Şu ‘Onuncu Yıl Marşı’nın sözleri Türk Milletine marş olmaya lâyık sözler midir? Elbette ki değil. Üstelik bu sözlere şiir demek bile mümkün değildir, bu dizelerden olsa olsa yağlı güreşçilere kispet olur. Bu şiire üstten bakıldığında, ‘Yağım yağ olsun da koy yenmezse yenmesin’ düşüncesinin hâkim olduğu görülür.

Şu ‘Onuncu Yıl Marşı’nın sözleri Türk Milletine marş olmaya lâyık sözler midir? Elbette ki değil. Üstelik bu sözlere şiir demek bile mümkün değildir, bu dizelerden olsa olsa yağlı güreşçilere kispet olur. Bu şiire üstten bakıldığında, ‘Yağım yağ olsun da koy yenmezse yenmesin’ düşüncesinin hâkim olduğu görülür.

Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar gibi iki deve dişi gibi şairin böyle bir şiir yazmış olmalarına inanmak mümkün değildir. Hayret doğrusu, nasıl oluyor da bu çapta iki şairin müştereken yazmış oldukları 14 heceli ‘Onuncu Yıl Marşı’ şiirinde bazı mısralarda hece sayısını tutturamıyorlar.

Meselâ: ‘Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını’  veya ‘Uyduk görüşte bilgiye, gidişte ülküye biz’ dizelerin hece sayısı on beştir. Belki baskı hatasıdır diye çeşitli kaynaklara baktım, internette araştırdım, en son kendisi de iyi bir şair olan hemşerimiz Emekli Albay Sayın Dursun Yaşa’nın “Kahramanlık Şiirlerimizden Bir Demet” isimli eserine baktım; değişen bir şey yoktu. Evet, bu mısralar on beş hece, diğerleri on dört hece idi; yalnız, bazı yerde ‘Gidişte ülküye biz’ yazılmışken bazı yerde de ‘Gidişte ülkeye biz’ yazılıydı o kadar.

Ayrıca, Başkumandan/yaştan, doğarız/başlarız, saymasını/kavgasını gibi kelime ekleriyle kafiye oluşturulan şiirde -başta, başlardan, başlarız, bütün, bütünledik- türden tekrarların yer alması, yazılışta bir zorlanmanın olduğunu göstermektedir. Üstelik bu tekrarların âhenkli ses tekrarları mânâsındaki (Alliterasyon /Aliterasyon) ile de hiçbir ilgisi yoktur.

Meselâ:
“Canavarlar kaçıyormuş gibi gür bir doludan
Bir salîb ordusu, bozgun, kaçıyor Niğbolu’dan”
mısralarındaki (R) harfi kadar güzel bir tekrar ‘Onuncu Yıl Marşı’nın sözlerinde yoktur.

Ayrıca; Tevfik Fikret’in şu dizesinde;
“Bugün sıcak yine pek sanki ortalık yanıyor.”

Yahya Kemal’in şu mısrasında;
“Fark etmez anne toprak ölüm mâcerâmızı.”

Olduğu gibi, sesli harfleri özelliklerine göre bir mısrada kullanırken, kalından inceye inceden kalına atlayarak seslerin ‘Tenevvüü’ esasına dayalı bir mûsikî oluşumu da yok bu marşın sözlerinde.

Bu yokları çoğaltmak mümkün, örneklersek:
“Bulutta şaha kalkmış, Fatih’ten kalma kırat.”
Buradaki edebi ifadenin heybetinin bir benzerini de göremiyoruz.

“Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Bâran yerine dürr ü güher yağsa semâdan.’
Böyle çarpıcı bir özdeyiş de bulamıyoruz.

Ayrıca, Harbiye Marşında geçen:    
“BAĞLAYAMAZ bir kuvvet bu KASIRGA milleti.” gibi şahane bir benzetme de yok bu ‘Onuncu Yıl Marşı’nın şiirinde.

Dahası, söz konusu şiiri yazanlardan biri olan Fâruk Nâfiz Çamlıbel’in; bir milleti, ebediyyen ayakta tutabilecek kudretteki şiirlerden biri olan ‘Han Duvarları’ isimli eserinin hiçbir mısrasının gücünü bu marşın sözlerinde göremediğimiz gibi, başka bir şiirinde geçen;

“Sen bir güneşle çerçevelenmiş kadar sıcak,
Gün yüzlü, sırma saçlı ve zümrüd bakışlısın”
edebi ifadenin bir benzerini de şairin bahse konu şiirinde bulamıyoruz.

Marşın sözlerinin diğer yazarı olan Behçet Kemal Çağlar ki kendisini hiç sevmememe rağmen; “Denize dalmış Toros, Kıbrıs’ta çıkmış yüze” mısrasının kuvvetini inkar etmek mümkün değildir, ayrıca; ‘Zaman Saat kulesine TÜNEMİŞ’ mısrasındaki benzetmesi de mükemmeldir. Ne acıdır ki, bu güzel sözlerin sahibi Behçet Kemal Çağlar ‘Onuncu Yıl Marşı’ şiirinde bu gücünü gösterememiştir.

