“Kütahya’nın Simav İlçesinde Kuvayı Milliye’yi örgütleyen, bundan ötürü Yunan işgal komutanlığınca Girit’e sürülen Simav Belediye başkanı Etrakoğlu Ahmet Efendi şöyle der: ‘Simav’a Yunan birlikleri girdiğinde bayram yapanlarla kurtuluştan sonra Cumhuriyet Bayramı’nı kutlayanlar ne yazık ki aynı kişilerdi. Biz Kuvayı Milliyeciler ise kurtuluştan sonra görevimizi yapmanın huzuru ile köşemize çekildik. Meydan gene onlara, yani işbirlikçilere kaldı.” (1)
O işbirlikçiler devrim kervanına da katılmışlardır. Türk Devrimi’nin ideolojik derinliğini ve zenginliğini sağlamak amacıyla çıkarılan Kadro Dergisi’nin Eylül 1933 tarihli 21. sayısının sunuş yazısında bunlardan söz edilmekte. Günümüz Türkçesi’nde zor anlaşılacak sözcüklerin yerine Öztürkçelerini koyarak bilginize sunalım önce, sonra deriz diyeceklerimizi tarihle ve bugünle bağları kurarız:
“Kervana karışan adam:
Kervana karışan adam bir tiptir ki, onun ruhunda şahsiyetsizlik, imansızlık ve çıkar kaygusu, üç ayrı yoldaş gibi birbirleriyle kaynaşmışlardır. Fakat bu karışımlaşmış ruh sefaleti görünürde, yani kervana karışan adamın dilinde ve ediminde, tam tersine, imanın ya da vatan yolunda deli divane oluşun gürültülü bir görüntüsü biçiminde görünebilir.
Bu galat belirmenin bin bir örneğini ufak bir gözlemle hepimiz her gün saptayabiliriz. Sözgelimi bir İstanbul gazetesinin sayfasında:
-Milli vezin devri geçti artık. Aruza geçmek zamanı çoktan gelmiştir, diye tuhaflıklar yapan ihtiyar, yalnızca bir kervana karışan adamdır. Çünkü o:
-Benim bütün ulusal anlayışlara uyarlığım hatır içindir, gibi tehlikeli bir söz söylememek için kötü bir şarklılık özlemini yalnızca:
-Türk şiirinin veznindeki milli değişiklik anlamsızdır ve geçicidir, artık Arap veznine dönmeliyiz, gibi görünüşte zararsız bir anlayış maskesi altında ortaya döküvermiştir.
Ne var ki, bu adamın kaypaklığı ve kervana karışması basittir ve tehlikesizdir. Çünkü o açık bir kaypaktır, markalı ve belgeli bir kervana karışandır. Gelgelelim düşüncelerine, atılımlarına inanmadığı insanların kervanına karışıp onlara inanır görünenlerin asıl koyusu ve kötüsü kapalı yani maskeli olanlarıdır. Bu tip bir kaypak, millet ve memleket sorunlarında daha hesaplı ve kapalı yürür. Sözgelimi; milliyetçilik, cumhuriyetçilik, devrimcilik, laiklik, devletçilik ve halkçılık ulusal rejimimizin altı temeli ve ayrılmaz ilkesidir değil mi? Gizli, kapaklı kervana karışan adam, yani algılama yeteneği, karıştığı kafilenin devrimci heyecanını kavrayamadığı halde, onu kavramış ve inanmış gibi görünen kişiliksiz adam, görünüşte bu ilkelerin hepsinin çılgıncasına âşığıdır. Ateşli ve sadık savunucusudur. Ne ki, onun bu aşkı ve aşırılığı, açık ve belgeli kaypağın hiç maskelemeden ortaya koyduğu inançsızlığını, bunun görünüşte bir devrim duyarlılığı altında fakat aynı kişiliksizlikle ortaya atmasına engel değildir. Sözgelimi bu şekilde bir kervana karışına göre:
-Devletçiliğimiz bir ulusal ilkemizdir. Ama geçici bir ulusal ilkemizdir. Ne ki iş buraya gelince doğal inançsızın, kişiliksizin rolünü daha ilerilere götürmemesi için de hiçbir engel kalmaz. Çünkü bugün devletçilik ne yazık ki, ulusal rejimimizi tüm olarak yadsıyamayanların kinlerini ve öfkelerini serbestçe ortaya dökebilmeleri için bir perde haline getirilmiştir. Bundan dolayı inanmadığı işlere ve inanmadığı insanların kervanına karışan adamın devletçilik perdesi önündeki boks deneyimlerinin arkasından elbette çok geçmeden şu kerametler belirecektir:
-Laiklik bir ulusal ilkemizdir ama geçici bir ulusal ilkemizdir!
