İstanbul’daki son terör eyleminde, Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmesiyle birlikte terörün yeniden konuşulmaya başlandığı bir dönemden geçiliyor.
Çeşitli örgüt isimlerini etiket olarak kullanarak, yabancı servislerin devşirdiği bazı katillere operasyon yaptırıldığını söyleyenlerin yanında, bu tür terör yapılarının, zaten doğrudan Batılı veya bölgesel istihbarat örgütleri tarafından kullanışlı bir biçimde örgütlendirildiğini, aynı örgütün kendi içinde fraksiyonlara ayrılarak da çeşitli istihbarat kuruluşlarına hizmet veren taşeronlara dönüştüğünü söyleyenlerde mevcut. Medyadaki bu tartışmanın içinde “bu tür terör yapılanmalarının sosyalizm, sol, vb ideolojilerle izah edilemeyeceğini, dolayısıyla bu tür terör örgütlerinin sol sayılamayacağını” savunanlar da var.
Türkiye’de kendilerini sol diye tanımlayan hareketlerin, ”organik bir sosyalizm ideolojisine dayanmadığı” biliniyor. Endüstri devrimini yaşamamış bir toplumda, işçi sınıfının ideolojisi olarak tarih sahnesine çıkmış, en azından bu iddiayı taşıdığından şüphe duyulmaması gereken sosyalizmin, Türkiye’deki sol hareketlerle irtibatını kurmak, ciddi bir sorundur.
Kimin ideolojisi?
Türkiye’de kendisini sol, sosyalist diye tanımlayanların kadrosunda, tarihsel olarak bürokrasinin muhtelif kesimlerinden gelenler başta olmak üzere, askerlerin, sınıf karakteri taşımayan öğrencilerin, Kemalist kapitalistlerin, aydınların ve lümpenlerin oluşturduğu gruplar olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, zaten teorik olarak sosyalizmle hiçbir ilgisi olmayan bu grupların kendi kendilerine sosyalist olma iddiası “bilinç kayması” olacağı gibi, Türkiye’ye has başka bir sorunun yansıması olarak da açıklanabilir.
“Başka sorun dediğim, ‘bürokratik tahakküm geleneğinin’, demokratikleşme süreci karşısında kaybetmeye başlamasıyla birlikte, bu geleneğin aktörleri olan ‘bürokrat oligarkların’, sosyalizm gibi kendileriyle hiç alakaları olmayan totaliter bir ideolojiyi araçsallaştırıp, demokrasiye karşı iktidarlarını mutlaklaştırma arayışına girmeleridir.” Bunu başaramadıklarını gördüklerinde de “devrimci ordu-devrimci gençlik-devrimci büyük sermaye” el ele verip, NATO-CIA desteğinde müdahale veya darbelerle yetinmek durumunda kalmışlardır.
Burada sosyalizmin teori ve yöntem olarak, terörle ilişkisini açıkça ortaya koymak gerekir. Söylemek istediğim açıkça şudur: Sosyalizm, sadece gerçek anlamda kendi toplumsal temellerine sahip olmadığı, yani taşıyıcısı olan işçi sınıfı tarafından değil de yukarda bahsettiğim gruplar tarafından sahiplenildiği için şiddete yönelip, terör eylemlerine yol açmakta değildir.
Terörü kutsayanlar
Eğer sosyalizm, yani yaygın kalıp ifadesiyle “Marksizm-Leninizm şiddeti bir ‘devrim stratejisi’ olarak benimsememiş olsaydı, ne yabancı servisler devşirdikleri adamları bu tür örgütler içinden seçmeye-yerleştirmeye kalkarlardı; ne de demokratik değerlerin içselleştirilemediği toplumlarda şiddeti kutsayan ‘marazi tipler’ adı sosyalist olan örgütlerde bir araya gelip darbecilere cuntalara yol açmada, darbenin şartlarını olgunlaştırmada kullanılırlardı.”
Marksizm-Leninizm totaliter bir ideolojidir ve toplumun bütün farklılaşmalarını reddeden, bütün hakikati kendi içinde barındırdığını söyleyen bir anlayışa sahiptir. Tek doğru olduğuna göre, bunun dışında kalan bütün toplumsal, siyasal, ekonomik unsurları yok etmeyi meşru gören bu ideoloji, bunu “en büyük şiddet örgütlenmesi devleti” zorla, terörle ele geçirerek, devlet vasıtasıyla toplumun bütün çoğulluğuna terör uygulayarak, tahrip etme hakkını kendinde bulan “totaliter bir dünya görüşüdür”.
Burada, insan hakları, demokrasi ve özgürlükler baş düşmandır. Sosyalizm böyle bir ideoloji olduğu için, iktidar stratejisini teröre dayandırmıştır. Buna ‘devrimci terör’ denilmesinin, bu yolda cinayetlerin ‘sınıf mücadelesinin kaçınılmaz sonucu’ olarak takdim edilmesinin bir kıymeti yoktur. Bunlar ancak “anti-demokratik zihniyetin ve özgürlükten korkanların” savunma mekanizması için geçerli olabilir.