Sonuçta üyeliğinden ayrılıp bütün ilişkilerimi kesmek zorunda kaldığım Yazarlar Birliği bizim İLESAM olarak düzenlediğimiz Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı’nın başladığı gün, gazeteleri, ajansları kapı kapı dolaşarak aleyhimizde propaganda yapıyordu.

Yeri gelmişken belirtmeliyim: Türk Dünyası Yazarları Kurultayı için Enver Ören ve Nevzat Yalçıntaş’ın önemli katkıları olmuştu. Kurucularından olduğum aynı Yazarlar Birliği yıllarca benim itikadımı, inancımı sorgulayarak, dedikodu konusu yaparak aleyhimde kamuoyu oluşturma yolunu tutuyordu. 

Bir insan olarak bunlara üzülmediğimi söyleyemem. Fakat aldırmayıp yoluma devam etme tavrını sürdürdüm. 

Yine kurucusu olduğum İLESAM’ın başkanlığından, 1995 yılında milletvekili seçimine aday olarak katılmak üzere giderken istifa etmiştim. Seçimi kazansam da kaybetsem de İLESAM yönetimine dönmemeye karalıydım. Ancak başlatmış olduğum projelerin sürdürülmesi için bir üye olarak destek olma niyetini taşıyordum.

Ancak benim ayrılmamdan sonra oluşturulan yeni yönetim kurulu, İLESAM’dan uzak tutulmamı sağlayacak şekilde oluşturulmuştu. Devam ettirilmesini arzu ettiğim projelerin ağırlığı Türk Dünyası ile ilgiliydi. Mesela “Türk Dünyası Edebiyatına Hizmet Ödülleri”ni ihdas etmiş, Cengiz Aytmatov, Bahtiyar Vahapzade, Nebi Hazri, Cengiz Dağcı gibi ünlü edebiyatçılara bu ödülleri Türkiye’deki görkemli törenlerle sunmuştuk.

Benim Türk Dünyası’na ilgimin temelinde şu inanç vardır. Tarihte Türklüğün yükseliş çizgisine paralel olarak İslam Dünyası’nda yükselişte olmuştur. O halde Türk Dünyası’na hizmet, aynı zamanda İslam Dünyası’na da hizmetti. Kültürel ve sosyal organizasyonlardan çekilip, kendimi sadece yazmaya verebilirdim. Düşünüp taşındıktan sonra, bir vakıf kurmayı tasarladım. Bürokraside bir yerlere yükselme konusunda kararımı çoktan vermiştim. Asla uğraşmayacaktım.

Neticede yaptığım temaslar sonucunda yazar, şair, akademisyen ve diğer sanat alanlarından 40 kişilik bir kadro ile Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı’nı (TÜRKSAV) kurmuş olduk. Vakfın Onur Kurulu Başkanlığını da Cengiz Aytmatov üstlenmiş oldu. TÜRKSAV, öncelikle Türk Dünyası Karma Sergileri geleneğini başlattı. Yine ilk yılından itibaren de Türk Dünyası Hizmet Ödülleri’ni ihdas etmiş oldu. Konferanslar, seminerler, kitap yayınları, başka illerdeki Türk Dünyası konulu etkinliklere destek olmak gibi hedefleri hep canlı tutmaya çalıştık.

9. Cumhurbaşkanı Süleymen Demirel, TÜRKSAV’ın çalışmalarına sıcak ilgi gösteriyor, destek veriyordu. Ödül törenlerimiz, Çankaya Köşkü’nde yapılıyor, karma resim sergilerimiz Cumhurbaşkanı Demirel tarafından açılıyordu.

Dolayısıyla ödüllerimiz ve sergilerimiz Türk Dünyası’nda önemli bir prestij kazanmış oluyordu. Haliyle de Cumhurbaşkanı Demirel’le yakın temaslar, görüşmeler, fikir alışverişleri oluyordu.

O arada “28 Şubat süreci başlamıştı. Bu vesileyle Süleyman Demirel “Milli Görüş” çevrelerinin olumsuz değerlendirmelerinin  hedefi olmaya başlamıştı. Bu çevrelerden bazıları da Demirel’le yakınlaşmamdan dolayı bana “Masonluk” isnadında bulunuyorlardı. Doğrusu, buna hiç de aldırış etmiyordum.

