Seyahate giden uğurlanır. Askere giden uğurlanır. Gurbete giden uğurlanır. Uğurlanışlarda insanların birbirlerinden ayrılışları vardır. Ve ayrılışlar sebebine ve amacına göre; mutluluk, hüzün ve mahzunluk gibi farklı nitelikte duygu yükü doludur. Bu seyahatlerin görev icabı olanı vardır. Keyfiyetten kaynaklananı vardır. Sebepleri farklı olabilir ama saydığımız seyahat türlerine insanlar maddi varlığıyla, iradesiyle katılırlar ve bu esnada gidenler; dostları, yakınları akrabaları veya tanıdıkları tarafından uğurlanırlar. Tekrar görüşmek, buluşmak arzusu ile ayrılırlar insanlar bu uğurlama seremonilerinden. Uğurlamalarda tekrar görüşüp görüşememek kaygısı da vardır. Seyahate giden ile uğurlayanlar irtibatlarını kesmeme arzularını da karşılıklı olarak dile getirirler.

'İnşallah', 'ya kısmet' gibi temenni dolu duygularla el sallayarak, buğulanmış gözlerimizle, bazen de yanaklarımıza düşen damlalarla el sallarız, giderken veya uğurlarken. Ancak eskiye, yani çeyrek yüzyıl öncesine göre, gelişen teknolojinin yarattığı iletişim imkânları uzakları artık çok yakınlaştırdı; bugün çok çeşitli imkânlarla hem de canlı olarak gurbetteki yakınlarımızla karşılıklı iletişim kurabilmekteyiz.

Ancak başka bir seyahat uğurlanışı var ki, acaba ona seyahat denebilir mi? Diyemiyoruz galiba, çünkü o seyahatin geri dönüşü olmayan bir seyahat olduğunu biliyoruz. Ancak o seyahat; gidenin dönmediği, bizim de kaçınılmaz gidişimizle sevdiklerimizle buluşmayı arzu ettiğimiz bir seyahat. Evet o seyahat nihayete erişme, Yaradan’a ulaşma seyahati oluyor bana göre.

İşte, yaklaşık bir yıl önce 21 Mayıs 2019’de, böyle bir seyahate çıkan “Ağabeyi Dostumu” uğurlayamamanın hüznünü dile getirerek, itirafta bulunarak, bana ağır gelen duygu yükümü sizlerle, çoğunuz rahmetli Asri Ağabeyi tanıyanlarla paylaşmak istedim.

Rahmetli Asri Abiyi ilk olarak liseli yıllarımda, 1960’lı yılların ikinci yarısında, rahmetli Kenan Karapınar’ın -Yeni Caminin giriş kapısının karşısında Kapalı Çarşıda- kitap-kırtasiye dükkânında kasanın bulunduğu masanın arkasında köşemsi yerde kitap okurken görmüştüm; birkaç gün gazete almaya gittiğimde yine aynı yerde ve aynı pozisyonda kitap okuyordu. Dikkat ettim elindeki kitabın kapağına baktım; “Peyami Safa ve Nazım Hikmet Kavgası” isimli, Ergun Göze’nin geniş hacimli/kalın kitabını okuduğunu anladım. Sonraki diyaloglarımızda o zamandan, belki daha da eskiden, fikri seviyede memleket meseleleriyle ilgilendiğini anlamıştım.

Liseli yıllarımda kendisiyle her hangi bir diyaloğum olmadı. Ta ki Hamburg’da Üniversite tahsilimi tamamlayıp Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde –sonra adı İİBF oldu- asistan olarak göreve başlayana kadar.

1978 yılının Mart ayında ben göreve başladıktan bir ay geçmemişti ki bana hayırlı olsuna geldi. (O zaman Asri abinin rahmetli Talat abimle de ortaokul arkadaşı olduklarını öğrendim.) O yılda İlahiyat Fakültesi’nin henüz müstakil binası olmadığı için, mensupları bizim fakültenin (İşletme Fakültesi) en üst katında geçici olarak yerleşmişlerdi. Ben de kısa zamanda kendisini iadeyi ziyarete gittim. Ondan sonra zaman zaman limonlu çayını içmeye giderdim. Her gittiğimde istisnasız kitap okurken görmüşümdür kendisini. Rahmetli, belli zaman aralıklarla üniversitedeki hemşerilerimizi ziyaret eder, sıcak ilişkiyi korumaya çalışırdı.

