Son okuduğum üç kitabın ilki Can Yayınları arasından çıkan bir roman, adı “Saf Değiştiren”, yazarı Siegfried Lenz.…

Bir safta olmak, kendi safının kutsal, haklı, doğru; karşı safta olanların ise, “yok edilesi” varlıklar, yani düşman ve de haksız taraf olduğuna -inandırılmak ne kelime- koşullandırılmak, koşullanmak… Bu vatan savunması bile olsa, işin insancıl yanını görmemek, göstermemek, insanın da vatanın vazgeçilmez bir bileşeni olduğu gerçeğini yadsımak, dillendirmemek.

Yurdu işgal ve istilaya uğrayanların verdiği gerekli ve zorunlu savaşım dışında; bütün safların, savaşımların özünde, doğasında bu vardır. Siegfried Lenz işte bu saf psikolojisini açımlıyor, kahramanlarını bir iç hesaplaşmaya ve sorgulamaya sokuyor. “Kimdir kahramanları, mekân ve zaman neresi?” sorusunun tam sorulacağı bir yerdeyiz, hemen yanıt verelim: Yıl 1944, İkinci dünya savaşı sonları. İzinden dönen asker Proska, ummadığı kişi ve olaylarla karşılaşıyor. Kendi istenci ve sürüklendiği yazgısı onu “saf değiştirme”ye kadar götürüyor. Saf değiştirme Nazizm’den sosyalizm saflarına doğru oluyor.

Ve savaş bitiyor, asker Proska’ya önemli bir sivil görev veriliyor, ama bu kez de totaliter sosyalizm bırakmıyor yakasını, muhalif avlarını görüyor Proska ve ona da başkaldırıyor.

Bu roman, yazarın sağlığında yayımlanamamış, yazılışından 65 yıl sonra ilk kez 2016 yılında yayımlanabilmiş. 
Bu arada eklemem gereken önemli bir olgu daha: Bu kitabın kurgusunda ve dolgusunda bir de aşk var, ayrılık ve acılarla iç içe…

Romanda kimi sorgulama, hesaplaşma ve yaşam felsefesi sözlerini çok sevdim. Onlardan da örnekler vermek isterim:

“Bir gün sadece madde olmak, su ya da toprak, buna rağmen kendi varlığının madde olduğunu bilmek. Su olmak; gemileri sabırla taşımak, erkek kardeşini sırtında taşımak; bin vatana tek bir vatan gibi sahip olmak; madde olmak, ama kendini sadece su gibi hissetmeyip tüm uzlaşmazlık köprülerini yıkmak; sürüklemeye devam etmek, gitgide büyümek ve sessizleşmek; sessizliği denize, dünyaya taşımak. Susmak iyidir, tevazu iyidir. Suya git kardeşim, git ve bak. Madde olmaya zorla kendini. Paranın dilini unut, hilelerin değişmez kelimelerinden, kibrin merhem sürülmüş jestlerinden kurtul. Sıkan bir ayakkabıdan kurtulur gibi fırlat at önyargıyı. Buluşacağız kardeşim, sen ben olduğunda ve ben sen olunca, yükü omuzlarımızda taşıdığımızda, sen benim gözlerimle ve ben seninkilerle gördüğümde, sen benim kulaklarımla ve ben seninkilerle duyduğumuzda, sen ve ben ortak bir kalbe sahip olduğumuzda buluşacağız kardeşim, madde olunca, su ya da toprak, ne olduğumuzu bildikten sonra…”

“Milliyetçiliğin mayasındaki hınç, bulaşıcı. Alman kibrinin kökleri ve lanet olası seçilmişlik bilincinin kaynağı da bu hınç işte.”


“Dünyanın en iyi anlaşması kötüler arasındadır, çünkü kötülük yanlış anlamaya meydan vermez. Gerçek tartışılabilir, ölüm de. Anma kötülük sadece kötülüktür, başka da bir şey olmaz.”


Yazarın biçemi akıcı, çevirmen Ayşe Sarısayın da bu akıcılığa uygun çalışmış, başarılı olmuş.

Bu kitabı okumak gerek, diyorum.

***

İkinci kitabımız bir öykü kitabı. Yazarı Mustafa Kemal Benk, adı: Söz, yayınevi: Kora. Söz, 183 sayfa, içinde 19 öykü var. Bir öğretmen-yazar Mustafa Kemal Benk. Ege yöresindeki yaşanmışlıkları ele almış yazarımız, gelgelelim bunlar yerel öyküler değiller, ulusal sorun ve yaralarımız işleniyor. Sözgelimi “Türk Öğün Çalış Güven” adlı öykü. Yazarın öğretmenlik yaptığı yılların öğretmenleri köylere aydınlık taşıma çabasındaydılar. Onlar bu çaba içindeyken halk, Molla Hasan’ın mezarından aldığı toprakları hastalara şifa olarak yediriyordu. O yılların öğretmeni, bu inancın saçmalığını yüzlere vuruyordu. O yılların öğretmeni, aydınlanmanın bir simgesi, belirtisi olarak köyde taşlarla Atatürk’ün “Türk Öğün Çalış Güven” özdeyişini yazdırıyor, kireçle görülecek duruma sokuyordu.

