80’li yıllarda Almanya’da yaşarken, 45 günlük yaz tatillerinde, kara yolundan ülkeler geçerek, Türkiye’ye gittik ve geri döndük. 1987 yazında yaşadığımız, unutulmaz olaylarla dolu bu yolculuklardan birini, o günlerde tuttuğumuz notlardan sunuyorum.

15.07.1987 saat 12.15, Almanya’dan hareket 

Bütün yıl heyecanla beklediğimiz an geldi. Dün geceden hazırladığımız arabamızla gurbetten vatana gitmek üzere eşim ve iki kızımla Almanya’nın Neuss şehrinden yola çıktık. 

Bagajı tıklım tıklım dolu Mercedes 123-Diesel marka arabamızla 3 numaralı otobanda güneye gidiyoruz. Frankfurt’a 193 km. var. Yollarda vasıta çok ama yığılma yok. Bulutlu, sıcak, bunaltıcı bir havada yolculuk yapıyoruz. İlk defa bizimle aynı yöne giden bir Türk vatandaşımızın minibüsünü gördük. Almanya’daki kalabalık Türk aileleri, uçak biletleri pahalı olduğundan yıllık izinlerinde Türkiye’ye gitmek için genellikle karayolundan ve minibüsle seyahati tercih ediyor. Vatana giderken akraba ve yakınlarına orada aranan eşyaları hediye olarak götürüyorlar; Almanya’ya dönerken de burada bulamadıkları yiyecekleri getiriyorlar.  

14.40 Frankfurt’tayız. 14.50’de ilk molamızı veriyoruz. 17.50’de “Jura”benzin istasyonunda mazot alıp,  Regensburg’a ulaşıyoruz. Bavyera’da olduğumuz kiliselerin mimarisinden anlaşılıyor.
19.40’da Suben sınır kapısına geldik. Avusturya’ya girdik. Burada gördüğümüz güzel tabiat manzaralarına hayran oluyoruz. 

20.30 Graz’a 238 km var. Hava kararana kadar yola devam etmek istiyoruz. 21.20’de yol kenarında bir köy pansiyonunda boş oda bulduk. Geceyi bu sessiz, temiz pansiyonda geçirdik.
16.07.1987, Avusturya ve Yugoslavya 

Sabah  Micheldorf isimli bu köyün pansiyonu “Gasthaus”da horoz sesi ile uyandık. Saat 7’de kalktıktan sonra, pansiyoncu hanımın hazırladığı çay, peynir, reçel ve ekmekten oluşan kahvaltımızı mutfakta yaptık. Güneşli, açık bir havada güne başlarken karşımızda yemyeşil tepeleri görüyoruz. Pansiyoncunun yazmamız için bize verdiği, başka Türklerin de burada kaldığını gösteren “Misafir Defteri’ne” düşüncelerimizi kısaca yazıp ve yola koyulduk.

Otoban’da bizimle aynı yöne giden vatandaşlarımızın minibüslerini görüyoruz. Artık ikinci nesil gençler direksiyonda, babalar yan koltukta oturuyor. Bizde de zaman zaman yeni ehliyet alan kızım direksiyona geçiyor.

11.10 Spielfeld Avusturya sınırı. 11.50 Yugoslavya sınırına 3 sıra halinde ilerliyoruz. Durduğumuz sırada Almanya’da oturduğumuz şehirden bir öğrencimiz ve ailesini görüyoruz. Onlara iyi yolculuklar diliyor ve yola devam ediyoruz. Hava sıcak, ağzımız kuruyor. Susuzluğumuzu gidermek için soğuk su ve yiyeceklerimizin olduğu küçük bir buzdolabımız var. 

