bir üzüntü duymaktadır. Üzüntüsünü cami imamına da iletmiş ve adı hutbede anılırsa kendisine kırk keçi vereceğini vaat etmiştir. 

Bir gün imam minbere çıkmış ve Piru da cemaat arasında yerini almıştır. İmam, ‘Piru Piru kepçen keburu, mekân fi cehennem ve bisel masuru (kepçen kocaman ve yerin cehennem olsun)’ diye konuşmaya başlayınca, Piru sözcüğünü duyan müezzin, araya girmiş ve uydur uydur söyle Arapçasıyla, şimdiye dek hutbelerde Piru adını duymadığını, bunun nereden çıktığını sormuş.

Müezzinin bu çıkışına Hoca’nın yanıtı şöyle olmuştur: ‘Uskutu uskutu ya eyyüey sakutun (şimdiye kadar susan kişi şimdi de sus.’ Hoca sonra işin aslını yine Arapça aktarmış müezzine: ‘Kentimizin büyük varsıllarından Piru adlı kişi, hutbede adını anarsam bana kırk keçi vereceğini söyledi. Şu anda Piru aramızdadır. Sesini çıkarma. Bu keçilerden ‘lekemül aşra, velenel eşrun’ on tanesi senin, otuz tanesi benim olacaktır.

Böylece imam memnun, müezzin memnun, Piru memnun… Cemaat ise koyun kavalı dinler gibi dinleme durumunda olmuşlar.      

ARAPÇA DUAYA BOYUN EĞMEK

Hani cenazelerde hep derler ya hocalar “Duasını bilen duasını okur, bilmeyenler Fatiha Suresini…” diye. O cemaat içinde o Arapça duayı bilen neredeyse o hocadan başka hiç kimse yoktur. Neden? Çünkü Arapçası ezberlenecek gibi değil, Türkçesi ise öğretilmez. Öz Türkçe olarak “Hatun kişi niyetine, er kişi niyetine” denir de (gelenek durumuna -her nasılsa- geldiği için), cenaze duası bir türlü Türkçeleştirilmez.

Bu cenaze duasının Arapça’sı şöyle başlar: “Allahümma’fir li-hayyına ve meyyitina ve şahidina ve gaibina ve zekerina ve ünsana vesagirina ve kebirina…”
Bunu okusak ne olacak ne anlayacağız?

Oysa ne güzel Türkçesi var: “Tanrım, dirimizi, ölümüzü, burada bulunan ve bulunmayanımızı, erkeğimizi, kadınımızı, küçüğümüzü ve büyüğümüzü bağışla.”

Ve yemek duası… O duanın bir yerinde şöyle diyor Hocalar “Ve zevvecna bi huri’l-iyn”. Anlamı çok ilginç: “Tanrım bizi güzel huri kızlarıyla evlendir!”

İyi mi? Bazen kadınlar da bulunuyor o sofrada onlar da anlamadan “âmin” diyorlar bu duaya. Yani kocalarının birer huri kızı alıp üstlerine evlenmelerine yakarıyorlar. 

Ve bir de karşılıklı riyakârlık var, Hoca, cemaat anlıyormuş gibi bastırıyor Arapça’yı, cemaat de anlamış gibi yapıyor. Tanrı aşkına şu sözlerden kim ne anlıyor: “Tabiin, tebeüt tabiin, ülemanın, sülehanın, şühedanın, fuzalanın da ruhlarına hediye eyledik. Sen vasıl eyle ya Rabbi!”

Anlamıyor bu toplum, anlamaya çalışmıyor, ama dindarlık takınmayı da ihmal etmiyor.

Tanrı'ya içinden geldiği gibi, kendi ürettiği tümce ve imgelerle yakarmayı bile beceremeyen bir halk yaşıyor bu ülkede. 

Sosyal medyada dindarlık takınan herifin biri "Peygamberin duası"nı yazmış, birileri de beğeniyorlar. Bu tip insanları sınava alacaksın "Şunun bunun duasından kopya çekmeden 3 dakika yakar" diyeceksin. Lal olur çoğu, dilleri başka yerlerine kaçar.