Güzel günler göreceğiz diye çıktık yola. Hep onu anlattık ve dinledik. Güzel günler görecektik, güzel insanlarla güzel şeyler yaşamaktı amacımız. Önce çocuklardan başlanmalıydı, güzelse hayatları, yaşamda güzeldi; Ya değilse, biz vardık işte; güzel olmalıydı hayat ve önce çocuklardan başlanmalıydı.

Kaba ve çirkin bir adam, imzalı-mühürlü iki sayfa kağıt vermişti elime, bindiğim araç İstanbul yolu denilen yoldan hızla ilerliyordu. İstanbul’dan gelen ben, tozlu bir ilçede biten yolculuğun içindeki İstanbul’u özlüyordum...

Bahçede büyük bir daire oluşturup “le le le le sakine” diye nağmelerle alkış çalıp eğleniyordu çocuklar! Aralarda sıklıkla tekrarlanan “örtmenim”çağrıları kulak tırmalamıyordu... Hiç sevmedim Ergani’yi, çocuklar çok sevimliydi. Kürtçe nağmeler “loo leşker hat” uyarılarıyla bitiyordu.

Yönetim anlayışının iki yüzlülüğünü ilk bu şehirde gördüm. Eş durumu tayini için Van’a gitmek istediğimi öğrenen zihniyet bildiği her türlü engeli çıkarıyordu. Gençliğin pervasızlığıyla, ilçe müdürü denilen gergin adamın kulağına fısıldadığım, beni rahatlatan, insanların argo dediği o güzel sözler, işimi daha da zorlaştırmıştı. Sonradan gelip geçerken şirin bulduğum o ilçede; avukatla tayin işlemleri yapan çocuk olarak ünlenmiştim. Hiç sevmediğim ilçe memurları tavrımı sevmişlerdi.

Hayatımda ilkleri yaşadığım kent Van’a girince amacına ulaşmış muzaffer bir komutan gibiydim. Kendinden emin 'ukala' biriydim. Akrabalığın sadece kan bağı olmadığını bu şehirde öğrendim. Hayatın bana verdiği en güzel hediyeleri bu şehirde aldım. Sevdim sevildim, kızdım kızdırdım, Serhat’ın talihsiz kentlerinden biri olan Van’dan arkama bakmadan ayrıldım...

İşte İstanbul, çocuktum asiydim gençtim bu şehirde. Nereye gitsem bu şehre dönerdim.

Elimdeki iki sayfa kağıdı eli yağlı adama uzattığımda karşımda cahil ve geveze bir öğretmen vardı; kendini yönetici sanıyordu. Biliyordum kenti, insanları tanıyordum ama açıkçası bu şehrin öğretmenlerini; elinde gazete, okuyan, yazan, demokrat sanıyordum...

Hala inanıyorum “Güzel günler göreceğiz”, her şeye rağmen çocukları sevmeyi bu insanlara öğreteceğiz.

Onlar çocuk; ne fark eder ki? İster Kürt olsunlar ister Çingene, Laz yada Türk ne fark eder? Toplama çarpma, coğrafya tarih; her bilgi onların hakkı, öğrenmeliler.

***

Öğrenemeyen ve öğretemeyen bir toplumun neferleriyiz biz.

Tek tek tanıtmak istiyorum onları size! Neden hala güzel günleri göremiyoruz bilin istiyorum! Bu güzel günlerin gecikmesinde payı olan biri olarak geciken her güzel gün için özür diliyorum...

***

Girdiğimde içeri elinde İncil vardı...
O bir insandı hem de..
Ve iyi bir Müslüman aslında!

Benimle birlikte tutmadı orucu, köy korucu. Sevdiler bizi ama 'yedik ya orucu', ezdiler bizi... Gece okula girip dağıttılar her şeyi... Yapanlar çocuktu, aklı verenlerin insanlığı bozuktu. Ne ben sevdim Ergani’yi ne Ergani beni sevdi. Ama o değer verdi, en son kitabını gönderdi. Şiire, okumaya, yazmaya hep önem verdi. Gülmeyi severdi, o bir öğretmendi...

Ayağında protez vardı, kesmişler ayağını... Elinde baston, sekerek yürürdü. Güldürürdü, küfrü sever övgüden nefret ederdi, her türlü övgüye değerdi. Çocuklara, hayata hep önem verdi, o bir öğretmendi...

Asker kızıydı, eşitliğe inanan, adaleti savunandı. Karşı cinse zaafı vardı, çok kullandı onları, duydum ki hala kullanıyor... Özü sözü birdi, hep öfkesine yenilirdi. Bir şehre kitlendi, her şeyi denedi, kentine dönemedi. O çocukları seven iyi bir öğretmendi...

Kara kuru bir adam, gericiliğe inanan, işini bilen, güçlüye hizmet edendi. Bir odası vardı, tütün kolonyası kokardı. Masanın altında yastık ve battaniye hep vardı, bilmiyorum neye yarardı! Velilere tapardı, belli ki bir çıkarı vardı. Öyle bir okul, öyle bir öğretmendi, kimse bilmezdi bu adam neye hizmet ederdi!

Yaşlı bir kurdu ayartmış, babasıyla yaş farkı sıfıra yakın, canım diyor ona. 'Benimle böyle konuşamazsın' diye bağırıyor meslektaşına. Kimseyle arkadaş olamıyor, ona ait olmayan bir hayatta, sahibi olduğu her şeye karşı oynuyor. Kadın ruhu yaralı, kendini kandırıyor. O bir öğretmen; her şeyi bildiğini, en iyi öğrettiğini sanıyor...

Sadece konuşan, her şeye karışan, kaba, arsız ve cüretkar. Yalandan bir hayat yapmış. Her tavrını demokrasi sanıyor. Hayatta hiç sevmemiş, sevilmemesi belki de ondan. İtici, tutucu, iç karartıcı ve çok sıkıcı ve maalesef o bir öğretmen...

O bir öteki, paylaşımcı gibi ama aslında tam bir bencil. Gurup yapmış kendine paydaları, ucuz bir hiçlik. Ne renkleri belli, ne zevkleri. Her taşın altındalar, her lafın ardında. Herkese dostlar, herkese düşman, hastalar. Bir panayırdalar, aynaları olmamış ışıksız karanlıktalar. O bir kötü, iyiliğe düşman. Sana, bana, kendine düşman; o bir öğretmen...

Öyle bir hayat, her ışıkta ayrı bir gölge. Aldatan dünyanın aldatılan insanı. Zavallı, aşk arıyor kendine; dağınıklığı ondan, ezikliği-vardığı her nokta ayrı bir yenilgi. O bir yanar döner. O bir öğretmen...

“Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler, motorları maviliklere süreceğiz, inanın çocuklar, inanın ışıklı maviliklere...”

İnanın çocuklar inanın!
Siz inanın, biz kandırmaya devam edelim...

Sadece bu mu öğretmenler? "Değil" demek, kim istemez ki! Emektar, cefakar, fedakar öğretmenlerim. Okuyan, yazan, gazete taşıyan siz de özür dileyin çocuklardan. Biz hala görmedik güzel günler, havada nem var, her yerde yağmur, iklimi değişti ülkenin, motoruna su kaçtı. Işıklı mavilikler yalan. İnanın siz inanın, 'güzel günler görecek' diye çocuklar!

O çocuklar koca bir yalanla büyüdüler. Ne olur yalanla çocuk büyütmesinler...

Onlar bir öğretmen, bende öğretmenim.
Ülkemin güzel çocukları bizi affedin: Hepinizden özür dilerim...