Ve sonra neler oluyor neler, bugünkü çektiklerimizin, saplantılarımızın çarpıcı bir örneği gerçekleşiyor o köyde. O öğretmen yıllar sonra o köye gidiyor ve yazdırdığı o yazıyı arıyor, duruyor mu acaba? Gördükleri şu: Molla Hasan’a büyük bir türbe yapılmış, çevresi de yeni mezarlık. Ya o yazı? Haa o mu? O yazının taşları, sökülmüş, Molla Hasan Türbesinde kullanılmış.

Bugün köylerimiz işte bu Molla Hasancılara teslim… Bunu görüp, bu gerçekle yüzleşip ona göre de çözüm üretmek gerek. Molla Hasancılarla uzlaşmak değildir bu çözüm.

Bu kitapta en sevdiğim ve sizlerin de mutlaka okumasını istediğim öyküler var. İşte adları: Bit, Koş Memet Koş, Şifalı Bitkiler Kitabı ve kitaba adını veren Söz…

Mustafa Kemal Benk öğretmenimizi kutluyorum, öyküyle ülke ve yakın tarih gerçeklerini çarpıyor bu toplumun yüzüne, Atatürkçülük adına yapılan ikiyüzlülükleri de (işin bu yanına nedense pek kimse dokunmaz).

*** 

Ve üçüncü kitabımız, Abdülkadir Cami Baykurt hakkında bir araştırma-tez. Yazan Erdal Yılmaz. Türk Tarih Kurumu Yayınları arasından çıkmış. Tam adı: “Dört Devirde Bir Muhalif Abdülkadir Cami Baykurt (1877-1949)”

360 sayfalık değerli bir yapıt. Kitaba, Baykurt’un “Mütareke Dönemi Hatıraları” da ekli.

Peki kim bu Cami Baykurt, öncelikle bir İttihatçı ve milliyetçi. Ama bir süre sonra İttihat ve Terakki Fırkasında iç muhalefet başlatıyor, sol kanadını oluşturuyor bu partinin Hizb-i Terakki adıyla. Bu da onu tatmin etmiyor, başka partiler kuruyor. Bunların adlarını da yazalım: Milli Meşrutiyet Fırkası ve Milli Ahrar Fırkası.

Yarı sürgün bir subay olarak Libya’da yani Fizan’da görev yapıyor. Sonra Fizan Mebusu olarak Osmanlı Mebusan Meclisi’ne seçiliyor. I. Dünya Savaşı sırasında tekrar subaylığa dönüyor. Ve mütareke döneminde bir süre Dahiliye Nazırlığı yapıyor. Sonra İzmir’de Müdafaayı Hukuk Örgütünün çalışmaları içinde görüyoruz onu.

Ve Cami Bey, 23 Nisan 1920’de açılan yeni Millet Meclisi’nin seçtiği ilk Dahiliye Vekili oluyor. Bu görev de kısa sürüyor, Mustafa Kemal Paşa ile geçinemiyor Temmuz 1920’de istifa ediyor.

Sonra mebusluğu saklı kalmak üzere Roma’da görevlendiriliyor, Londra Konferansına katılıyor Ankara Hükümetini temsilen, gelgelelim yine muhaliflik ağır basıyor, kopuyor Ankara’dan. Dönmüyor, Roma’da kalıyor ve 1923 yılında cumhuriyet kurulduktan sonra gelebiliyor ülkesine. Bir süre Erenköy Kız Lisesinde Fransızca öğretmeni oluyor. Ve bu sıralarda Sosyalist fikirlere doğru yelken açıyor. Bu eğilim onu yazarlığa çevirmenliğe yöneltiyor. Tan Gazetesinde Sabiha ve Zekeriye Sertel’le birlikte yazarlık yapıyor. Türkiye Komünist Partisi üyeleri ile temasları oluyor, iki kez gözaltı ve tutuklanma geliyor bu yüzden. Çok partili dönemde yine siyasete dönüyor.

Kitapta Cami Baykurt’un eserleri ve düşünceleri hakkında da geniş bilgi var.

Yakın tarih ve milliyetçilikten sola geçiş yapanların yol haritasını ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e gelen aydınların serüvenlerini merak edenler için bulunmaz bir yapıt.