Ben ekranlarda her gün kelle-i şerif göstererek ünlü ve dünlü olanlardan değilim ki...  Olsaydım hemen yanaşırdı bu yanaşma yazar, pohpoha başlardı, hophopa başlardı, ağzımdan girer burnumdan çıkardı. Girmiyor, çıkmıyor, yanıma da yanaşmıyor...

Bundan şikâyetçi falan değilim ha! Değilim de, yanaşmalığın teorisyen ve taktisyeni olan bu yaratık, küçümsemeye, yoksamaya çabalıyor beni, adımı ağzına almadan, hin oğlu hince.

Bir diğeri de ünlü gazetecilere meraklı... Fırsat kolluyor bunların adlarını köşesine taşımak için. Eee devir hesap devri, bu da onların sınıfına geçecek, onların düzeyine çıkacak.

Çıksan ne olur, sınıf atlasan ne olur, sende kişilik yok... Bu kişiliksiz yaratık, ağzımla küsülü, kulağımla barışık; yani beni duymasın, bana duyursun...

Bu iki yaratık da benim ne olduğumu, nerede olduğumu, neler yazdığımı, yazdıklarımla nerelere vardığımı biliyorlar, hatta benden de iyi biliyorlar. Yazdığım 21 kitaptan herhangi birisinin üstünde benim adım değil de, o yanaştıklarının, pohpohlayıp hophopladıklarından birisinin adı olsaydı neler döktürürlerdi neler... Ama benim adım batıyor bir yerlerine.

Yapmacıklık 
Hiç yapmacıklık yapmadık Bey'im, doğal olduk, hiçbir şey örtmedik, gizlemedik, kamuflajlara sığınmadık... Sözgelimi saçımız ağardıysa, öyle akça pakça çıktık herkesin karşısına, simsiyah boyayıp gençlik taslamadık... Yaptıklarımızla övündük, yapamadıklarımızı yapmış gibi satmaya kalkmadık. Ve kimseye dayanmadık, yaslanmadık, özümüze güvendik, kurt gibi kendi işimizi kendimiz gördük. Geldiğimiz makam ve mevkilerde kimseye ayak işi gördürmedik, herkesin onuruna ve emeğine saygı gösterdik.

Şimdi dönüp bakıyorum da hata etmişim, bu toplumun büyük bir kısmı bunları kaldıramıyor, rahmetli babam "İt kursağı yağ götürmez, oğlum" derdi. Tam da öyle...

Kel alaka

"Kel alaka" ne demek, bilmez çoğu kimse. Kel, Farsça'da "uzak" anlamına geliyor. Yani "Kel alaka" yakından ilgili olmayan demek. Evet ülkemiz birçok konuda kel alaka kimselerle dolu. Ve bunlar kel'i görmüyorlar, alakalı sanıyorlar kendilerini.

Padişah ve Bayburtlu
Padişah tellal bağırıp ilan eder ki "Her kim ki beni sırtında hacca götürür, dünya güzeli kızımı ona veririm." Kız iyi de sırt iyi değil. Talipli çıkmaz. Fakat günün birinde bir Bayburtlu dayanır sarayın kapısına, padişahla şu hac işini konuşacağını söyler. Durum hemen padişaha bildirilir, padişah hemen gelsin der. Bayburtlu huzura alınır.

Padişah, "Aferin oğlum, demek beni sırtında hacca götüreceğini bildirmeye geldin?" 

Yanıtı şu olur Bayburtlu yerdeşimin: "Yoh padişahım, ben buraya sizi sırtıma bindürüp hacca götürmemin mümkün olmaduğuni bildürmeye geldim."

Çıldırır padişah, "Çabuuk alın şunun kellesini!" der ve emir yerine getirilir. İşte böyle siz siz olun, böyle densizlikler etmeyin, padişahla oyun olmaz...