Buradan Türkiye’ye kadar eski Osmanlı toprağı olan bu ülkelerde hâlâ Türkçe konuşarak gitmek mümkün. Araba radyosu Türk veya Alman radyolarını çekmediğinden yol boyunca kaset çantamızdan Türk müziği kasetleri çıkarıp, kasetçalarımızda dinliyoruz. Durmadan değişen manzaralar görmekle sıkılmıyoruz, ancak biz büyükler için bile yorucu olan bu yolculukta en fazla küçük kızım etkileniyor; genellikle arka koltukta yatıyor. Avusturya’dan sonra bütün gün, bin kilometreden fazla bir mesafe, Yugoslavya içinde seyahat edeceğiz. Bu ülkenin bir kaç yıl sonra kanlı bir şekilde bölünüp, bağımsızlığına kavuşacak ülkelerinden geçiyoruz. 

12.45 Maribor’dayız. 13.50 Zagrep’e 45 km. Yugoslavya’da otoban olan yerlerde otoban parası ödüyoruz. Otoban bitince gidiş gelişli yol başlıyor. Bu yollar çok tehlikeli. Nice Türk vatandaşının hayatını kaybettiği trafik kazaları genellikle böyle yollarda oluyor. Arabalar aynı yönde giderken öndeki arabayı geçmek için sollayınca karşıdan gelen arabanın hızı hesaplanamıyor, bu yüzden kafa kafaya geliniyor ve ölümcül kazalar oluyor. 

Saat 17.00 Belgrad’a 198 km var. Önümüzde Bursa plakalı bir araba görüyoruz. 18.15 yolda bekliyoruz. Kaza olmuş. İnsanlar yorgun ve sinirli. Nihayet kaza yerinden geçiyoruz. 19.20 Belgrad’a 20 km kaldı. 19.50 Belgrad’dayız. Şehrin banliyölerinde büyük apartmanlar yapılmış. Komünist blok ülkelerinde böyle insan silosu şeklinde zevksiz, estetikten yoksun yapılar görüyoruz. Atalarımızın Tuna’dan kafilelerle geçtiği gibi, biz de araba kafileleri halinde Tuna’yı geçip vatana gidiyoruz.

20.15 mazot almak için durduk. Bir şeyler yiyip, içip, ihtiyaç giderdikten sonra yola koyulduk. Hava karardı; hâlâ yoldayız. Gece araba sürmek kolay değil. Yol karanlık; önden ve arkadan gelen araba farlarının uzun ışıkları gözleri kamaştırıyor ve araba sürene zorluk veriyor. 22.30’da Camping Nais’e ve sonra Niş’e geldik. Yol kenarında bir otel bulduk ve son odalarını da biz aldık. Burası 3 er yataklı iki oda, bir giriş ve duştan oluşan büyük bir “suit” idi. 

“Reception’da” oda işlemlerini yapan genç kadın bizden yalnız bir kimlik istedi. Eşim de pasaportunu verdi. Bu durumun başımıza ne işler açacağını bilemezdik. Yorgun argın yataklarımıza uzandık

