İçinde bulunduğumuz Covid-19 pandemi süreci hepimizin hayata bakışını değiştirdi. Meğer kıymetini bilemediğimiz ne de çok şey varmış dedirtti bizlere… Sultan Süleyman’ın o meşhur sözlerini hatırladık bir kez daha… “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi”. Evet, gerçekten de en büyük nimetin can sağlığı olduğunu hep beraber müşahede eyledik. Dünyamız neredeyse bir yıldır Covid-19 ile baş etmeye çalışıyor. Eski alışkanlıklarımız yerine, alışmaya çalıştığımız yeni normalleri yaşamaya başladık. Dünyanın her bir yerinde hastalığa yenik düşerek aramızdan nice ayrılanlar oldu. Hemen herkesin gözü kulağı televizyonlarda ve bir an önce etkili bir aşının bulunup tedavi sürecinin başladığını bildiren bir haber bekliyor.
Elbette bugünler de gelip geçecek ve tarih olacaktır. Tıpkı bundan önceki dönemlerde yaşanıp gidenler gibi. Kara vebalar, İspanyol gripleri, kolera salgınları… Gündem aşı olunca, biz tarihçiler gözlerimizi tarihçilerin mekânı Osmanlı Arşivi’ne çeviriyor ve acaba geçmişte aşı çalışması var mıydı? Eğer varsa memleketimiz Bayburt’ta bu yönde çalışmalar yapılmış mıydı? Sorularına cevap aramaya başlıyoruz. Arşivimiz her zaman olduğu gibi, bu defa da bizleri mahcup etmiyor. Efendim lafı fazla uzatmadan mevzuya geçelim. Önce Osmanlı’da aşı çalışmaları hakkında kısa bir malumat verip ardından Bayburt uygulamalarına dönelim.
Tarihi kaynaklara bakıldığından Osmanlı’da II. Mahmut döneminde ilk defa karantina uygulamasının başladığını görüyoruz. Ailelerin korkulu rüyası çiçek hastalığıyla mücadele için hayli zamandan beri mücadele ediliyordu. Öyle anlaşılıyor ki, 18. Yüzyılın başından beri çiçek hastalığı Avrupa’yı olduğu gibi Osmanlı şehirlerini de etkisi altına almıştı. Kaynaklara göre Batı, bu hastalığın tedavi yöntemini ilk defa Osmanlı aracılığıyla öğrenmişti. Osmanlılar, çiçek aşısına “telkîh-i cederî” adını vermişlerdi. Devlet, hastalığının yayılmasını önlemek için ilk olarak 1885 yılında aşı nizamnameleri hazırlamıştı. İmparatorluk dâhilinde ilk defa İstanbul’da 1890’da telkihhane adı verilen aşı evleri kurulmaya başlanmıştı. Daha sonra sadece bu hastalığı önlemek üzere hastaneler tesis edilmişti. Ailelerin göz bebeği çocukları, bu illetten korumak için okullarda çiçek aşısı uygulamalarına başlanmıştı. Bu konuyla ilgili önemli bir akademik çalışma Haldun Eroğlu ve arkadaşları tarafından “Osmanlı İmparatorluğunda Telkîh-i Cüderî” adıyla yayımlandı arzu edenler detaylı bilgi için buraya bakabilirler.
Çocukların aşılanması sadece İstanbul’a özgü değildi. Diğer pek çok şehirde olduğu gibi başkentin çok uzağında olan memleketimiz Bayburt’ta da aşılama çalışmaları büyük bir titizlikle uygulandı. Konuyla alakalı Osmanlı Arşivi’nde birkaç belgeye ulaştık. Bunlardan ilki, 22 Ağustos 1895 tarihli bir telgraftır. 40 kelimeden ibaret telgrafı Erzurum Valisi Hakkı Paşa, başkent İstanbul’a Dâhiliye Nezareti’ne yani İçişleri Bakanlığı’na göndermiştir. Şöyle diyor Hakkı Paşa:
“Dâhiliye Nezâret-i Celilesine! Üç yüz on bir senesi Temmuzu ibtidâsından (1895 Temmuz ayı başından) nihâyetine (sonuna) kadar bir mâh zarfında (bir ay içinde) Bayburd kasaba ve kurâsında (Bayburt merkez ve köylerinde) sâye-i şâhânede (padişah II. Abdülhamid sayesinde) yüz yigirmi beş nefer etfâle (125 çocuğa) meccanen telkîh-i cüderî icrâ kılındığı (ücretsiz olarak çiçek aşısı yapıldığı) mahallinden iş‘ârı üzerine ma‘rûzdur… fî 9 Ağustos sene [1]311. Vâli-i Vilâyet-i Erzurum Hakkı. [BOA. DH. MKT. nr. 425/27].
