1965 yılında yüksek okulu bitirmiş, atandığım Antakya’ya gitmek üzere trenle Ankara’dan hareket etmiştim. Kayseri yakınlarında muhteşem Erciyes dağını, Çukurova’da pamuk tarlalarını, Torosları, Akdeniz, İskenderun ve Antakya’yı görünce şaşırmış, insanların kıyafet ve konuşmalarına hayret etmiştim. Ben Bayburt’ta doğmuş, İç Anadolu’da büyümüştüm. Yurdumun diğer bölgelerini tanımıyordum.

1965 yılında yüksek okulu bitirmiş, atandığım Antakya’ya gitmek üzere trenle Ankara’dan hareket etmiştim. Kayseri yakınlarında muhteşem Erciyes dağını, Çukurova’da pamuk tarlalarını, Torosları, Akdeniz, İskenderun ve Antakya’yı görünce şaşırmış, insanların kıyafet ve konuşmalarına hayret etmiştim. Ben Bayburt’ta doğmuş, İç Anadolu’da büyümüştüm. Yurdumun diğer bölgelerini tanımıyordum.

O yıllarda seyahat için maddi imkânlarımız kıt, ulaşım vasıtaları ve yollarımız iyi değildi. Gençlerin kalacağı ucuz, temiz yurt ve oteller azdı. Okullarımızda verilen eğitimde, devletin yardımı ile ülkemizin başka şehirlerine sınıf gezileri de düzenlenemiyordu. Daha sonraları uzun yıllar öğretmen olarak çalıştığım Almanya’da ise çocukların yaşadıkları çevre, bölge ve vatanlarını tanımasına ilkokuldan itibaren çok önem veriliyor ve öğrenciler senede en az bir defa 7 gün süren sınıf gezilerini gençlik yurtlarında başlarında öğretmenleri ile yapıyordu.

Yurdumu ve insanlarımızı ancak memuriyetim nedeniyle atandığım şehirlerde tanıdım. Bu yaz yaptığım bir seyahat, yıllar önce tanıdığım o şehirlerden bazılarını yeniden görmemi sağladı.

Türkiye’nin gül bahçesi Isparta ve Hocamız Seyahatimize Bodrum’dan Isparta’ya giderek başladık. Bölünmüş yol veya (duble )çift yol denilen yollar daha bitirilmemiş, yapım çalışmaları sürüyordu.

*

Isparta’ya gitmemizin amacı, çok sevgili hocamız Nazik Erik’i ziyaret etmekti. Eğitimci, yazar Nazik Erik’in, eşimin ve benim yetişmemizde emekleri büyüktü. Bu yıl 94. yaşına giren, bereketli ömründe sayısız öğrenci yetiştiren ve onlarca kitap yazan hocamızı Isparta’daki evinde ziyaret ettik, mübarek ellerinden öptük. Yıllar sonra hocamızı gördüğümüze çok sevindik. O da bizi gördüğüne sevindi. Yaşına rağmen hafızası ve şuuru yerinde olan Hoca, videoya aldığım konuşmasında ülke sorunlarını ne derece yakından izlediğini gösteriyordu. Başucunda okunmak üzere günümüzün önemli kitap ve yayınları duruyordu. Evi eski yıllarda olduğu gibi sevenleri tarafından ziyaret ediliyordu.

*

Isparta’da kaldığımız günlerde hocamızın akrabaları ile görüştük, Isparta’yı gezdik. Türkiye’nin gül bahçesi olan Isparta’da gül ve halıcılık çok önemli idi. Akdeniz ve Göller bölgesi gibi çok güzel bir coğrafya’da yer alan Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi ile büyümüş ve gelişmiş.
 
Şehirde bulunan 1561 tarihli Mimar Sinan eseri Firdevs Bey ve 1782 tarihli (Kavaklı) Peygamber ve Garaj camilerini gezdim. İlk iki camii klasik Osmanlı stili camiiler olmasına karşı, şehirlerarası otobüs terminali yakınındaki Garaj Camii ise Batı mimarî tarzına yakındı.

Peri bacaları diyarı Ürgüp-Göreme Isparta’dan, Hocamızdan hüzünle ayrıldıktan sonra Ürgüp’e geldik. Antik çağda ‘’Güzel atlar ülkesi=Kapadokya’’ denilen bu eşsiz doğa, bölgede binlerce yıl önce lavlarını püskürten 3 yanardağın donan küllerinin zamanla rüzgâr ve su erozyonu ile ortaya çıkmış.

