Millet kelimesi Arapça’da koşmak, hızlı yürümek (elv), genişlemek, uzanmak, genleşmek (muluv), yazdırmak, dikte ettirmek (imla), gece ve gündüz (melevân), uzunca zaman (meliyy) kelimelerinin türetildiği (MLY) kökünden gelir.
Asıl anlamı “girilen/yürünen yol”dur.(1)
Millet kelimesinin modern manasıyla “nation” karşılığı olarak kullanılması oldukça yenidir. Eskiden bu kelime, İslam dinine girenlerin teşkil ettiği büyük cemaati ifade ederdi. “Millet-i İslamiye” bütün Müslümanları topladığı için, bugünkü millet kavramından tamamıyla farklı idi. Nitekim ümmet kelimesi de bir kökten gelen insanlar demekti. Ümmet-i Muhammed, peygamber nesli olduğu halde sonradan bu iki kelime manalarını değiştirdi; “ümmet” bütün İslam cemaati, millet de İslam cemaatinde ayrı ayrı asırlardan gelen kolları ifadeye başladı. Bununla beraber millet kelimesi bu suretle kesin ve açık bir kavram kazanmış olmadı. Tanzimat’tan beri birçok fikir ve siyaset hareketleri aynı kelimeyi birbirinden çok ayrı kavramlarda kullandılar. Bu farklar üzerinde durmadan yalnız onları işaret etmek için birkaçını zikredeceğim.
Namık Kemal bir “Millet-i Osmaniye”den bahsediyordu. Bu fikir sonraki nesilde de devam etti. Ahmet Mithat Efendi “Osmanlı lisanının Osmanlı millet için bir lisanı-ı umumi olabileceğini” savunuyordu. Fakat aynı sıralarda “Millet-i İslamiye” klişesini devam ettirenler de eksik değildi. Türkçülük hareketini kültür ve siyaset yolunda ortaya atanlar, bunlara karşı “Türk Milleti” fikrini savundular. Kelimenin birinci ve ikinci kavramları yavaş yavaş ortadan kalktı.(2)
Millet, kolay algılanan bir kavram değil, herkesin dünya görüşüne göre bir tanımı var, çoğu kimse nesnel ve bilimsel tanımlar yerine, gönlündeki milleti tanımlıyor. Sözgelimi din’in millet oluşumundaki rolünü abartıp, en başat etmen olarak algılıyor. Milletin oluşum koşullarının farklılığı da tanımlarda farklılığa yol açıyor.
Milletin ne olduğunu ya da ne olmadığını, genişçe göreceğiz ileriki sayfalarımızda. Biz şimdilik üç önemli isimden üç tanım vererek bir başlangıç yapmış olalım:
Yusuf Akçura’nın millet tanımı: “Millet, ırk ve dilin esasen birliğinden dolayı sosyal vicdanında birlik ve beraberlik meydana gelmiş bir insan toplumudur”
Remzi Oğuz Arık’ın Tanımı: “Millet, soy aslına dayanan, kültür birliğini benimsemiş insan kütlesidir. Türk soyundan gelenlerle birlikte, bu soyun yarattığı kültürü benimsemiş olanlardan meydan gelir”
Atatürk’ün Millet Tanımı: “Zengin bir anı mirasına sahip bulunan, birlikte yaşamayı isteme ve uygun görmede içten olan ve sahip olunan mirasın korunmasını birlikte sürdürme konusunda istençleri ortak olan insanların birleşmesinden oluşan topluma millet adı verilir.”
