Darbeler, hırgür sever.

15 Temmuz 2016, Cuma. 

Geri püskürtülmek üzere girişilen bir darbenin yansımalarını izlemek için, 16 Temmuz 2016 gecesi 21:30’da Anadolu Yakası köprü girişlerinin askerler tarafından kesilmesiyle başlayan darbe girişimine karşı, saat 11:30’dan itibaren Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün (ikinci köprü) Anadolu Yakası ayağındaki karakolun önünde toplanan halk direnişinin, 03:00’ten sonrasını gözlemlemiştik. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, canlı yayın bağlantısıyla, ‘Meydanlara inin’ çağrısını duyar duymaz sokaklara dökülen vatandaşlar üzerlerine ateş açılan tanklara doğru yürüyerek askerlere, ‘hadi vurun’ dediğini öğrendik. Açılan ateş sonucu hafif sıyrıklarla kurtulan, insanlarla konuşmuştuk. Anlattıklarına göre tanklardan ateş açan askerler ellerinde bayraklarla halkın kendilerine doğru akın ettiğini görünce afallamışlar. Aktarılan bilgi, askerlerin köprüde bomba ihbarı nedeniyle oraya geldiklerini bildikleri yönündeydi. İkinci köprünün Anadolu Yakası tarafında yaşayan halkın yüzde sekseni Karadenizlidir. Darbe girişiminde ilk başarısızlığın o noktada kaydedilmesinin nedenini; dört kişi açılan ateş sonucu yaralandıktan sonra, kalabalığın askerlerin üzerine giderek ateş etmelerini engelleyip, askerleri de linç edilmekten kurtardıkları şeklinde dinlemiştik.

16 Temmuz 2016 gecesi halkın çabuk toparlanıp darbeye geçit vermemesinde medya küçük bir hareketle, ‘çığ etkisi’ yaratıp, basın meslek kuruluşlarının yıllardır bas bas bağırıp, ama sesini bir türlü sesini duyuramadığı, ‘demokrasinin olmazsa olmazı ifade ve erişim özgürlüğüne’ duyulan ihtiyacın anlaşılması bakımından ne kadar teşekkür edilse azdır.

Yakın tarihe baktığımızda, siyasi iktidar ve muhalefet kavgalarının yarattığı zafiyet iç ve dış şer odaklarına darbe fırsatı verirken, bedelinin ise halkın ödediğini görürüz. Türkiye, darbelerle geri giderek, demokrasi kan kaybederken, iktidara gelen siviller de demokrasinin ipini göğüslemekte maalesef başarılı sınav veremediler.

Yıllardır karşı karşıya getirilen asker polis çatışmasında; 15 Temmuz darbe girişimiyle, asker polisin eline geçti.

‘Türkler, bir kuşak geçmeden Süleymaniye baskınını unutmaz’ diyen ABD’li yetkililer, ne yapsalardı Türk askerini halkına, bu denli incittiremezdi. Olan, erlere oldu. Araçlara bindirilirken görmüştük. Daha küçücüklerdi. Güvercin ürkekliğiyle dolu bakışları içimize işlemişti. Dolu dolu ve yeterince üzülmüş…

O gece vatandaşların içinde askere karşı buruk bir öfke vardı. Yine de askere yüklenmek istemediklerini ayrımsamıştık. 

Askere üniformaları çıkarttırılarak; çıplak vaziyette yere yatırılması, miğferlerin tekmelenmesi, başına çuval geçirilmesinden daha hazımlı değildi. O kadar üzgündük ki anlatılası değil. 

Vatandaşlar sokakları terk etmeyip, kenetlenmişti. Meclis kenetlenmişti. 16 Temmuz 2016 günü; Yasama, Yürütme ve Yargı organlarının temsilcileri de dört siyasi partinin ortak demokrasi bildirisi okunurken, Meclis sıralarında yer almışlardı. Türkiye yıllardır kaybettiği demokrasi sınavından ilk, ‘geçer’ notunu  o gün almıştı. O kadar entrikaya karşı, bu kadar demokrasi ayakta alkışlanırdı.

TRT’nin tarihsel süreci siyasi iktidarların izleriyle anılır. Geçmiş darbe dönemlerinde tek televizyon kanalı TRT ve radyolar vardı. Darbeciler harekete geçtiğinde öncelikle radyo istasyonunu ele geçirip, yurdun her yerinde askerin yönetime el koyduğunu anons ederek, kitlelerin desteği oldubitti sayesinde sağlanmış olurdu. Darbeciler, 15 Temmuz 2016’da TRT’yi ele geçirip, darbe bildirisini okuturken, bir başka televizyon kanalından tam tersinin söyleneceğini akıl edememişler miydi? Cumhurbaşkanı Erdoğan, CNN Türk’ten Hande Fırat’ın sunduğu programa cep telefonundan görüntülü bağlanarak, halkı uyarmasıyla, darbenin eşiğinden nasıl dönüldüğüne, basının demokrasilerde yol açıcı etkisine tüm yalınlığıyla ekran başında tanık olmuştuk. Bu olay erişim özgürlüğünün hayatiyeti açısından milat oldu.

Darbelerin de kendi içinde bir tutarlılığı vardı. Darbeler hırgür sever de böyle bir darbe ne gördük, ne duyduk ne de okumuştuk. Yöntem aynı, ama başka türlü entrikalar, hain saldırılar vardı. Bizim savaş uçaklarımız, bizim meclisimizi bombalamıştı.

Dileriz, başlangıcı sonuna hizmet eden kötü niyetler milletimizin üstünden sıyrılıp gider de biz de kötülüklerin niyet okuyucusu olmak zorunda kalmayız."

Yazımızı bu cümle ile sonlandırmıştık. 

Aradan tam sekiz yıl geçti.

Biz o günün üzüntüsünü geçiremedik.

Yaşadığımız belirsizlik duygusu, bıyıkları terlememiş yeni yetme erlerin yeterince üzülmüş, dolu dolu bakışlarındaki ifadeyle içimize dolup, boğazımıza bir yumru gibi çökmüştü.

Hiçbir şeyden habersiz ikinci köprüye getirilen o erlere sahi ne oldu?