Bir erkeğin karısının boynunu, uzuvların tamamını ya da yarısını ve üçte biri bölümünü bir benzetme ifadesiyle geçici haram kılmanın adıdır zıhar. Mesela bir erkek karısına; ‘senin başın' veya 'yarı vücudun annemin arkası gibidir’ derse bir tür zıhar yemininde bulunmuş olur. Bu demektir ki; zıhar yemininde benzetilen uzuv kadına ait bir uzuv olması şarttır. Dolayısıyla erkek uzvu zihar için benzetme konusu olamaz. Hakeza söz konusu kadın olduğunda ise el ve ayaklar zıhar konusu olmaz. Yani, el ve ayakların dışında ister boyun, ister karın, ister diz, ister sırt, ister cinsel organ olsun fark etmez bunların hepsi zıhar benzetmesidir. Hele bir erkek karısını kendisine ebediyen haram olan mahreminin (anne, kız kardeşi vs.) uzvunu benzetmeye dursun, işte bu benzetmesine karşılık gelen kefareti ödemedikçe eşiyle cinsel ilişkiye girmesi haram olur. Aksi halde kadına hukuki yolları işletme hakkı doğar. Ve bunun doğal sonucunda kocasına önce hapis, olmazsa dayakla hizaya getirme yaptırımı uygulanır. Yok, eğer erkek kefaret sorumluluğunu yerine getirdiğine dair itirafta bulunursa herhangi bir yaptırıma gerek kalmaksızın itiraf kabul görür. Velev ki itirafı yalan olsa da hüküm aynıdır, yani ağızdan çıkan söze itibar edilir.
Malum, şer’i uygulamada zıhar kefareti için bir köle azad etmek kâfidir, olmadı iki ay oruç tutmak lazım gelir, daha olmadı altmış fakiri yedirmek yeterli olacaktır. Bir adam düşünün ki; zengin, ama tam zıhar kefareti ödeme aşamasındayken fakir duruma düşmüş olsun, ister istemez böyle durumda oruç tuttuğunda kefaret ödemiş sayılır. İyi ki de kefaret hükmü var, bu sayede kadın onurunu ihlal etmenin bedeli ödettirilmiş olur. Bu arada kefaretle birlikte karı koca arasındaki haramlık ortadan kalkar da. Tabii şu da var ki; zıhar şartların oluşması için her şeyden önce zıhara konu olan kişinin mümin, akıllı, ergen, erkek ve ayık olma şartı vardır. Zaten bu şartlar olmaksızın zıhar'dan bahsetmek abesle iştigal olur.
Peki, zıhar'ın delili nedir? Bakın, bu hususta Rabbül Âleminin beyan buyurduğu; “Aranızdan kadınlarına zihar yapanlar bilsinler ki kadınları kendilerinin anneleri değildir” (Mücadele, 2) ayeti kerimesi bunun en bariz delili zaten. Madem ferman böyle yazılmış, o halde zıhar yemininde bulunanın pişmanlık duyup Allah’tan affını dilemelidir. Aksi halde zihar yapan bir mümin cahiliye dönemi insanlardan bir farkı kalmaz. Bilindiği üzere cahiliye döneminde zıhar yemini mağduru bir kadın, ne tam boşanmış sayılıyordu, ne ailesiyle büsbütün bağlantısı kesilebiliyordu, ne kocasıyla evleniyordu, ne de bir başkasıyla evlenebiliyordu. Kelimenin tam anlamıyla kadın yalnızlığa terk edilip kaderiyle baş başa bırakılırdı. Dahası kadınlık onuru yerlerde sürülürdü hep. Tâ ki, İslam güneşi doğdu, kadınlık onuru ayakaltında çiğnenmekten kurtuluverdi.
İslam’da kadına zihar yapmakla kadının evliliği sona ermez, sadece eşiyle izdivaca girilmesi haram kılınmıştır. Yani, ortada kalıcı haramlık değil geçici haramlık söz konusudur. Ki, bu geçici haramlığın kalkması içinde her daim tövbe kapısı açık olduğu gibi pişmanlığın göstergesi sayılacak kefaret ödeme kaydıyla yeniden izdivaç kapısı açık tutulur da. Böylece kefaret karşılığında, yani yukarıda da belirttiğimiz üzere bir köle azad etmek suretiyle geçici haramlık kalkmış olur. Şayet köle yoksa 60 gün aralıksız oruç tutmak gerekir, bu da mümkün değilse 60 fakiri doyurmak kâfidir. İşte bu noktada ister adına kefaret, ister tazmin diyelim, sonuçta kefaret vecibesi kadın açısından evliliğin kurtuluşuna yönelik reçete olabiliyor. Yeter ki, kefaret ödenmiş olsun. Kefaret ödememenin sadece bir istisnası var ki, o da malum eşlerden birinin ölümüyle ziharın kendiliğinden düşmüş olacağı gerçeğidir.
