1981 Atatürk’ün doğumunun 100. yılıydı. Bakanlık bir yıl önceden harekete geçmişti. ‘‘Yüzüncü Yıl Bürosu’’ özel olarak kuruldu. Başkanlığını Yavuz Bülent'in, Başkan Yardımcılığını da benim üstlenmem kararlaştırıldı. Yavuz Bülent kesin bir çizgi koymuştu ortaya. Yüzüncü yıl dolayısıyla ayrılan ödenekten, afiş, rozet, plaket ve benzeri şeylere hiçbir para harcanmayacaktı. Kitap yayınları yapılacak, 100. Yıl Ormanları ve benzeri kalıcı faaliyetler esas olacaktı. 1980 yılı da Hicret’in 1400. yıldönümüydü.

1981 Atatürk’ün doğumunun 100. yılıydı. Bakanlık bir yıl önceden harekete geçmişti. ‘‘Yüzüncü Yıl Bürosu’’ özel olarak kuruldu. Başkanlığını Yavuz Bülent'in, Başkan Yardımcılığını da benim üstlenmem kararlaştırıldı. Yavuz Bülent kesin bir çizgi koymuştu ortaya. Yüzüncü yıl dolayısıyla ayrılan ödenekten, afiş, rozet, plaket ve benzeri şeylere hiçbir para harcanmayacaktı. Kitap yayınları yapılacak, 100. Yıl Ormanları ve benzeri kalıcı faaliyetler esas olacaktı. 1980 yılı da Hicret’in 1400. yıldönümüydü.

Bir gün Müsteşarımız Profesör Emin Bilgiç’in makamında otururken, Güzel Sanatlar Genel Müdürü de geldi. Koltuğunda okkalı bir dosya vardı. Müsteşar Bey’e Hicret’in 1400. Yılı ile ilgili bir albüm hazırladığını söyledi ve klasörü masaya serdi. Gerçekten güzeldi. Emin Bey heyecanlanmıştı. ‘Aman’ dedi, ‘bir an önce bastıralım… Çok güzel, çok güzel…’ Genel Müdür, yüzünden güller açarak ayrıldı. Görevden alınma tehlikesi vardı ve böylece bunu atlatmıştı. Aradan aylar geçecek, albüm bir türlü çıkmayacaktı. Sorulduğunda, basım işlerinin sürdüğünü, gecikmeyle ilgili bazı teknik sebepler olduğunu öne sürüyor ve ikna ediyordu.

Derken, 12 Eylül askeri müdahalesi oldu, Cihat Baban Kültür Bakanlığına getirildi. Emin Bilgiç de Müsteşarlıktan alınarak yerine Kemal Gökçek Paşa getirildi. Güzel sanatlar Genel Müdürümüz bu defa yine göz alıcı bir albümle makama çıktı. 100. yıl albümüydü. Yine makamından alınma tehlikesini atlatmıştı. Hicret Albümü? Artık esamisi bile yoktu. Zamanla, 100. Yıl Etkinlikleri, ‘100. Yıl Bürosu’ndan Güzel Sanatlar Müdürlüğü'ne kayıyordu. Biz yine kitap yayınını sürdürdük. Ama öte yandan rozet, ve benzerlerine de harcamalar alıp başını gidiyordu.

12 Eylül’den önce yapılan istişare toplantılarından birine, Prof. Afet İnan, Prof. Enver Ziya Karal ve Prof. İsmet Giritli davet edilmişti. Müsteşar Emin Bilgiç’in makamında, ben de 100. Yıl Bürosu adına bulunuyordum. Konuşmaların bir yerinde söz aldım. "Halkımız arasında, Atatürk’ün İslam Dinine zarar verdiği şeklinde bir kanaat oluşmuş… Bu yüzden dindar kitle ile Atatürk arasına mesafeler girmiş. Konuşup görüştüğüm bazı sağduyu sahibi çevreler bu yanlışlığın ortadan kaldırılması için 100. yıl anma ve kutlamalarının uygun bir vesile olabileceğini ifade ederler. Bunu da takdir ve görüşlerinize sunmak istiyorum…” dedikten sonra sustum, tepkileri bekliyordum.

İsmet Giritli hemen söze girdi: “Çok doğru bir fikir… Artık dindar kitle ile Atatürk’ü barıştırma ihtiyacı olduğunu ben de düşünüyorum…” Soğuk bir sessizlik oldu. Müsteşar Bey, Afet İnan’a yöneldi ve sordu: “Siz ne dediniz Afet Hanım, buyurun…” Afet İnan asık bir çehreyle, kırılgan bir ses tonuyla , “O zaman ben bu kuruldan çekileyim…” demekle yetindi. Enver Ziya Karal ise, hoşnut olmayan bir yüz ifadesiyle suskunluğunu sürdürdü. Artık diğer konularda görüşülmeden kurul dağılmış oldu.

12 Eylül müdahalesi sonrasındaki zamanlarda bir gün Sakarya Caddesi’nde Ali Naili Erdem'le karşılaştık. Hatırını sordum. “Vallahi nasıl olayım Yahya, Bir Mustafa Kemal Atatürk’üm vardı, O’nu da bu Kenan Evren mahvetti…’’ diyerek Atatürk’ü yozlaştırma hareketinde yakınıyordu. 12 Eylül kavramı bu konuda ‘’Kaş yapayım derken göz çıkarıyor”du.

Mart 2013

Editör: Yahya Akengin'in kırk yıllık hatıralarını içeren yazı dizisi devam edecek...