Büyük Selçuklu Devletinin ünlü veziri Nizamülmülk’ün “Siyasetname” adlı ünlü bir yapıtı vardır. Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın isteği üzerine yazmıştır.

O Siyasetname de bazı ilginç hikâyeler de anlatılmaktadır. Bunlardan birini aynen aktaralım:

“Muaviye’nin çok yumuşak ve sabırlı olduğunu söylerler. Kabul merasimi yaptığı ve bütün büyüklerin tahtın çevresinde bulunduğu bir gün, iş elbisesi üzerinde bir genç divana girerek, selam verip saygısızca karşısına oturdu. Muaviye’ye:

-Ben önemli bir iş için senin yanına geldim. Eğer yapacağına söz verirsen söyleyeyim, vermezsen gerek yok. Dedi. Muaviye:

-Mümkün olduğu kadarını yerine getireceğime söz veriyorum diye yanıtladı. Genç:

-Ben garip, bekâr bir adamım, senin anan da dul, evlenmek istiyorum, onu bana ver, onun kocası olursam sen de bu işten sevap kazanırsın.

Muaviye:

-Sen genç bir adamsın, o ise ağzında tek dişi olmayan bir yaşlı kadın, bu işi niçin istiyorsun? Diye sorunca Genç:

-Onun geniş kalçaları var, geniş kalçaları çok sevdiğim için onu istiyorum.

Muaviye:

-Vallahi babam da onunla bu sebepten evlenmişti. Onun bundan başka hüneri yoktur. Fakat bu isteğini anama da söyleyeceğim, kabul ederse kimse engel olamaz, dedi. Yüzünde ve hareketlerinde hiçbir değişiklik olmadı, bir ters tepki göstermedi.”

İmdiiii…

1-Demek ki, Muaviye’nin anası –kalçaları böyle dillere destan olduğuna göre- tesettürlü değil. Bizim tesettür tüccarları ne buyururlar acaba bu işe?

2-Bir Türk’ün (bu Türk, bu tesettür tüccarlarından biri de olabilir ha), anasını birisi bu biçim ve üslupta istese ne olur acaba? Cinayet mi çıkar, hoş mu karşılanır?

3-Muaviye’ye “Hazreti Muaviye” diyen zihniyet ne der acaba bu işe?

Onlar bu soruların yanıtlarını düşünedursunlar, biz, Siyasetname’den başka ilginç bölümler de sunalım.“Şarap Meclisi’nin Kurulması ve Şartları” ile başlayalım. Evet, Büyük Selçuklu bir şeriat devleti ama Abbasilerden kalma şarap meclisleri var, Saray’da kurulan bu meclislerin yazıya dökülmüş şartı-şurtu da var. Bu meclise katılacakların evlerinden yiyecek, çerez, şarap, sâki ve sürahi getirmeleri ya da saraydan bunları götürmeleri yasak. Çünkü Sultan, dünyanın kethüdası sayıldığından, insanlar onun aile efradı ve kulları.

Şimdi bunu da çok merak ediyorum, sözgelimi bizim müftü, vaiz ve hoca efendilerimiz ne buyururlar bu işe acaba, Selçuklu Sultanı’nı zındık mı ilan ederler?

Hep dincilere yüklenmeyelim, azıcık da okuma özürlü milliyetçilerimize vuralım. Bakın bu Siyasetname’de Türkmenler aşağılanıyor. Her cins kavimden asker alınmalıymış, devletin bekası için gerekliymiş, Fars çobanlar da dâhil bu kavim mensuplarının hepsi iyi insanlarmış. Bir tek Türkmenler kötüymüş, onların yaratılışlarında nefret varmış, onlardan asker alınmamalıymış. Ve herkes Arapça övücü unvanlar alabilir, Türk hariç, onun iki unvanı vardır: Şâkird-i Türk, ve Kethüda-yı Türk, “şeriat ilminden hiç haberi olmayan” anlamlarına geliyor.

Bir de Abbasi Halifesi Mu’tasım’a değgin bir anekdot var bu kitapta. Mu’tasım Şarap Meclisi’nde iken kalkıp bir odaya giriyor, bir süre sonra geliyor, biraz daha şarap içiyor, bir başka odaya giriyor, yine dönüyor, içiyor ve üçüncü bir odaya giriyor, çıktıktan sonra da gusül abdesti alıp iki rekât namaz kılıyor ve tekrar şarap meclisine geliyor. Orada bulunan kadıya, kıldığı namazın ne namazı olduğunu şöyle anlatıyor. “Allah’ın bana verdiği nimetlere şükür namazı idi. Çünkü girdiğim üç odada da üç düşman hükümdarı ya da komutanının kızı vardı, onların kızlıklarını bozdum.”

İyi mi, “Atatürk hilafeti kaldırdı, Atatürk içki içti” diyen dangalaklar, alın işte size bir Halife’nin yaptıkları. “İslam Devletiniz” bu mudur sizin?