Fıkhı kaynaklarda geçen zihar ifadelerine baktığımızda zihar konusu kafamızda daha da bir netlik kazanacağı muhakkak. Şöyle ki; bir kimse karısına; ‘sen bana annemin sırtı (ya da kafası, karnı, dizi, cinsel organı vs.) gibisin’ demekle bir tür zihar yemini yapmış olur. Ancak ‘annem gibisin’ bir söz söylerse, böyle bir söz açık ifade olmadığından, yani kinayeli ifade olduğundan öncelikle neyi kastettiği araştırılır; eğer bu sözle annelere verilen bir değerin ifadesi olarak hanımını yüceltmek kastediliyorsa bu sözden ‘hürmete layıksın’ anlamı çıkar, yok eğer aksi niyetle söylenmişse zihar kaçınılmazdır.
Zıhar yemininde de tıpkı ilâ da olduğu gibi şarta bağlı ve zamana bağlı olarak zıhar gerçekleşebiliyor. Nasıl mı? İşte fıkhı kaynaklarda geçen örneklere baktığımızda mesela bir erkek karısına; ‘filancı yere gidersen benim için annemin sırtı gibisin’ dese bu şartın vuku bulmasıyla zıhar gerçekleşir. Hakeza bir erkek yine karısının yüzüne karşı; ‘gelecek seneden (ya da bir gün, bir ay vs.) itibaren sen annemin sırtı gibisin’ dediğinde o senenin devreye girmesiyle birlikte zihar gerçekleşmiş olur. Hatta bir erkek kadına; ‘Ben seninle evlenirsem bana annemin sırtı gibi haramsın’ deyip evlendiğinde zıhar vuku bulmuş olur.
Zıhar'a konu olan bir ifadeye “İnşallah-Allah’ın izniyle” ibaresi ekleyerek te zıhar gerçekleşmez. Hem nasıl böyle bir durumda zıhar olsun ki, bir kere zıhar Allah’ın muradı değil ki, kişiye has bir fiili dilektir. Dolayısıyla bir kişinin karısına ‘İnşallah sen annem gibi haramsın’ demekle zıhar gerçekleşmez.
Velhasıl; zıhar’la evli bir erkeğin anne, ya da kız kardeşi gibi kadın mahremlerin fiziki yapılarını hanımının vücuduna benzetmesinin önüne geçilmesine yönelik 'edep ya hu' diyebileceğimiz bir uygulamadır. O halde dilimizde sık sık kullanıldığına şahit olduğumuz “anam avradım olsun” gibi ifadeler asla ağızlara sakız yapılmasın. Zira bu tür ifadeler vücut benzetmesi riski taşır.
Vesselam.
Malum, şer’i uygulamada zıhar kefareti için bir köle azad etmek kâfidir, olmadı iki ay oruç tutmak lazım gelir, daha olmadı altmış fakiri yedirmek yeterli olacaktır. Bir adam düşünün ki; zengin, ama tam zıhar kefareti ödeme aşamasındayken fakir duruma düşmüş olsun, ister istemez böyle durumda oruç tuttuğunda kefaret ödemiş sayılır. İyi ki de kefaret hükmü var, bu sayede kadın onurunu ihlal etmenin bedeli ödettirilmiş olur. Bu arada kefaretle birlikte karı koca arasındaki haramlık ortadan kalkar da. Tabii şu da var ki; zıhar şartların oluşması için her şeyden önce zıhara konu olan kişinin mümin, akıllı, ergen, erkek ve ayık olma şartı vardır. Zaten bu şartlar olmaksızın zıhar'dan bahsetmek abesle iştigal olur.
