Araba yeni yağmış kar üzerinde kart kurt sesleri çıkararak gidiyordu. Şoförlüğü yeni öğrenmiş ben, bomboş sokakta frensiz ilerliyordum. Kaygan zeminde frene basmanın tehlikeli olduğunu ilk o şehirde öğrendim.
Erek Dağı'nın eteklerinde bir okul, donanımsız ve kalabalık. Öğretmenleri genç. Okulun boş koridorlarında sekerek yürüyen bir öğretmenle tanıştım. Kütüphane için kitap topluyordu. Her yere, herkese yazıyor, kitap istiyordu. Daha sonra raflara kitap dizerken buldum kendimi, şehrin en büyük kütüphanesini kurduk. Okumayan öğretmenlerin kitap çaldığı bir kütüphanemiz olmuştu. Herkes, dünyanın her yerinden kitap göndermişti bize.
Yoksuldu öğrencilerimiz. İdeolojik bir mahalledeydi okulumuz. Molotoflar patlıyordu köşe başlarında, siyaset biliyordu çocuklar, taş atmakta ustaydılar. Eğitim anlamsızdı, herkes kararını vermişti. Tehlike her yerdeydi, çocuklar için ölüm; bilinen bir şeydi. Korkusuzmuş gibiydiler, korkuyorduk acımasız hayattan. Eğitimi önemsiyorduk, kitap okumalarını bekliyorduk çocuklardan. Anlamsızdık onlar için, çalınmış bir hayatları vardı; iade edemiyorduk çocukluklarını.
Kütüphanemiz büyüktü, raflarla donatmıştık her yeri. Özel, kitap okuma yerleri yapmıştık heyecanla, ayrı bir dünya yaratmıştık kitaplar arasında. Zannediyorduk ki herkes koşarak gelecek ama yanılmıştık. Özel bir mekan yapmıştık ama yanlış anlaşılmıştık. Biz herkesin kitap okuyacağını zannettiğimiz yerde başka heyecanlar yaratmıştık. Fen Bilgisi öğretmeni ile Biçki Dikiş Kursu öğretmeninin 'Vücudumuz' konulu çalışmaları hayal kırıklığımızı zirveye taşımıştı.
Şehrin ortasında dereydi; deniz dedikleri. Masmavi sularının, güneşle devinimi; yüreğimin devinimine eşitti. Kulaç atıyorum güneşe, masmavi sularda; Serhat’ın bağrında, yaralı kuşların çığlığı yankılanıyor; Süphan’ın doruklarında... Serhat! Çelişkilerin, çirkinliklerin, güzelliklerin, yokluğun, hiçliğin belki de tümünün bileşkesi...
Çocukları var bu kentin; oyunları olmayan çocukları…
Yoksuldular, açlık nedir biliyorlardı! Soğuk kış günleri en sıcak barınaktı okul. Okulu sevmiyorlardı, öğretilmeye çalışılanlar ilgilerini çekmiyordu. Derin bir nefret vardı içlerinde her şeye karşı. Kimseye güvenmemeyi öğretmişti hayat onlara, yalan söylemek rutindi. Kaygısızca her konuda yalan söyleyebilirlerdi, bu bir meziyetti. O kadar inanarak söylenirdi ki yalanlar çoğu zaman inanırdı insan, inanmak isterdi. Kirlenmişti o güzelim çocuk dünyaları, yaralıydılar. O yaraları sarmak gerek, buna gerçekten inanmak gerek.
Dostluğun ve çokluğun yuvasıydı okul. Hayatımızın eksikliğinin tamamlandığı yer. Ne olur koruyun okullarımızı, okul bizim yuvamız, hayatımız... Dakikalara sığdırdığımız mutluluk ve yarınımız; koruyun onları koruyun ki yarınsız kalmasın çocuklar…
Onlar kızlarımız kadar nazlı, oğullarımız kadar haşarılar. Onlar; çocuklarımız, yarınlarımız. Öyle ki onlar ağladıklarında akan yaşları kalbimizde sızı, en ufak yaralarından sızansa damarlarımızdaki kandır.