IRK
“Türk haklarından istifade edebilmek için Türklüğü benimsemek, Türk harsını kabul etmek, Türklüğü duymak, Türk menfaatlerini kendi menfaati yapmak, ona hürmet etmek, Türküm demek, Türklüğü harsile, hissile kabul etmek lâzımdır. Bunları samimiyetle benimseyenleri, yapanları, Türk sayarız. Kim olursa olsun.” Mahmut Esat Bozkurt
Irk kelimesi Arapça’da bir yere gitmek (ark), uzak yer (ırak), ağacın kök salıp kökleşmesi (A’rak), atı terletmek için koşturmak (a’rak-ul feles), asıl, kök, gövde (el-ırk), sıra sıra deve izleri (el-arak), atar damarlar (el-uruku’d-devarib), toplar damarlar (el-uruku’s-sevakin) kelimelerinin türetildiği ARQ kökünden gelir. Türkçe’de ise şu anlamlara gelmektedir:
-Aralarında kan bağı bulunan insan topluluğu, bir soydan gelen insan topluluğu, nesep, sülale, kök,
-Cilt rengine göre ayrılan insan topluluğu; Sarı ırk, beyaz ırk, siyah ırk, Kızılderili ırkı gibi.,
-Damar,
-Bazı canlı türlerinde karakter birliği olan fertlerin teşkil ettiği alt bölüm, şube.(3)
Antropolojik Anlamda Irk
Milliyet meseleleriyle ilgili konulardan biri ırk meselesidir. Bu mesele karışık ve tartışmalı bir meseledir. Milliyetçiliğin mahiyeti hakkında doğru bir fikir sahibi olabilmek için ırk ile millet arasındaki ilişkiyi ve farkı açık bir surette kavramış olmak şarttır. Biz bu kitapta; ırk kelimesini Avrupa dillerindeki “race” manasında, milleti ise “nationalite” manasında kullanacağız.
(…) İnsanlar arasında da tazı ile buldok kadar birbirinden farklı ırklar var mıdır? Antropoloji âlimlerinin fikrine göre bugün dünyada insanlar arasında hayvan ırkları gibi birbirinden farklı, saf ırklar yoktur.
Hiçbir devirde hiçbir ırk, diğer zümrelerle temasta bulunmaksızın yaşayamamıştır. Onun için bugün bütün ırklar içinde, diğer ırklara özgü sayılan fizikî özelliklere malik bireylere rastlanmaktadır; beyaz tenli, sarı saçlı, mavi gözlü ırktan olan milletler içinde esmer insanlara, esmer zümreden sayılan milletler içinde de mavi gözlü sarışın bireylere rastlanmaktadır.
Bazı ırkların karışmış olmasına karşın, her devirde bireylerin çoğunun fizikî özellikleri bakımından birbirlerinden farklı insan zümrelerinin, yani insan ırklarının varlığı bir gerçekliktir.
İlk antropologlar insan ırklarını tasnif için esas olarak ciltlerinin rengini kabul etmişlerdi. Bu bakımdan insanları üç veya dört zümreye ayırmışlardı.
1-Beyaz ırk (Avrupalılar)
2-Sarı ırk (Asyalılar)
3-Siyah ırk (Afrikalılar)
4-Kırmızı ırk (Amerikalılar)
Fakat ırkları tasnif için ölçüt olarak kabul edilen cilt renginin esaslı ve yeterli olmadığı görülmüştür. Çünkü mesela, ciltleri siyah olan Afrika zencileri arasında fizikî özellikleri bakımından birbirinden farklı topluluklar olduğu gibi, beyaz insanlar arasında da birbirinden tamamen farklı topluluklar vardır.
Bugün cilt renginin iklim şartları ve soyaçekim sonucu olduğu da kanıtlanmıştır.
Alman antropologu Blumenbach (1752-1840) ırkları tasnif için cildin rengi ile birlikte birçok diğer özellikleri de dikkate alarak ırkları beşe ayırmıştır:
1-Kafkas ırkı
2-Moğol ırkı
3-Habeş ırkı
4-Amerikan ırkı
5-Malay ırkı
Bu beşli ayrım da antropologları tatmin etmedi. Bugün antropologlar ırkları tasnifte en önemli ölçüt olarak kafatasının şeklini kabul ediyorlar. Bu bakımdan insanları başlıca iki zümreye ayırıyorlar:
1-Uzun kafataslı insanlar
2-Kısa kafataslı insanlar
Bu ayrımın esası şudur: Eğer kafatasının uzunluğu genişliğinden fazla ise böyle bir kafatasına malik insanlar uzun kafataslı (Dolichocephale)dırlar. Kafatasının genişliği uzunluğundan fazla ise bunlar da kısa kafataslı (Brachycephale) insanlardır.
Bugün insan topluluklarını ayırmada cildin renginden, kafatasının şeklinden başka saçların rengi, gözlerin rengi ve şekli, boy, burnun basık veya sivri, yüzün yuvarlak veya uzun, dudakların kalın veya ince, elmacık kemiklerinin düz veya çıkık, boynun uzun veya kısa olması gibi özellikler de göz önünde tutulmaktadır. İnsan topluluklarını ayıran bedensel özelliklere (Signes somatiques) adı veriliyor.