Yeryüzünde bu genişlik ve büyüklükte böyle başka bir oluşum yok. Tabiat, bir sanatçı gibi hâlâ değişik şekiller yapmaya devam ediyor. Ürgüp ve Göreme artık büyük bir turizm merkezi olmuş. Dünyanın her tarafından gelen turistler Zelve, Avanos, Derbent, Uçhisar, Göreme Açık Hava Müzesi’ni, Ürgüp’ü, Derinkuyu ve Ihlara Vadisi’ni hayranlıkla geziyor. Biz de buraları gezdik ve muhteşem doğa manzaralarının fotoğraflarını Panaromik Tepe’den ve Temenni Tepe’den çektik. Sevindirici husus; Ürgüp’te eski taş evler restore ediliyordu. Asmalı Konak adlı dizi de gördüğümüz evi gezdik. Bu dizi, bölgeye yerli ilgiyi artırmış.

90’lı yıllarda birkaç defa gezdiğim bu coğrafyanın benim için bu defa unutulmazı, balonla Ürgüp-Göreme üzerinde yaptığım bir saatlik yolculuktu. Balonun sepetinde yüksekten bu muhteşem doğayı seyretmek anlatılmaz bir güzellik idi.

Yıllar sonra Kayseri’de Ürgüp’ten Kayseri’ye giderken daha kilometrelerce öteden muhteşem Erciyes’i gördük. 3917 metre yüksekliğindeki dağın tepeleri karla kaplı idi. Bu güzel dağı seyrederek, 1968- 1973 yılları arasında çalıştığımız Kayseri’ye girdik.

*
38 yıl sonra yeniden gördüğümüz şehirdeki değişim ve gelişme çok büyüktü. Şehri adeta tanıyamadık..!

*

Avrupa’daki şehirlerden hiçbir eksiği olmayan Kayseri’nin nüfusu bir milyona ulaşmış, bir sanayi şehri olmuş. Şehrin merkezindeki Kale’nin etrafı eskiden seyyar satıcı ve dilencilerle doluydu. Şimdi bir tanesi bile kalmamış. Kale meydanı güzel düzenlenmiş, yer altı çarşıları yapılmış.

Raylı sistem gelmiş. Yeni caddeler ve meydanlar açılmış. Millet, Bankalar, Vatan caddeleri büyük iş merkezi olmuş. Selçuklu ve Osmanlı dönemi eserleri camiler, medreseler, kümbetler restore edilmiş. Hz.Mevlâna’nın hocası Seyyid Burhaneddin Hazretlerinin türbesinin etrafı düzenlenmiş. Erciyes Üniversitesi şehre büyük canlılık getirmiş. Sivas Caddesi’nde vaktiyle oturduğumuz apartman şehir merkezinde kalmış ve bir partinin il binası olmuş. Oturduğumuz evden öteye çok az bir yerleşim vardı, şimdi iki tarafı on-on beş katlı apartmanlarla sıralı, kilometrelerce uzayan bir bulvar olmuş. Şehir Talas’la birleşmiş. Talas eskiden bağlar ve bahçeler içinde idi. Şimdi oraya da on-on beş katlı binalar kondurulmuş. Talas’ın böyle talan edilmesine üzüldüm.

Şehirde son günümüzde yıllar önce çalıştığımız okulları ziyaret ettik. Önce eşimin çalıştığı Ticaret lisesine gittik. Okulun etrafı binalarla dolmuş. Okul müdürü ile birlikte okulu gezdik. Eşimin stajyerliği bu okulda kalkmış, okulun önündeki merdivenlerde bütün öğretmenlerle fotoğraf çektirmiştik. Bu okuldan sonra benim çalıştığım Sümer Lisesi’ne gittik. Okul müdürü bizi candan karşıladı. Sınıflarda derslerin bilgisayarla sunumu için projektörler var. Sınıflara seneye akıllı tahta konacakmış. Sınıfları, bilgisayar odası ve laboratuarları ile okulun donanımını iyi buldum. Öğretmen olarak çalıştığımız bu okulları gezerken yıllar öncesindeki durumlarını, o günlerdeki acı tatlı günlerimizi, hüzün ve sevgiyle hatırladık.

Bu gezide değişen ve gelişen Türkiye’yi gördüm. Bir ölüm kalım savaşından sonra, yokluklar içinde kurulan devletimiz, 88 yıl içinde bugünkü durumuna geldi. Her şeye rağmen ülkemiz, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün hedef gösterdiği gibi; çağdaş medeniyete ulaşmak için istek ve gayretle yoluna devam ediyordu.

Temmuz 2011