Hatunoğlu Hüseyin Bey… Annemin annesinin babası… Karslı… Dokuz kardeşin en küçüğü… Kocaman konakları, tarla ve çayırları, sürüleri var Kars’ta. 1877-1878 Osmanlı Rus Harbinde (93 harbi), dokuz kardeşin sekizi şehit düşüyor, Hüseyin Dedemiz en küçüğü, bir tek o kalıyor. Kars savaş sonrası harp tazminatı olarak Ruslara verilince, yakınları ile birlikte muhacir oluyor.

Muhacirlik işte... Bir Erzincan, bir Bayburt, savruluyorlar oradan oraya. Bu savrulmalar sırasında, askerlik çağı geliyor Hüseyin Bey'in. Asker olur ama terhis olmaz, tezkere bırakır. Artık O, eşkıya takiplerine çıkan bir müfrezenin komutanıdır.

O günlere ilişkin anılarında en çok Lolanlı Memo ile Hart Şeyhi vardır. Lolanlı Memo, Dersim'den Bayburt'a dek hükmeden bir eşkıya. Öyle ki, "Lolanlı Memo Kanunları"nı koymuş adam ve uygulamış ciddi ciddi. Kop Dağı'nda bir boğaza bugün bile "Lolanlı Boğazı" denmekte. Bu Lolanlı Memo'yu Munzur Dağları'nın bir yerinde kıstırmış müfrezesi ile Hüseyin Bey. “Teslim ol!.." der demez, ansızın ateş eder Lolanlı, ayaklarından vurur Hüseyin Bey’i, o şaşkınlıktan yararlanarak fırlayıp kaçar.

Hart Şeyhi ise, Atatürk'ün Büyük Nutku'nda anlatılacak kadar önemli bir adam. Asıl adı Eşref. Çevresine bir hayli adam toplayarak Bayburt'un Hart Nahiyesi'nde mehdilik davasına kalkışmış. Kendisine nasihate gelen Bayburt Müftüsü ve subayları esir almış. Hüseyin Bey'in de işte bu günlerde yolu Hart'a düşmüş. Şeyh Eşref, müfrezesi ile birlikte Hüseyin Bey'i bir evde ağırlamaya başlamış. "Ağırlamak" diyor ya, işin aslı başka. Hart'tan dışarı çıkmaları yasak. Yiyip içip, Şeyh'in uydurma kehânet ve kerâmetlerini dinliyorlar. Hüseyin Bey bakıyor ki başka çare yok, bu çılgın Şeyh'in güvenini kazanmaya çabalıyor. Başarıyor da... "Şeyhim bu kâfirlerle çarpışmak için benim elimdeki kuvvet yetmez, izin ver, gidip asker toplayayım” der ve çıkar Hart'tan bu bahane ile…

Kars'taki arazileri düşman elinde kalmıştı ya, o arazilere eşdeğer arazi veriyor devlet tüm Kars muhacirlerine, emval-i metruke’den (yani Ermeniler’den kalan arazilerden). Hüseyin Bey de o ara, kendisine hakaret eden bir komutanını dövüp ayrılmış askerlikten. Bayburt'un Kısanta Nahiyesi'nde (bugünkü Demirözü İlçesi) ona da toprak düşüyor. Gidiyor, alıyor, çiftçilik yapacak. Karısı ve tek kızı dışında kimsesi yok… Ortakçı ve yarıcılarla uğraşıp durmakta.

Ve bir gün arazisi, mütegallibe ve memur işbirliği ile elinden alınır. Bayburt’ta kimseye dinletemez derdini. 40’lı yıllardır. Gidecek Ankara’ya Milli Şef İsmet Paşa’ya çıkacak, çözümü ondan isteyecek. Paltosunu Bayburt’ta satar, bir telis çuvalı sırtına sarar, atla karda kışta aşar Kop Dağı’nı. Aşkale’de atını da satar, biner oradan trene, varır Ankara’ya.

Varır ya, ne mümkün İsmet Paşa’yı görmek… Kapıdan sokmuyorlar… Bir gün ok gibi fırlar, dalar içeri, görevliler ardına düşerler, yakalarlar, o fırlatır hepsini yerlere (güçlü bir insandı), tam o sırada İsmet Paşa bir odadan çıkar, durumu görür, ona bağırır Hüseyin Bey:
-Paşam ben teey Bayburt’tan geldim, size maruzatım var, bunlar beni bırakmıyorlar!

Paşa, durdurur görevlileri:
-Gel bakalım ne istiyorsun?

Anlatır Hüseyin Bey, geçmişini, başına gelenleri, ilgiyle dinler İsmet Paşa ve der ki:
-Şimdi sen git, Bayburt’a vardığında bu iş çözülmüş olacak!

Öyle de olur… 

İsmet Paşa’yı tek parti döneminde yaptıklarından dolayı zaman zaman ben de çok eleştirmişimdir. Ama onun çok büyük tarafları vardır. İşte bunlardan birini, çocuk yaşımda, doksan küsur yaşındaki Hüseyin Bey’den dinlediğim bir anekdotu aktardım size…