Erzurum Valisi, 1895 yılında Bayburt ve köylerinde devlet tarafından ücretsiz olarak 125 çocuğun çiçek aşısı yapıldığını söylüyor.
Hakkı Paşa’nın sevinçle bildirdiği habere, 20 gün sonra İçişleri Bakanı Halil Rıfat Paşa yine telgrafla bir cevap göndermiştir. Uygulama haberinden büyük memnuniyet duyan Rıfat Paşa, Erzurum Valisinin Bayburt’taki aşı uygulamasını “umûr-ı mühimme ve müsta‘cele” yani önemli ve acil işlerden olarak tanımlamış ve uygulamanın bundan sonra da aynen devam etmesini istemiştir.
Gerçekten de belgelerin devamına bakıldığında Bayburt ve köylerinde çocukların aşılanma çalışmalarına sonraki yıllarda devam edildiği anlaşılıyor.
1901 yılında Bayburt kazasının bağlı bulunduğu Erzurum Valiliği, Erzurum merkez ve Pasinler kazalarıyla birlikte Bayburt’a birer aşı memur tayin edilmesini istedi.[BOA. DH. MKT. nr. 2542/ 2]. Ancak bu talep ne yazık ki karşılık bulmadı. Pasinler ve Erzurum’a birer memur tayin edildi ise de Bayburt’a henüz bir talipli çıkmadı. Ne zaman bir istekli çıkarsa o vakit tayin edileceği bildirildi. Öyle anlaşılıyor ki, bu talep birkaç sene karşılanamadı. Bayburt’a ancak 1904 yılında Ahmed Hilmi Efendi aşı memuru olarak atandı. Dolaşacağı köylerin birbirinden uzak olması nedeniyle kanunen kendisine harcırah verilmesi gerekirdi. Fakat yapılacak ödemenin miktarının büyüklüğü, belediye varidatının bunu karşılayacak durumda olmaması nedeniyle yolluk ödemesinde zorluklar yaşandı. [BOA. DH. MKT. nr.907/54]. Belgelere yansımasa da bir ara çözüm bulunduğu aşikârdır. Öyle ki mezkûr şahıs uzun yıllar Bayburt’a görev yaptı. 1910 yılında bu defa imparatorluğun çok uzak bir bölgesinden ta Beyrut’a bağlı Safed kazasından Musa Efendi isimli bir aşı memuru Bayburt’a tayin oldu. Bir önceki memur gibi bunun da harcırah problemi vardı. Bu nedenle Tıbbiye ve Sıhhiye Meclisi reisi, ilgili birimlere bir yazı göndererek, Musa Efendi’nin hem yol harcırahının hem de köyleri dolaşacağı için yapacağı giderlerin ilgili kalemlerden ivedilikle ödenmesini istedi. Böylece Bayburt köylerinde hastalığa musallat olan çocuklara, aşının gecikmeden ulaştırılması sağlanmak istendi. [BOA. DH. MUİ. nr.121/24]. Çiçek hastalığı 1914’te başlayan Birinci Cihan Harbi esnasında daha da şiddetlenmişti. Sadece Sivas Vilayetinde son altı ay zarfında 2.689 vaka ve 12 vefat kaydedilmişti. [BOA. BOA. DH. UMVM. nr.80/13]. Bu nedenle meseleye köklü bir çözüm bulunması gerekiyordu. Belediye bütçelerinde yeteri kadar para bulunamadığından, aşı memurlarının harcamalarında yaşanan ekonomik sorunlar, savaş şartları içerisinde alınan bir kararla çözüme kavuşturuldu. Bundan böyle genel bütçeye eklenen maaş ve yollukların, ayrı bir bütçe kalemine aktarılarak ödenmesi kararlaştırıldı.
Böylece devlet, bugün olduğu gibi geçmişte de insanların sağlığını korumak için her türlü tedbiri almaya çalıştı. Evet, yazımıza Kanuni Sultan Süleyman’ın o meşhur dizeleriyle son veriyoruz: Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi… Hepinize sağlıklı ve sıhhatli günler dilerim.