Fransa’nın geçen asrın sonlarında yetişen ünlü antropologlarından Jean Deniker yeryüzündeki kavimleri, bunların fizikî özelliklerini dikkate alarak başlıca 29 zümreye ayırıyor. Deniker bu 29 zümreden biri olarak da Türkleri gösteriyor.
Bu suretle, fiziki özellikleri diğer insan topluluklarından ayrılan bir Türk beşerî topluluğunun (Türk ırkının) var olduğu antropoloji bilginleri tarafından tespit ve tasdik edilmiş bulunuyor.(4)
Deniker, kavimleri ırklara bölmek için bir kavim içindeki insanların bünyesinde en sık rastlanan somatik özelliklerin hepsini veya çoğunu kendilerinde toplayan bireyleri kavmin mensup olduğu ırkın karışmamış tipik örnekleri sayıyor. Bir kavim içinde bu tip temsil eden bireyler çoğunlukta ise, Deniker o tipin özelliklerini belirli bir ırkın özellikleri telakki ediyor ve vaktiyle karışmamış halde var olduğunu varsaydığı bu ırka, tipik bireylerin mensup oldukları kavmin (ırkın) adını veriyor.
Milletler, tarihten önceki devirlerden beri karışmış olduğundan, bugün hemen hiçbir milletin bütün bireyleri o milletin mensup olduğu ırkın özelliklerine malik değillerdir. Ancak bu ırkı temsil eden örnek tipler, kavim içinde en çok rastlanan tipler vardır.
Biz yeryüzünde belirli fizikî özelliklere malik bir Türk ırkının var olduğunu kabul ediyoruz. Fakat bugün Türk dilini konuşan, ruhunda Türklük şuuru besleyen bütün bireylerin Türk etnik zümresine özgü sayılan somatik özelliklere sahip olduğunu iddia edemeyiz. Türk etnik zümresi, Türk ırkı da, diğer birçok ırklarla, Çinliler, Moğollar, İslavlar, İranlılar, Fin-ugurlarla az çok karışmış olabilir. Çünkü Türk ırkı birçok Türk olmayan bireyleri içinde eritmiştir. Onun için bugün Türk kavimleri içinde de, Türklere özgü somatik özelliklere sahip olmayan kimselerin bulunması doğaldır.
Deniker, Türk ırkının somatik özelliklerini şöyle belirtiyor:
1-Cildi beyaz (hafifçe sarıya çalan)
2-Boy ortadan yüksek
3-Kafatası kısa
4-Saç siyah
5-Gözler siyah, fakat Moğol gözü gibi çekik değil
6-Burun normal (basık değil)
7-Göğüs orta
8-Yüz uzunca (oval)
9-Elmacık kemikleri hafifçe çıkık
10-Dudakları kalın
11-Boyun kısa(5)
Deniker’e göre “İnsan topluluklarının karışmış olmasına karşın, her etnik topluluk içinde ırkın somatik özelliklerini taşıyan tipler hiçbir zaman büsbütün yok olmuyor. Her kavmin içinde daima birçok bireyler kavmin karışmasından önceki ırksal özelliklerini koruyorlar.(6)
Deniker’in yukarıya aldığımız Türk ırkı ölçütlerinin nereye kadar ve ne ölçüde ciddiye alınabileceğini, en isabetli biçimde Galip Erdem, ifade etmiştir:
“Milletimiz teşekkül etme çağında, hiç şüphe yok ki, maya olarak, belli bir ırka dayanmıştır. Türk ırkının antropolojik bakımdan nasıl anlaşılması gerektiği, hangi ortak özelliklere sahip bulunduğu henüz kesinlikle tespit edilmemiş, değişik ölçüler öne sürülmüştür. Yine de her şeye rağmen, belli fizikî özelliklere malik bir Türk ırkının varlığı inkâr edilememiştir. Fakat Türk Milleti de, meydan geliş döneminden günümüze kadar olan binlerce yıllık süre içinde diğer milletler ve ırklarla karışmıştır. Dünyaya hükmeden büyük imparatorluklar kurmuşuzdur; Uzak-Doğudan Viyana kapılarına, Kuzey Afrika’dan Hint Okyanusuna kadar uzanan çok geniş bir sahada yaşamış, mütemadiyen dolaşmışızdır. Fethettiğimiz topraklarda başka milletleri hâkimiyetimiz altında tutmuşuzdur. Böyle bir durumda ırkımızın hiç karışmaması, belirli fiziki özelliklerin Türk Milletini oluşturan bütün insanlarda hiç değişmeden korunması zaten mümkün değildir.(7) Ancak bu karışma, bazı kimselerin göstermek istedikleri gibi, temeldeki ‘ırk mayası’nı tamamen ortadan kaldıracak; başlangıçtaki özelliklerimizi büsbütün silecek bir ölçüye varmamıştır.