Neler aldılarsa bizden veremediklerimizden arta kalandır, neler verdiysek onlara; onlardan aldıklarımızdandır. Kim kimi besler bu hayatta öğrenciler mi öğretmenleri yoksa öğretmenler mi hayatı. Beslediklerimiz hayata olan açlığımızdır, beslendiklerimiz hayattandır.
Biz onlarda yarınları ararken, onlara getirdiğimiz dündür. Dün ne kadar yarınsa onlar da o kadar bugündür. Çocuklarımız, canlarımız, yarınlarımız.
Hatalarımızla esiri olduğumuz şu dünyada temiz dünyamızı; çocuklarımızı korumanın bedelidir eğitim. Öğrettiklerimizle öğreteceklerimizdir yarın.
Koşun çocuklar koşun, gülün çocuklar gülün, ağlamayan bir dünya gülen gözlerinizde ışıldasın….
Sorun çocuklar, sorgulayın, düşünün ki düşündükleriniz yarınınız olsun; gözünüzdeki ışıltı kadar aydınlık olsun.
Efendiler; çocuklarımızın efendileri sanmayın kendinizi. Şiddetle yoğurduğunuz dünyamızı, izin verin aydınlatsın çocuklarımız, yarınlarımız.
Şiddet ve hiddeti uzak tutun onlardan, şiddetinizle sindirmeye çalıştığınız onlar yarın ezilerek bakacağınız aynanız olmasın.
Biz yarattığımız ve yaratacağımız geleceğimizle onurlanmak istiyoruz. Biz onlarla kuracağımız yarınlarda gülmek, güldürmek istiyoruz…
Onlar bizim yarattığımız dünü bilmek, yarını da aydınlattıkları gelecekte görmek istiyorlar…
Onlar ağladıklarında bizim yaşlarımız akar, güldüklerinde parlayan bizim gözlerimizdir. Biz ağlamadıkça gülen onlar olacaktır, kızlarımız kadar nazlı, oğullarımız kadar haşarılar. Çocuklarımız onlar; yarınlarımız.
Gülümseyin onlara gülsün gözleri.
Gülümseyin onlara, gülümseyin çocuklarımıza.
Erek Dağı'nın eteklerinde bir okul, donanımsız ve kalabalık. Öğretmenleri genç. Okulun boş koridorlarında sekerek yürüyen bir öğretmenle tanıştım. Kütüphane için kitap topluyordu. Her yere, herkese yazıyor, kitap istiyordu. Daha sonra raflara kitap dizerken buldum kendimi, şehrin en büyük kütüphanesini kurduk. Okumayan öğretmenlerin kitap çaldığı bir kütüphanemiz olmuştu. Herkes, dünyanın her yerinden kitap göndermişti bize.
Yoksuldu öğrencilerimiz. İdeolojik bir mahalledeydi okulumuz. Molotoflar patlıyordu köşe başlarında, siyaset biliyordu çocuklar, taş atmakta ustaydılar. Eğitim anlamsızdı, herkes kararını vermişti. Tehlike her yerdeydi, çocuklar için ölüm; bilinen bir şeydi. Korkusuzmuş gibiydiler, korkuyorduk acımasız hayattan. Eğitimi önemsiyorduk, kitap okumalarını bekliyorduk çocuklardan. Anlamsızdık onlar için, çalınmış bir hayatları vardı; iade edemiyorduk çocukluklarını.
Kütüphanemiz büyüktü, raflarla donatmıştık her yeri. Özel, kitap okuma yerleri yapmıştık heyecanla, ayrı bir dünya yaratmıştık kitaplar arasında. Zannediyorduk ki herkes koşarak gelecek ama yanılmıştık. Özel bir mekan yapmıştık ama yanlış anlaşılmıştık. Biz herkesin kitap okuyacağını zannettiğimiz yerde başka heyecanlar yaratmıştık. Fen Bilgisi öğretmeni ile Biçki Dikiş Kursu öğretmeninin 'Vücudumuz' konulu çalışmaları hayal kırıklığımızı zirveye taşımıştı.