-Milliyetçilik bir ulusal ilkemizdir ama geçici bir ulusal ilkemizdir!
-Cumhuriyetçilik bir ulusal ilkemizdir ama geçici bir ulusal ilkemizdir!
Ve saire… Ve saire…
Ancak, biz burada yalnızca şunu vurgulayalım ki:
Kaypaklık ve inançsızlık tarih içinde her devrimin ve her ileri hareketin sürekli olarak karşılaştığı ve sürekli olarak mücadele ettiği olağan bir gericilik olayıdır. Gelgelelim bu gericiliğin her ileri atılımda kendini göstermesi, ne denli kaçınılmazsa, her kendini gösterişte o denli insafsızca tasfiye olunması gene aynı yol ve yöntemle tarihin doğal ve kesin bir zorunluluğu ve yasallığı olagelmiştir.”
Evet bir dönem bu gericiler insafsızca tasfiye olundular ama sonra sonra kervana karışanlara hiç dikkat edilmedi, onların güçleri ve kurnazlıkları küçümsendi ve bir gün geldi ki, bu maskeli kaypaklar, maskelerini atıp, cumhuriyetin temellerini yargılamaya kalkıştılar. Bunlardan birisi bu ülkede 10 yıl başbakanlık yapan Adnan Menderes’tir. Aydın Halkevini kuran ve başkanlığını da yapan Menderes, o zaman şöyle diyordu: “Milletimizin yükselmesi yolunda her ihtiyacı gören ve sezen Büyük Gâzi, içtimai hayatımızda, kültür hayatımızda çok derin bir boşluğu ve şiddetli ihtiyacı görmüş bu boşluğu dolduracak ve ihtiyaca cevap verecek bir tesisi ve teşekkülünün esasını kurmak, temellerini atmak şerefini kazanmıştır.” (2)
Atatürk ölür, Menderes bir süre maskeli durur, İkinci Dünya Savaşı sonunda ülkede çok partili yaşam ve Amerikan rüzgârları esmeye başlayınca, maskesini atar, Demokrat Parti’nin kurucularından olur, 1950’de de başbakanlık koltuğuna oturur. Ve yaptığı ilk işlerden birisi Halkevlerini kapatıp mallarına konmaktır. Ve o zaman bu kişi şöyle diyecektir, eski dediklerini unutup: “Halkevleri, halkodaları kurmak, gençlik teşkilatını el almak, faşistvari telakki ve düşüncelerin mahsulüdür. Bunlar içtimai bünyemiz için abes, beyhude, geri ve yabancı unsurlar halindedir.” (3)
Bir başka örnek daha verelim hem dönem olarak hem de söylem olarak ibretlik bir örnek:
“1948’de Burdur Milletvekili bulunduğum sırada bir büyük devlet adamının cenaze merasimi yapılıyordu. Bütün devlet ricali ve mebuslar orada toplanmıştı. Camii kapısındaki hoparlörden içeride konuşmakta olan hocanın sözleri duyuluyordu. Son sözü şu olmuştu:
‘Müslümanlar kardeştir birbirlerine rast geldiklerinde Selamünaleyküm’le selamlaşırlar ama ne yapalım ki şimdi bir günaydın çıkarmışlar. Allah cümlemizi dalâletten kurtarsın. Amin!’
Bunu o zamanın büyük bir hükümet adamına söyledim ve
-Şimdiden bu gibi şeylerin önü alınmazsa genişler, dedim. Hiçbir şey yapılmadı. 1950’de bu hoca milletvekili oldu.
Yine bir gün meclis koridorunda eski ve yeni iki genç seçkin Milli Eğitim Bakanına rastladım. Kendilerine dedim ki:
-Ramazan aylarında yerden biter gibi yüzlerce hoca, kıyafet cahili adam çıkıyor. Köylere gidip zavallı halkı yanlış vaazlarla bozuyorlar. Bunun bir çaresine baksanız iyi olur.
Gülerek bana dediler ki:
-Biz de başımıza bir sarık mı saralım.” (4)
İşte bu aymazlıklar, vurdumduymazlıklar, öngörüsüzlükler, inançsızlıklar biriktikçe birikti. Karşı taraf da bundan yararlandıkça yararlandı. Ve sonunda 2002 yılında gerici güçlerin dış destekli siyasal partisi çoğunlukla iktidar oldu ve bütün karşı devrim hamlelerini yaptı, Türkiye’yi dönüştürdü büyük ölçüde.
1) Erdoğan Aslıyüce-Türk Tarihinde İşbirlikçiler ve 150’likler
2) Firdevs Gümüşoğlu-Ülkü Dergisi ve Kemalist Toplum
3) Aynı eser
4) Fahrettin Altay-10 Yıl Savaş ve Sonrası