17.07.1987, eşimin pasaportunun kaybolduğu gün

Sabah 7’de kalktık. Kahvaltımızı yaptıktan sonra, “Reception’a”gidip hesabımızı ödeyip, eşimin pasaportunu almak istedik. Dün akşamki kadın pasaportların olduğu rafa bakıp bulamayınca, verdiğini söyledi. Eşim: “Hayır almadım” dedi. Kadının ısrarı üzerine eşim çantasını ve odayı defalarca aramasına rağmen bulamadı. Vakit ilerledikçe pasaport ortaya çıkmadıkça bizim sinirimiz bozulmaya ve ses tonumuz yükselmeye başladı. Oteldeki diğer görevliler bu kadını savundular. Sonunda Niş’deki polis arandı, sınıra haber verildi. Fakat gelen giden olmadı. Saat 11’e doğru Niş’deki polis müdüriyetine gittik. Buradaki memurlar Almanca, İngilizce bilmiyordu; neyse otele telefon ettiler. Kadın pasaportu bizim kaybettiğimizi söyledi. İngilizce bilen bir adam geldi. Durumu yeniden anlattık.  Yapılan konuşmalardan Belgrad’a gidip, büyük elçiliğimizden geçici bir pasaport almaktan başka bir çarenin olmadığını anladık. Cep telefonlarının daha çıkmadığı o dönemde ancak yakındaki bir otelden Belgrad büyük elçiliğimize telefon ettik. Konuştuğumuz bir görevli konsolosluğun 3’e kadar açık olduğunu söyledi. Bunu duyduğumuzda saat 12’ye geliyordu. Belgrad Niş arası 224 km. idi. Otoban olan bu yoldan 14.30’da Belgrad’a ulaştık. Biraz aradıktan sonra büyük elçiliğimizi bulduk. Bayrağımızın dalgalandığı binayı görünce sevinçle kapıyı çaldık. Bir görevliye durumuzu anlatınca bizi girişe alıp yan odaya gitti. Üzerinde bir isim yazılı küçük bir kâğıtla geldi ve bize müjdeyi verdi. Meğer bir saat önce Berlin’e giden Ziya Öztan isimli bir vatandaşımız buraya gelmiş, eşimin pasaportunu göstermiş. Onlar da bizim kaldığımız otelde kalmış. “Reception’daki” kadın bakmadan diğer pasaportların arasında bizim pasaportu vermiş. Onlar da incelemeden pasaportu alıp yola koyulmuşlar. Yüzlerce kilometre gittikten sonra Avusturya sınırında bizim pasaportu fark etmişler. Bu iyi kalpli, yardımsever vatandaşlarımız bizim zor durumda kalacağımızı ve Büyükelçiliğe geleceğimizi düşünüp aynı yoldan Belgrad’a geri dönmüşler. Büyükelçiliktekiler pasaportu oraya bırakmalarını söylemişseler de, onlar iyilik olsun diye pasaportu bize ulaştırmak üzere Niş’e otele gitmeye karar vermişler. Onlar Niş’e giderken, biz Belgrad’a gelmişiz. Bunu duyunca yandaki Excelsior otelinden Sicevo’daki otele telefon ettik. Berlinli aile oradaydı. Konuştuk; bizim için bin kilometreye yakın yol yapan bu insanların zahmetlerine, yardımlarına defalarca teşekkür ettik. Bizim pasaportu oraya bırakmalarını rica ettik.

Belgrad’dan  Niş’e doğru yola çıktık. Bir park yerinde bir Türk hacı grubunun toplu halde namaz kıldıklarını gördük. Artık iyice bellediğimiz otoban’dan saat 18’00’e doğru otele geldik. Önce “Reception’dan” pasaportu aldık. Bu olaya sebep olan kadın orada değildi. Otelin sahibinin Restaurant’ta olduğunu öğrendik. Bu adamın yanına gidip içimizdekileri yüzüne söylemek istedik. Adamlarıyla bir masada oturan iri yarı bu adama eşim ve ben öfkeyle bağırdık. Adam ne olduğunu bilmiyormuş, o da öfkeyle bize bağırdı. Sonra ne olduğunu öğrenince, bizden özür diledi. O kadının yeni işe başladığını, işine son vereceğini söyledi.“Buyurun misafirim olun, yaptığınız yol masraflarını öderim, ancak kaybolan gününüzü ve harap olan sinirlerinizi geri veremem.” dedi. 
Daha fazla vakit kaybetmeden yola koyulduk. 20.20.de Bulgaristan’a geçtik. Bulgar polisi ülkelerinden transit geçen Türklere her türlü zorluğu çıkarıyor, her vesile ile ceza kesiyordu. Korkutarak haraç alıyordu. Onun için son derece dikkat ederek araba sürdük. 21.00 Sofya’ya ulaştık. Svilengrad’a 323 km. 22.45 Filibe’deyiz. 

18.07.1987, Türkiye’deyiz 

1.07 Bulgaristan gümrüğündeyiz. Bulgar görevliler arabanın içini, bagajını, torpida gözünü hatta cüzdanlarımızı bile defalarca aradılar.   