Şimdi de bu şiiri baştan aşağı sık dişli bir tarakla tarayalım. İlk dörtlük şöyle:

“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan,
On yılda on beş milyon genç yarattık (!) her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı Başkomutan;
Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan.”

Vurgulanan ‘On Yıl’ 1923 ile 1933 arasıdır. Bu yıllarda hangi savaşlar oldu, düşman kimdi? Sorusunun cevabı yoktur. Anlaşılan o ki, burada ‘savaş’ inkılâplara deniliyor. Öyle de,   inkılâba savaş dersek savaşa ne diyeceğiz.
     .
“On yılda on beş milyon genç yarattık”. On bir heceli bu ifade bitti. Şimdi zorlayıp hece sayısını on dörde çıkarmak ve aynı zamanda ‘Savaştan’ kelimesine de kafiye bulmak lâzım. Bu gayretle şairler ‘Her yaştan’ ifadesini cümleye kaynak yapmışlar. Fakat bu ekleme, eklemelikten çıkmış, âdeta mısraının mikseri olup kelimeleri öylesine hızlı çırpmış ki dizenin manasını anlayana aşk olsun.

Nihat Sami Banarlı şöyle diyor: “Kelimeler öyle bir dünyadır ki, ‘Miss Sabun’ da olduğu gibi kelimeden çok güzel bir koku gelir. ‘Köşe’ kelimesinde ki ‘Ş’ harfi, kelimeye öyle bir dönemeç havası verir ki insan “Kop Dağlarından” aşağıya iniyormuş gibi olur. ‘Nişan Yüzüğü’nde öyle bir şan var ki âdeta davul zurna sesinden kulaklar sağır oluyor. Buna karşılık yukarıdaki dörtlüğün ikinci mısrasında geçen ‘Yarattık’ kelimesinde ise, göğüsleri oyan bir matkabın sesi var. Oysaki ‘Yarattık’ yerine, ‘Yetişti’ ifadesini kullanmak daha şık olurdu.

Öyle anlaşılıyor ki, bu dörtlüğün yazılışındaki gaye, o zamanki şartlara rağmen bin bir sıkıntıyla demiryolu yapıldığını dile getirmektir. Çünkü kafiyeler ona göre seçilmiş ve dörtlük alttan yukarı doğru yazılmıştır.

Dörtlüğün son iki dizesini ‘Başta’ kelimesi bile birbirine tam manasıyla bağlayamamış, mısralar âdeta: “Evlerinin önü maydanoz. / Bu nasıl bel bağlamak.” dizeleri gibi kopuk ve irtibatsız bir hal almıştır. Oysaki bu iki dize ‘Düşmana baş eğdiren o yaman Başkomutan;/ Ördü demir ağlarla anayurdu dört baştan.’  şeklinde ifade edilseydi, mısralar birbirine bağlanmış olurdu.

İkinci dörtlük ise şöyle:

“Bir hızla kötülüğü, geriliği boğarız;        
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız,
Türk’üz, bütün başlardan üstün olan başlarız;
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.”

Güneş bile karanlığa yakın aydınlık, yarı karanlık, aydınlığa yakın karanlıktan sonra ortalığı aydınlatırken, bir hızla atılıp boğmak hiçte şık bir ifade değildir. Ayrıca ‘Tarihten önce vardık.’ İfadesi anlaşılıyor da, ‘Tarihten sonra varız’ iddiasını anlamak mümkün değil. Tarihten sonra nasıl var olunur, tarih bitmiş midir? Oysaki bu mısra şöyle olabilirdi:

“Tarihten önce vardık, TARİH BOYUNCA VARIZ.”
    
‘İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz.’ diye yazan şairler, o yıllarda Ankara’nın Ulus Meydanı’na köylülerin sokulmadığını, herhalde, bilmiyorlardı!   

Şimdi denile bilinir ki, bu şiirde hiç mi güzel bir şey yok? Olmaz olur mu, var, hem de öyle bir var ki dağa, taşa, sokağa, caddeye, fabrikaların kapılarına, Hükümet Binalarının girişine, kışlaların nizâmiyesine, okulların duvarlarına yazılacak çapta sözler var.  Onlar da şu satırlardır:

“Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.”

 Bu marşla ilgili olarak, bir bahtsız, gazetesindeki köşesinde şöyle yazıyor:
(Bu mu ‘durmak yaraşmaz’ denilen Türk, ya da hep önde, hep ilerde olan Türk.)  
‘Bu mu, bu mu’ diye geveleyip durma, evet budur bu, ne belledin ya. Çünkü:
    
“Ecdâdımın heybeti ma’rûf-i cihandır;
Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır!

Sağlıkla kalın…    

Kasım / 2009