Peki, zıhar'ın delili nedir? Bakın, bu hususta Rabbül Âleminin beyan buyurduğu; “Aranızdan kadınlarına zihar yapanlar bilsinler ki kadınları kendilerinin anneleri değildir” (Mücadele, 2) ayeti kerimesi bunun en bariz delili zaten. Madem ferman böyle yazılmış, o halde zıhar yemininde bulunanın pişmanlık duyup Allah’tan affını dilemelidir. Aksi halde zihar yapan bir mümin cahiliye dönemi insanlardan bir farkı kalmaz. Bilindiği üzere cahiliye döneminde zıhar yemini mağduru bir kadın, ne tam boşanmış sayılıyordu, ne ailesiyle büsbütün bağlantısı kesilebiliyordu, ne kocasıyla evleniyordu, ne de bir başkasıyla evlenebiliyordu. Kelimenin tam anlamıyla kadın yalnızlığa terk edilip kaderiyle baş başa bırakılırdı. Dahası kadınlık onuru yerlerde sürülürdü hep. Tâ ki, İslam güneşi doğdu, kadınlık onuru ayakaltında çiğnenmekten kurtuluverdi.
İslam’da kadına zihar yapmakla kadının evliliği sona ermez, sadece eşiyle izdivaca girilmesi haram kılınmıştır. Yani, ortada kalıcı haramlık değil geçici haramlık söz konusudur. Ki, bu geçici haramlığın kalkması içinde her daim tövbe kapısı açık olduğu gibi pişmanlığın göstergesi sayılacak kefaret ödeme kaydıyla yeniden izdivaç kapısı açık tutulur da. Böylece kefaret karşılığında, yani yukarıda da belirttiğimiz üzere bir köle azad etmek suretiyle geçici haramlık kalkmış olur. Şayet köle yoksa 60 gün aralıksız oruç tutmak gerekir, bu da mümkün değilse 60 fakiri doyurmak kâfidir. İşte bu noktada ister adına kefaret, ister tazmin diyelim, sonuçta kefaret vecibesi kadın açısından evliliğin kurtuluşuna yönelik reçete olabiliyor. Yeter ki, kefaret ödenmiş olsun. Kefaret ödememenin sadece bir istisnası var ki, o da malum eşlerden birinin ölümüyle ziharın kendiliğinden düşmüş olacağı gerçeğidir.
Fıkhı kaynaklarda geçen zihar ifadelerine baktığımızda zihar konusu kafamızda daha da bir netlik kazanacağı muhakkak. Şöyle ki; bir kimse karısına; ‘sen bana annemin sırtı (ya da kafası, karnı, dizi, cinsel organı vs.) gibisin’ demekle bir tür zihar yemini yapmış olur. Ancak ‘annem gibisin’ bir söz söylerse, böyle bir söz açık ifade olmadığından, yani kinayeli ifade olduğundan öncelikle neyi kastettiği araştırılır; eğer bu sözle annelere verilen bir değerin ifadesi olarak hanımını yüceltmek kastediliyorsa bu sözden ‘hürmete layıksın’ anlamı çıkar, yok eğer aksi niyetle söylenmişse zihar kaçınılmazdır.
Zıhar yemininde de tıpkı ilâ da olduğu gibi şarta bağlı ve zamana bağlı olarak zıhar gerçekleşebiliyor. Nasıl mı? İşte fıkhı kaynaklarda geçen örneklere baktığımızda mesela bir erkek karısına; ‘filancı yere gidersen benim için annemin sırtı gibisin’ dese bu şartın vuku bulmasıyla zıhar gerçekleşir. Hakeza bir erkek yine karısının yüzüne karşı; ‘gelecek seneden (ya da bir gün, bir ay vs.) itibaren sen annemin sırtı gibisin’ dediğinde o senenin devreye girmesiyle birlikte zihar gerçekleşmiş olur. Hatta bir erkek kadına; ‘Ben seninle evlenirsem bana annemin sırtı gibi haramsın’ deyip evlendiğinde zıhar vuku bulmuş olur.
Zıhar'a konu olan bir ifadeye “İnşallah-Allah’ın izniyle” ibaresi ekleyerek te zıhar gerçekleşmez. Hem nasıl böyle bir durumda zıhar olsun ki, bir kere zıhar Allah’ın muradı değil ki, kişiye has bir fiili dilektir. Dolayısıyla bir kişinin karısına ‘İnşallah sen annem gibi haramsın’ demekle zıhar gerçekleşmez.
Velhasıl; zıhar’la evli bir erkeğin anne, ya da kız kardeşi gibi kadın mahremlerin fiziki yapılarını hanımının vücuduna benzetmesinin önüne geçilmesine yönelik 'edep ya hu' diyebileceğimiz bir uygulamadır. O halde dilimizde sık sık kullanıldığına şahit olduğumuz “anam avradım olsun” gibi ifadeler asla ağızlara sakız yapılmasın. Zira bu tür ifadeler vücut benzetmesi riski taşır.
Vesselam.