İşin garibi, bana bu tür yakıştırmada bulunan çevrelerin bir çok insanı Demirel’le temas kurabilmek için can atıyorlardı. Bazen benim aracılığımı da talep ediyorlardı.

Yeri gelmişken şunu hemen ifade etmek istiyorum. Demirel’le olan sohbetlerde vardığım kanaat, kendisinin, 28 Şubat askeri müdahalenin yönetime fiilen el koymasının engellemiş olduğuydu.

Süleyman Demirel’i Karabağ’daki Azerbaycan-Ermenistan çatışmaları sırasında Ebulfez Elçibey’in, yaralıları taşımak için kendisinden bir kaç helikopter talebini geri çevirmesi dolayısıyla eleştirenler safındaydım. Gerçek olarak, “Kızılordu”nun varlığını göstermiş olması da, Sovyetler Birliği efsanesinin bilinçaltında oluşturduğu rezervlerin devam etmekte olduğunu gösteriyordu. Demirel, Cumhurbaşkanlığı döneminde Türk Dünyası meselesine  dört elle sarılarak, o eski günahını da telafi eder gibiydi.

Yakın geçmişle ilgili hatıralarımın bu kısmında, Demirel konusuna tekrar dönmek üzere, Turgut Özal’dan söz etmek istiyorum.

Yıl 1979’du. Türkiye Milli Kültür Vakfı’nın “Çağ Sürgünü” kitabım dolayısıyla bana vereceği “Jüri Özel Ödülü”nü almak üzere İstanbulda’ydım.

Sheraton Oteli’nde bir salon. Davetliler masalardaki yerlerini almış. Gelen konuk bay ve bayan çift kapıda karşılanıyor. Turgut Özel ve eşi Semra Hanım olduğunu öğreniyoruz. Ödüllerimiz Turgut Özal tarafından verilecekti. Kendisini ilk defa orada görmüş oluyordum. Konuşmasını yapmak üzere mikrofana davet ediliyor. Konuşmasındaki şu cümle aynen aklımda kalıyor. “Türkiye’nin kurtuluşu Türk-İslam Sentezi’ndedir...”

Aradan yıllar geçecek, Özal Başbakan olacaktı. Muhalif sol ve liberal basının kendisini “Türk-İslam Sentezcisi” diye sıkıştırmaları karşısında, televizyon haber bülteninde kendi sesinden şu cümleyi duyacaktım. “Türk-İslam Sentezi diye bir şey yoktur...” Ey politika sen nelere kadirsin diyordum içimden. 

Türkiye Gazetesi Başyazarı Yalçın Özer İLESAM Yönetyim Kurulu’ndaydı ve Başkan Yardımcılığı görevini üstlenmişti. Sebahattin Önkibar dayönetimde yer almak istiyordu. Ancak aynı gazeteden iki yazarın olması eleştirilere yol açabilirdi. Bunu kendisine söylemiş olmama rağmen, Sebahattin bana gücenmişti. 
Yalçın Özer’le sık sık bir araya gelir, sohbet ederdik. Başbakan Turgut Özal’a çok yakındı. Aralarında geçen konuşmalardan söz eder, bana açılırdı. Tercüman Gazetesi ile Türkiye Gazetesi bir rekabet içerisindeydi.

Bir gün yine gazetede buluşacaktık. Ben karalaştırdığımız zamanda gittim. Yalçın Özer yoktu. Odasında oturup bir çay içimlik bekledim. Yalçın Özer geldi ve heyacanlıydı. “Özal’ın yanından geliyorum.” Kendisi oradayken Tercüman’ın sahibi Kemal Ilıcak aramış Özal’ı. Beklemekte olduğu krediyi hatırlatıp, gecikmeden dolayı Özal’a sitemde bulunmuş Ilıcak. Özal da “Ben senin ortağın değilim Kemal Bey” diyordu. Görüşme bitiyor. Yalçın Özer’in heyecanı da bundandı. Merkez sağdaki iki rakip gazeteden biri iktidar desteğinden mahrum kalmış oluyordu. Politikacıya da yakın destek verecek gazete gerekliydi. Türkiye Gazetesi de alternatifsiz kalmış oluyordu. 

