Ankara’da gavut çorbası içerken Bayburtlulaşmak… Olur mu olur!
Bu sabah eşim sürpriz yaptı. Sabah soframızda buharı tüten, sıcacık, bol kavurmalı ve elbette “gobut”lu gavut çorbası…
Çorbayı üfleyerek dudaklarım yana yana yudumlarken, gavutun buharında Bayburt sabahlarına gittim.
O, buzlu sabahlarımızda içimizi ısıtan ayrılmazımızdı. İnsanlarımızın emeğinin, yürek sıcaklığının ve can yoldaşlığının simgesiydi.
Anamız sabahleyin kalkar kalkmaz gavut çorbasını hazırlardı. Kesinlikle koyu olacak, bol kavurma katılacak. Çok karıştırılmayacak ki gavut topakları, yani “gobut” da oluşsun. Nedense rahatsız etmeyecek kadar bol tuz da ekleyecek. İllâki yüreğinin sıcaklığını da katacak. Yer sofrasında bekleyenlere, sevgiyle hazırladığını sezdiren yoğun bir tebessümle çorbayı sunacak.
Çorbamız kocaman bir -nedense KAYIK adını verdiğimiz- şimşir kabın içinde sunulurdu. Elbette şimşir kaşıkların eşliğinde.
Evimize hemen hemen her yıl düzinelerle şimşir kaşık alınırdı. Herkes kaşığını seçer, kendi “en”ini çentiklerdi. Benim “en”im sapın sağında 1, solunda 2 çentikti; tam sapın ucunda. Kaşıkların en koyusunu ve olabildiğince budaklısını -kesinlikle de en büyüğünü- seçerdim. Halbuki herkes açık renklisini ve hiç budağı olmayanlarını edinmeye çalışırdı. Aykırılık mı yoksa “içinden ne geçiyorsa o” mu bugün bile anlamlandıramıyorum.
Tahta kaşığın çorba içerken ne kadar yararlı olduğunu sonradan anladım. Metal kaşık çorbanın sıcaklığıyla hemen ısınıyor, özellikle dudaklarımızı yakıyor. Şimşir kaşık öyle miydi? Sıcacık kavutu rahatça yudumluyorsun; kavutun sıcaklığı şimşire işlemiyor ki!
“Kayık” sofranın ortasına koyulur koyulmaz kavurma ve gobut yakalama savaşı başlar. Hiç kimse kaşığını kendi önüne daldırmaz. Tam karşısına ve en derine daldırarak, dipten kepçeler. Kavurma ya da gobut yakaladın yakaladın, boşsa kaşığındakini yudumlamadan tekrar dalma hakkın yok. Zaten ikinci dalışta onlardan birini yakalama şansın da yok gibi! Diğer kepçeleyenlerin kaşığında uçup gitmişlerdir. Neden büyük kaşık seçtiğimi anlamışsınızdır! Aslında kuşağımdan olanların tümü “büyük kaşık” sevdalısıdır, kesin!
Kavurma ve gobut savaşı bittikten sonra çorbanın sindire sindire içilmesine geçilir. İşte dumanı tüten çorbanın tadı o zaman çıkarılır. Sofradan kalkınca yapılacak işler, çözümlenecek sorunlar ya da yaşanacak güzellikler düşünülür. Herkes kendine göre düşler kurar, gavutun salınarak dağılan dumanında. İçtiği çorbanın akşama değin duyumsayacağı sıcaklığını sindirir. Kimse o an konuşmaz, daldığı düşünce ve duygu dünyasında kendini yaşar. “Kayık”ın dibinde kalan gavut birikimi, özellikle çocuklar tarafından özenle kazınır, sofradan “çok şükür”lerle kalkılır.
Artık herkes, soğuk Bayburt gününde, sıcak bir yaşama hazırdır.
Sağ olsun Hanım, Ankara’da gavut çorbasını içerken nasıl Bayburtlulaştım, nasıl mutlandım anlatamam.