1.15 Türkiye’ye girdik. Bütün gün yaşadığımız olaylardan, gerilimden ve sonunda vatanda olmaktan, al bayrağımız ve mehter marşı ile karşılanmaktan heyecandan kendimizi tutamadık. Hepimiz ağladık. Saat 03’de Gümrük kapısından çıktık.3.22 Edirne’deyiz.
ALMANYA’YA DÖNÜŞ
 
Türkiye’de tatilimiz çok güzel geçti. İstanbul, Ankara, Çorum, Konya’da akrabalarımızı ziyaret ettik. Sinop ve Antalya’da deniz kenarında güzel otellerde kaldık. Sayılı gün çabuk geçti. Nihayet dönüş vakti geldi.

28.08.1987, Edirne’den hareket

Saat 13.00’de Edirne’deyiz. Selimiye Camii’nde cuma namazını kıldım. Allah’a önümüzdeki yıl da vatana ailemle sağ salim gelmemiz için dua ettim.  Mimar Sinan’ın muhteşem eseri Selimiye’yi çocuklarıma gururla gösterdim. Bütün aile güzel bir lokantada yemek yedikten sonra, elimizde kalan Türk parası ile Kapalıçarşı’da alışveriş yaptık.

Saat 16.10 Edirne’den ayrıldık. 16.20 Edirne’den hududa kadar kilometrelerce ip gibi dizilmiş arabaların arkasında durduk. O yıllarda komünist bir ülke olan Bulgaristan, Jivkof isimli Türk düşmanı, katil bir adamın yönetiminde ülkesindeki Türkleri Bulgarlaştırmak, asimile etmek için,  zorla Bulgar isimler vermiş, Türkçeyi, İslâmi ibadetleri yasaklamış, camileri kapatmış, soydaşlarımıza büyük baskı uyguluyordu. Uyuyan Türkiye bütün bu gelişmeleri ne yazık ki çok sonra öğrendi. Bu duruma Batı ittifakı içindeki Özal’lı Türkiye tepkisini geç gösterdi. Bulgarlar bunun üzerine soydaşlarımızı göçe zorladı. Türkiye sınırlarını açınca büyük bir insanlık dramı yaşandı. Uluslararası alanda Bulgaristan köşeye sıkıştı. İnsan hakları şampiyonu Batılı ülkeler ister istemez Komünist Bulgaristan’ı kınamak zorunda kaldı. Bulgar tarafı Türkiye ile yaşadığı bu sorunlar yüzünden ülkesinden transit geçecek Türklerden intikam alıyor, işlemleri yavaşlatıyordu. Bulgarlar; Bulgaristan’dan transit geçen, Batı Avrupa ülkelerinde çalışan göçmen Türklerin Bulgaristan’daki soydaşlarımızla temas kurmasından, Türk bölgelerine gitmesinden ödleri kopuyordu.
18.20 iki saatten beri bekliyoruz. Arabalar 3 sıra oldu ve hududa daha iki kilometre var.21.30 Kapıkule’deyiz. Her taraf gurbetçi arabalarıyla ve Türk tırlarıyla dolu. Kim bilir ne zaman çıkabileceğiz? Dünyada vatandaşına böyle muamele reva görülen kaç ülke vardır? Nihayet Kapıkule gümrük sahasından çıktık.23.15.

29.08.1987, Bulgaristan’ın Türklere yaptığı insanlık dışı uygulamalar yüzünden nasıl büyük bir tehlike atlattık? 