Yalçın Özer’in Turgut Özal’la olan görüşmelerinden bana aktardıkları arasında şöyle bir anekdot da vardı. Diyor ki Özal: “Atatürk’ün yaptığı şeylerin hepsini tersinden yaptım, kurcaladım...” Yalçın Özer dindar ve milliyetçiydi. Özal’ın bu tavrını benimsiyordu. Bu benimsemenin arka planında olanlar bana da yabancı değildi. Atatürkçülük esnaflığına soyunan bir çok ateist yönetici ve aydın, Atatürk’ü din aleyhtarı olarak yansıtmışlardı. Bu tavırlar, dindar kitlede bir Atatürk aleyhtarı birikimi oluşturmuştu. Yalçın Özer’in, Özal’ın sözlerini olumlaması da bu bağlamdaydı.

Ancak Turgut Özal’ın daha sonraki zamanlarda “Federasyonu tartışabilirz” ifadesi kafa karıştırıcıydı. Yine bir kış günü gittiği Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaptığı konuşmada teröristleri kast ederek, “Gelsin teslim olsunlar, yoksa baharla birlikte ordu gelir hesaplarını görür...” şeklindeki sözleri, teröristleri tedbir almaya yöneltmişti. En azından, kamuoyundaki yaygın kanaat bu olmuştu.

Fakat aynı Özal’ın sık sık kullandığı şu slogan da vardı. “21. asır Türk asrı olacaktır.” Turgut Özal, Türk Dünyası’ndan bir Türkiye rüzgârı estirmeyi de başarmıştı. Turgut Özal, Türk Cumhuriyetlerine yaptığı gezilerden birine özellikle etnik ayrımcılık peşinde olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu milletvekillerini de dâhil etmişti. Yalçın Özer’in bana anlattığına göre, “Gelin, koskoca bir Türk Dünyası’nın varlığını görün de o çapsız sevdalarınızdan vazgeçin...”mesajını vermek istemişti.

Cumhurbaşkanı Turgut Özal, bizim düzenlemiş olduğumuz “I. Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı”nın açılışını yapacaktı. Açılış konuşmasını benden istemişti ve hazırlamıştım. Konuşmasında zaman zaman metnin dışına çıkarken de daha güçlü Milliyetçilik ve Türkçülük mesajları veriyordu.

Hülasa, Özal konusunda benim kafam hâlâ karışıktır. Galiba Özal’ın da bir kafa karışıklığı vardı.

Cumhurbaşkanı Özal’dan randevu talep etmiştik. Yönetim kurulumuzu kabul etti. Meslek Birliğimizin bazı sorunlarını aktardım. İlgiyle dinliyor, notlar alıyordu. Hatta taleplerimizle ilgili olarak telefonla talimatlar bile verdi. Heyetimizde bulunan Rıdvan Çongur pat diye söze girdi ve şunları söyledi: “Sayın Cumhurbaşkanı, bilirsiniz bizim devalet başkanları geleneğimizde “huzur dersleri” diye bir şey vardır. Padişahlar sarayda âlimlerle bir araya gelir onları dinlerler, yararlanırlardı. Sizin de zaman zaman bizlerle bir araya gelmeniz gerekir. Buna bizden çok sizin ihtiyacınız var...”

Heyet başkanı olarak soğuk terler dökmeye başlamıştım. Özal’ı dikkatle izliyordum, rengi değişmiş, kalın çerçeveli gözlükler altındaki kataraktlı gözleri dönmeye başlamıştı. Koltuğundan doğruldu, ayağa kalktı. Bunun anlamı, “Görüşme bitmiştir, çıkabilirsiniz...” demekti. Biz de çıkmıştık. Yani kovulmuş oluyorduk.

Koridorlarda Rıdvan Çongur’a öfkemi boşaltmaya başladım. Rıdvan Çongur yüksek sesle karşılık veriyordu: “Ne var yani, elbette O’nun bize ihtiyacı vardır... Turgut Özal’da kim oluyor...” susmuştum. İçimden Temel’in “son sözü” geçiyordu: “Ha bu bana bir ders olsun.”

Diyordum ama, TRT’nin eski ünlü spikerlerinden şairliği ve yazarlığı olan Rıdvan Çongur’dan öyle bir çırpıda vazgeçmek de mümkün olmuyordu. Öğrencilik yıllarımızda radyolardan, güzel şiir okuma zevkini bize aşılayanlardandı. Ayrıca Rıdvan Çongur’un şaşırtıcı konuşmalarının yanında, güzel hizmetleri de vardı.  

Yahya Akengin'in kırk yıllık hatıralarını içeren yazı dizisi devam edecek...