“Uygarlık değiştirmek!.. Yani ne?.. Yunus Emre yok, Bedrettin-i Simavî yok, Pir Sultan Abdal yok; Chanson de Roland var, Campanella var, Villon var; Şeyh Galip, Nedim, Bâki beş para etmez, var mı Vigny, var mı Ronsard, var mı Poe? İşte bu kafadır ki, buraya Devlet Tiyatrosu'nu Kral Oidipus'la ya da On İkinci Gece'yle gönderiyor, bu sayede de maaşlı eleştirmenlerin dışında gelip gittiğinden kimsenin haberi olmuyor.”
(…)
"Lisede Sophokles okuduk, klasik Türk musikisine sövmeyi, divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin yayınladığı kötü çevrilmiş Batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik. Sanki Sinan Leonardo'dan önemsiz, Mevlana Dante'den küçüktü, Itri ise Bach'ın eline su dökemezdi."
Bu satırları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma metninden almadığımı tahmin edersiniz. Hayır, Başbakan Davutoğlu’nun konuşmasından bir parça da değildir. Rahmetli Attila İlhan, Batıcıların aşağılık duygusunu ve kendi halkına yabancılaşmasını eleştirdiği hangi Batı’da buna benzer birçok şey yazmıştır.
Halkın düşmanları kimlerdir?
Kim ne derse desin, bu ülkenin düşünce hayatındaki temel problem, Sait Halim Paşa’nın yaklaşık yüz yıl önce tespit ettiği “Batılılaşma-taklitçilik” problemidir. Sait Halim Paşa düşünce tarihimizde kıymeti fazla fark edilmemiş “yerli bir düşünce” adamıdır. Onun yazdıklarını okumadan, Türkiye’nin toplumsal yapısında, “bürokratik tahakkümün nasıl kurulduğunu ve Batılılaşma ideolojisinin burada oynadığı rolü” anlamak kolay değildir. Batıcılık, yerli olan ne varsa ona savaş açmıştır ve yerlinin kaynağı olarak da “dini ve tarihi olanı” gördüğü için onlara saldırmaktadır.
Türkiye’de Batıcılığın üç türünden bahsedebiliriz: Bunlardan birincisi Kemalist Batıcılıktır. Bu gruptakiler resmi ideolojinin, açık temsilcileridir ve “otoriter laiklik” anlayışıyla öteden beri dine karşı saldırgan bir üslubu benimsemişlerdir. Bunların bir diğer özelliği de, bu toprakların tarihini yok sayıp o tarihin ürettiği kültürel birikimi yok edip, kendilerine göre “yapay Batılı bir tarih” yaratmaya çalışmışlardır. Bu sebeple Selçuklu- Osmanlı-Cumhuriyet bağlantısından, sadece Cumhuriyeti alıp “Etilere ve Hititlere dayalı bir tarih icat etmeye” yönelmişlerdir.
Batıcılık anti-demokratlık
Batıcı gruplardan bir diğeri ise, solcu gruplardır. Bunların önemli bir kısmı “sosyalizmi bir Batılılaşma projesi olarak” algıladığı için, tıpkı Kemalizm adına Türkiye’nin kimliğine saldıranlarla “aynı mantıkla” bu ülkenin bütün birikimine karşı reddiyeci bir tavır takınmışlardır. Var olan işçiler, dindar ya da geleneksel değerlere bağlı olduğu için, ancak kendi yarattıkları “hayali bir işçi sınıfı” adına mücadele etmeyi Türkiye’nin kimliğine saldırmakla bir tutmuşlardır.
Batıcılığın diğer bir “tarz-ı siyaseti ise liberalizm” üzerinden gelmektedir. Bunlar için pazar, serbestlik, her şeyin piyasa değeri üzerinden ölçülmesi ve “toplum yok - birey vardır” gibi kabuller ve değer ölçüsü olarak “rasyonel çıkar-bireysel fayda”anlayışı önemlidir. Dine ve tarihi kimliğe kültürel değer olarak değil, bireyselleşmeye uygun olduğu ölçüde kıymet veren bir anlayış söz konudur. Batıcı-liberaller için yerli olmak değil “kozmopolit olmak” önemlidir. Buradaki “cosmos”un Batı olması, dolayısıyla Batılı olmayan, yerli değerlerin tasfiye edilmesi bunların tercihi değil idealidir.
Şimdi bu üç tarz-ı siyaset demokrasiye karşı “aynı pozisyonda birleşmiş”, savaş açmış bulunmaktadır. Çünkü demokrasi sayesinde “demos” yerli kültürü, kendi kimlik referanslarını, din ve tarihini geleneklerini, toplumsal ve kültürel varlığını yükseltmenin yol ve imkânlarını bulmuştur. Bu yolu kapamanın fırsatı, demokrasiye karşı olmaktan geçmektedir. Üç tarz-ı siyasetin buluştuğu yer burasıdır.