Saat 01.de Bulgar gümrük ve polisinden geçip Bulgaristan’a girebildik. Bulgarlar ülkelerinden transit geçen Türklerin durmadan, kimseyle temas etmeden hemen Bulgaristan’ı terk etmelerini istiyordu. Bulgar polisleri bütün yolu gözlüyor, yerli yersiz ceza kesiyor. İtiraz edenden hemen pasaport ve evraklarını alarak, mahkemeye sevk ediyordu. O gece sabaha kadar araba sürdüm. Hedefim Yugoslavya’ya geçtikten sonra Niş yakınlarında Camping Nais’de durmaktı. Ancak bütün gün adım adım gittiğimiz ve yaşadığımız gerilimle yorulduğum ve sabaha doğru dikkatim dağıldığı için Niş’e yakın bir yerde, bir yanı kayalık, bir yanı uçurum olan bölgede yolun kenarındaki bir kedigözüne karanlıkta arabamın tamponun sağ tarafı ile çarptım. Bunun üzerine direksiyonu biraz hızla sola kırınca sabah saatlerindeki çiğ ve rutubet yüzünden kayganlaşan yolda, araba kayarak sol tarafta yol kenarındaki şarampol çukuruna girdi. Arabada uyuyan eşim ve çocuklarım ve ben hepimiz dehşetle kendimize geldik. Ne büyük bir tehlike atlattığımızı gördük. Karşıdan bir arabanın gelmemesi, daha hızlı olmamamız, arabanın dolu ve ağır olması bizi büyük bir kazadan korumuştu. Durduğumuz yerden biraz ileri gitseydik uçurumdan aşağı yuvarlanabilirdik. Eşimin söylediğine göre, arabadan kireç gibi bir yüzle çıktığımda yoldan geçen vatandaşlarımız durup, geldiler. Bir şey olup olmadığını sordular. Beni şarampolden çekmeleri için yardım etmelerini istedim. Bir Türk kamyon şoförü gelip, çekme halatımı kamyonuna bağlayarak arabamızı çekti. Yardım edenlere teşekkür ederek hemen yolumuza devam ettim. Dursam, sürme cesaretini belki bulamazdım. Niş yakınlarında hedeflediğim Camping Nais park ve benzin istasyonunda durduk. Arabamızda kırılan ön sağ far lambası kapağı dışında bir şey yoktu. Ancak nasıl büyük bir kaza atlattığımızı ürpererek anlayıp, bizi koruyan Allah’a şükrettik.  Yiyip, içip, ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra biraz dinlenip yola koyulduk.

15.40 Zagrep’e 245 km.Yollar gurbetçi vatandaşlarımızla dolu; park yerleri ve tuvaletler temiz değildi. Bazı benzin istasyonlarında akaryakıt yoktu. Bazıları da verdiğimiz paraya rağmen ayarı önceden bozulmuş pompayla depoya daha az akaryakıt dolduruyordu. Nihayet Slovenya’da Ljubljana yakınlarında temiz bir otelde yer bulduk.

30.08.1987, Slovenya, Avusturya ve Almanya, 

Sabah 8’ de Alplerin yakındaki bu otelde uyanıp kahvaltımızı yaptık. 8.30’da yola koyulduk. Slovenya’da tabiat Avusturya’dan farksızdı. Saat 10.00’da sınıra geldik. Az araba olduğundan hemen sınırı geçtik. 10.15 Villach’dayız. Çok virajlı bir yoldan, fakat güzel bir tabiat içinden geçerek 11.40’da 16 km uzunluğundaki Trauen Tunel’ine girdik. Saat 13’de Almanya’dayız. Yollar çok dolu. Her yerde polisler trafiği kontrol ediyor. 19.00 Würzburg’dayız. 19.10 Köln’e 287 km. 20.00 Frankfurt. 21.30 Köln. 22.30 evdeyiz.

1987 yazında yaptığımız yolculuk; Türkiye içindeki seyahatlerimizle 10 bin kilometreden fazla yol kat ettiğimiz Almanya- Türkiye ile Türkiye-Almanya yolculuğu bizim dışımızda gelişen olaylar ve insanlar yüzünden çok gerilimli oldu. Yugoslavya ve Bulgaristan’da çok şeyler yaşadık. Özellikle dönerken büyük tehlike atlattık. O yıldan sonra ve Yugoslavya iç savaşı yüzünden bir daha araba ile Türkiye yolculuğu yapmadık. Ancak vatana her yaz gelmekten vazgeçmedik.