Şehrin ortasında dereydi; deniz dedikleri. Masmavi sularının, güneşle devinimi; yüreğimin devinimine eşitti. Kulaç atıyorum güneşe, masmavi sularda; Serhat’ın bağrında, yaralı kuşların çığlığı yankılanıyor; Süphan’ın doruklarında... Serhat! Çelişkilerin, çirkinliklerin, güzelliklerin, yokluğun, hiçliğin belki de tümünün bileşkesi...
Çocukları var bu kentin; oyunları olmayan çocukları…
Yoksuldular, açlık nedir biliyorlardı! Soğuk kış günleri en sıcak barınaktı okul. Okulu sevmiyorlardı, öğretilmeye çalışılanlar ilgilerini çekmiyordu. Derin bir nefret vardı içlerinde her şeye karşı. Kimseye güvenmemeyi öğretmişti hayat onlara, yalan söylemek rutindi. Kaygısızca her konuda yalan söyleyebilirlerdi, bu bir meziyetti. O kadar inanarak söylenirdi ki yalanlar çoğu zaman inanırdı insan, inanmak isterdi. Kirlenmişti o güzelim çocuk dünyaları, yaralıydılar. O yaraları sarmak gerek, buna gerçekten inanmak gerek.
Dostluğun ve çokluğun yuvasıydı okul. Hayatımızın eksikliğinin tamamlandığı yer. Ne olur koruyun okullarımızı, okul bizim yuvamız, hayatımız... Dakikalara sığdırdığımız mutluluk ve yarınımız; koruyun onları koruyun ki yarınsız kalmasın çocuklar…
Onlar kızlarımız kadar nazlı, oğullarımız kadar haşarılar. Onlar; çocuklarımız, yarınlarımız. Öyle ki onlar ağladıklarında akan yaşları kalbimizde sızı, en ufak yaralarından sızansa damarlarımızdaki kandır.
Neler aldılarsa bizden veremediklerimizden arta kalandır, neler verdiysek onlara; onlardan aldıklarımızdandır. Kim kimi besler bu hayatta öğrenciler mi öğretmenleri yoksa öğretmenler mi hayatı. Beslediklerimiz hayata olan açlığımızdır, beslendiklerimiz hayattandır.
Biz onlarda yarınları ararken, onlara getirdiğimiz dündür. Dün ne kadar yarınsa onlar da o kadar bugündür. Çocuklarımız, canlarımız, yarınlarımız.
Hatalarımızla esiri olduğumuz şu dünyada temiz dünyamızı; çocuklarımızı korumanın bedelidir eğitim. Öğrettiklerimizle öğreteceklerimizdir yarın.
Koşun çocuklar koşun, gülün çocuklar gülün, ağlamayan bir dünya gülen gözlerinizde ışıldasın….
Sorun çocuklar, sorgulayın, düşünün ki düşündükleriniz yarınınız olsun; gözünüzdeki ışıltı kadar aydınlık olsun.
Efendiler; çocuklarımızın efendileri sanmayın kendinizi. Şiddetle yoğurduğunuz dünyamızı, izin verin aydınlatsın çocuklarımız, yarınlarımız.
Şiddet ve hiddeti uzak tutun onlardan, şiddetinizle sindirmeye çalıştığınız onlar yarın ezilerek bakacağınız aynanız olmasın.
Biz yarattığımız ve yaratacağımız geleceğimizle onurlanmak istiyoruz. Biz onlarla kuracağımız yarınlarda gülmek, güldürmek istiyoruz…
Onlar bizim yarattığımız dünü bilmek, yarını da aydınlattıkları gelecekte görmek istiyorlar…
Onlar ağladıklarında bizim yaşlarımız akar, güldüklerinde parlayan bizim gözlerimizdir. Biz ağlamadıkça gülen onlar olacaktır, kızlarımız kadar nazlı, oğullarımız kadar haşarılar. Çocuklarımız onlar; yarınlarımız.
Gülümseyin onlara gülsün gözleri.
Gülümseyin onlara, gülümseyin çocuklarımıza.