Şair İlhan Berk'in dediği gibi, "Sana içimi döksem, birlikte toplar mıyız?"
Liseden mezun olduğumda elimde bir diplomam vardı, ancak hayatı sürdürecek bir mesleğim yoktu. On yedi yaşındaydım. Bu yaşta çırak olmak mümkün müydü? Çırak olmayı düşünüyordum, ancak beni alacak kimse yoktu. Ömrümün baharında, on bir yılım lise mezunu olmak için öylece geçip gitti. Bayburt'ta iş imkânı da yoktu. Tek fabrika Tuğla Kiremit Fabrikası, o da sadece mevsimlik işçi çalıştırıyordu. O dönemin çaresizliğini asla unutamam. Sürüklenmek... İrademin ötesinde, korkularımın, rüyalarımın ve çaresizliğimin içine sürüklendim. İnsanın gözü, midesi, nefsi doyar mı? Bu, seçmeyi ve istemeyi bekleyen bir yoldu. Ne yapmalıydım? Kendimi, kendi depremlerimin enkazından çıkarıp yeniden kalkmalıydım.
Bayburt, İstanbul, Balıkesir, Kahramanmaraş... Hangisi benim evim? Hepsi benim evim. Ben bu evlerin kurucusu, yaşatıcısı ve yaşayanıyım. Ama ben hangi evdeyim? Ev ev gezmekten, birinden öbürüne eşya taşımaktan perişan oldum. Bıktım.
Bir yerde doğup büyüyen insanlar, geride bıraktıkları çiçekler ne olacak diye tasalanmıyor. Biriktirdikleri eşyaları çok. Ancak benim her evde unutulmuş eşyalarım yüzünden bir müsriflik suçluluğu sendromum var. Hayat koşullarımdan ötürü ziyankârım. Hangi evde neyim var ya da yok diye düşünmekten, "ev" denince tüylerim diken diken oluyor. Bir eve ait hissetmek, o evde doğup büyümek, bulunduğun çevreyi cennet bahçesine çevirmek. Arkadaşların, akrabaların, komşularınla hayatını dolu dolu yaşayıp ölmek...
Evlerimin her biri farklı karakterde ve ben onlara gidince farklı Fuat oluyorum. Köylerde köylü, İstanbul'da sıradan bir öğretmen... İstanbul'da aklımdan bir şey geçse, hemen bulabileceğim bir yer var. Ancak köylerde mutfak yok, banyo yok, tuvalet yok. Fırın yok, lokanta yok. Balıkesir Koyuneri'de elektrik vardı, ama Kahramanmaraş Kaşanlı'da elektrik de yoktu... Öğretmenlik "kutsal meslek" hisleriyle yaşadığım evlerim arasında şizofren olmadan hayli uyum kabiliyeti geliştirdim.
Bu ev meselesinden yorgunum. Bir dönem, sadece bir valizdi evim. O valiz kadar küçük olmayı arzuladığım bir zamandı. Sürekli oradan oraya ayrılırken savruluyordum. Birilerinin beni kolumdan tutup oradan oraya sürüklemesinden başka bir şey yapacak gücüm yoktu. Yaşadıklarımdan, boş zamanlardan ve güzel günlerden beklemekten, sabretmekten... Her şeyden yoruldum. Bir ara kitaplar, hayal dünyam, benim evimdi. Gerçeklerden kaçıp hayallere sığınmak... Muhteşemdi o dünyada olmak. Nefes almak zor olsa da, hayallerim her zaman sonsuz bir umut sundu. Bir zamanlar küçük bir valize sığmak istediğim gibi, şimdi o valize sığmaz oldum. Artık yüreğimin derinliklerinden, beynimin karadeliğinden taşıyorum. Yaşadıklarımdan yoruldum; aydınlık, güzel günleri beklemekten, sabretmekten... Her şeyden yoruldum.
Gerçeklerden kaçarak hayallere sığınmak... Kitaplar, hayal dünyam, benim yuvamdı. O dünyada olmak muhteşemdi. Evlerimden birinde nefes almak zor olsa da, hayallerim hep sonsuz bir umut taşıdı. Bir zamanlar küçük bir valize sığmak isterken, artık o valize sığmaz oldum. Şimdi yüreğimin derinliklerinden, beynimin kıvrımlarındaki karanlık boşluklardan taşmayı seviyorum.
En sonunda emekli oldum. Oh, şükür! Küçük bavullardan ve sabit bir eve sahip olmak dururken oradan oraya tayin olmaktan sıkıldım. Benimle aynı zamanda göreve başlayanlar hep aynı yerde çalışıp emekli oldular, yerlerinden kıpırdamadan... Peki, benim sürüklenmemin sebebi neydi? Artık evlerimin ruhumun ihtiyaçlarına hizmet ettiğini biliyorum. Ruhumun ihtiyacı neyse, o eve giderim. Mecburiyetten biriken kıyafetlerle idare ederim. Benim en güçlü ve yegâne sığınağım, Yaratanım ve ruhum, bedenim...