Asri Ağabeyi ile 1986 yılının son çeyreğinde, “Türk Tarihinde ve Kültüründe Bayburt Sempozyumu” fikri kafamda oluştuğunda ilişkilerimiz yoğunlaştı. (Bu münasebetle, Türkiye’nin bilebildiğim en cevval valilerinden Recep YAZICIOĞLU’nu hayırla yâd etmek isterim; çünkü ben O’nun Tokat valiliği döneminde, rahmetli Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay’ın öncülüğünde, gerçekleştirilen Tokat Sempozyumu’ndan etkilenmiş, Bayburt için sempozyum fikrini kafamda oluşturmaya başlamıştım.) Bayburt’a vefa borcum olduğu hiç aklımdan çıkmamış ve bunu nasıl ödeyebileceğimi düşünmüştüm. Şair Zihni İlkokulu, Bayburt Ortaokulu ve Bayburt Lisesi'nde aldığım eğitim-öğretim ve Bayburt coğrafyasının bana kazandırdığı kök değerlerimle Almanya’da tahsil yapma cesaret ve yürekliliğini kendimde bulduğuma inanıyorum; rahmetli anam, babam ve ağabeylerimin verdiklerinin yanında.

Asri Abi ile Türk Tarihinde ve Kültüründe Bayburt Sempozyumu organizasyonu ile ilgili olarak, Atatürk Üniversitesi’ndeki öğretim üyelerinden Saim Sakaoğlu, Ünal Nasuhi Karaaslan ve Enver Konukçu olmak üzere beş kişilik bir sempozyum organizasyon kurulu oluşturduk. Bayburt henüz İl olmamıştı. Bayburt’a birkaç kez birlikte gittik; kaymakam ve belediye başkanı ile işbirliği oluşturduk. Bir yıllık hazırlık çalışmalarından sonra (araştırmacıları alan çalışması yapmak üzere iki defa Bayburt’a götürmüştük.) 23-25 Mayıs 1988’de sempozyumu gerçekleştirdik ve sempozyumda sunulan tebliğler kitabını ise, yaptığı hizmetlerle Bayburt’a damgasını vurmuş olan rahmetli Ali Haydar Öner valimizin (bu münasebetle O’nu da hayırla yâd etmek istiyorum.) maddi destekleriyle 1994 yılında bastırabilmiştik.

Bayburt’a yönelik her düşünce ve projemle ilgili olarak Asri abi ile istişare ederdim; 1994’de Erzurum’dan ayrıldıktan sonra da, Bayburt ile ilgili konularda fikir ve manevi desteğine başvurduğum kişidir Rahmetli. Önerilerime çoğu zaman destekte bulunmuştur. Yine Kayseri’den başlattığımız Bayburt Bilgi Paylaşım ve Proje Üretim Derneği (BAYPROJE) için İstanbul, Ankara, Konya, İzmir ve Erzurum’da arkadaşım Akın Bayrak ile yaptığımız ön araştırmalarımızda, Erzurum’daki toplantıyı rahmetlinin destek ve önderliğinde yapmıştık.

Atatürk Üniversitesi misafirhanesinde bir görüşmemizde, -yılını tam hatırlayamıyorum- Bayburt Üniversitesi yönetiminin Bayburt’un tarım sektörüne, doğal taş sektörüne el atmasının gerektiğini vurguladım; üniversite yönetiminin işletmelere, üreticilere gitmesi, bunun için çalışan bir veya birden çok kurumun oluşturulmasının gerektiğini, üniversitenin halkın üniversiteye gitmesini beklememesi gerektiğini söyledim. Fakültesinden iyi tanıştıklarını bildiğim BÜ rektörünü ziyaret etmesinde fayda olacağını belirtmeme karşılık, Asri Abi: “Kendileri görsün, anlasın, halka gitme ihtiyacını duysunlar” demişti bana. Rahmetli, Mümtaz Turhan’ın ifadesiyle; zoraki kültür değişimine değil, gönüllü kültür değişimine inanan bir anlayışa sahipti. Çelebi özelliklerini her zaman korumuştur rahmetli Asri abi.

Son birkaç ziyaretimi evine giderek gerçekleştirmiştim. Sağlık sorunları nedeniyle dışarı çıkmakta zorlanıyordu. 2018’de ziyaret ettiğimde, BAYPROJE’nin Matematik Atölyesi projesiyle ilgili olarak kendisini bilgilendirdim. Bayburt adına çok sevinmiş, mutlu olmuş ve projemizle ilgili takdir duygularını dile getirmişti.

Bu yazımı kendisini yâd etmek için hazırlamışken, kaç müşterek dostumuz ve tanıdığımızın da hayırla anılmasına vesile olduğunda görüldüğü gibi, her zaman hayırlara vesile olma özelliğiyle hatırlanırdı, Asri abi.

Onunla görüşmek, sohbet etmek kafamdaki Bayburt problemlerinin çözümüne katkı sağlardı.

Beni rahatlatır ve yüreklendirirdi Rahmetli.

Ruhun Şad olsun, Mekânın Cennet olsun ASRİ AĞABEY.