Şimdi buraya kadar yazdıklarımızdan çıkarılacak ilk önemli sonucu belirtelim: Türk Milleti ırkla tanımlanamaz. Çok tartışılmış bir konudur; fitne tohumlarının yeşermesine de çok müsaittir.
Söylediklerimizin doğru anlaşılmasını isteriz. Irk birliği milletimizi meydan getiren ortak unsurlardan biridir, fakat tanım unsuru değildir. Çünkü tanım unsuru, kendinden olanların hepsini içine alır ve kendinden olmayanların tamamını dışarıda bırakır. Türk Milletinin ırkla tanımlanabilmesi için esas alınacak fiziki özelliklerinin, Türkçe konuşan ve Türk soyuna mensubiyet şuuru taşıyan bütün fertlerde ortak olması gereklidir. Oysa böyle bir tanımın imkânsızlığını anlamak için antropoloji ile uğraşmaya bile ihtiyaç yoktur. Mesela J.Deniker’in ‘Türk ırkının fiziki özellikleri’ olarak belirttiği ölçüleri esas alıp bir deneme yapabiliriz:
1-Cilt rengi esmere yakın buğday renginde milyonlarca Türk vardır. Kaldı ki; cilt renginin iklim şartlarına göre değiştiği de ayrıca ispatlanmıştır.
2-Kısaya yakın orta boylu Türklerin sayısı ihmal edilemez. (Tarihin yazdığına göre, Büyük Hun-Türk İmparatoru Atillâ da kısa boylu idi.)
3-Saçının rengi kumral veya sarı olan Türklerin sayısı pek çoktur.
4-Ela ve mavi gözlü Türklerin sayısı, siyah gözlü Türklerin sayısından daha az değildir. (Bildiğimiz kadarıyla Göktürk Kağanları mavi gözlü idiler.)
5-Yuvarlak gözlü, ince dudaklı, kısa veya orta boyunlu Türklerin sayısı da herhalde milyonların üstündedir.
Denebilir ki, Deniker’in bütün ölçülerini değil, yalnızca bize uygun düşenleri, mesela kafatasının kısalığı ve elmacık kemiklerinin hafifçe çıkıklığı özelliklerini alır, böylece Türk Milletini de antropolojik ırk esasına göre tanımlarız. Doğrudur; Kafatasının kısalığı ile elmacık kemiklerinin hafifçe çıkıklığı, Türk Milletinin mutlak çoğunluğunda, belki de yüzde doksanında ortak olan bir özelliktir. Yalnız bu özellikler, Türk Milletinin ırk esasına göre tarif edilmesine yetmez. Çünkü tanım unsuru, yukarıda belirttiğimiz gibi ‘kendinden olanların tamamını içine almalı, kendinden olmayanların hepsini dışına atmalıdır’. Oysa kafatasının kısalığı ve elmacık kemiklerinin hafifçe çıkıklığı, sadece Türklerde görülen bir özellik değildir. Diğerlerini ihmal ederek, Türk Milletine mensup olanların hepsi kısa kafataslı ve elmacık kemikleri hafifçe çıkık kimselerden oluşmuştur diyebilsek bile, kısa kafataslı ve elmacık kemikleri hafifçe çıkık olanların hepsi Türk’tür diyemeyiz.
Tekrar belirtelim: Irk birliği, Milletimizi meydana getiren ortak unsurlardan biridir, fakat tanım unsuru değildir.(8)
Bizim değil ama bir zamanlar birilerinin millet algısında “ırk” birincil etmendi. Hatta kan…
Kimi tarih dilimlerinde kan gruplarına farklı anlamlar da yüklenmiştir. Almanya’da Naziler döneminde B grubu Slav ve Yahudi ırkları için bir işaret, A grubu ise zekânın bir göstergesi sayılmıştır. Alman Ordusu, İkinci Dünya Savaşında sadece “Sertifikalı Aryan” vericilerden kan bağışı kabul etmiştir. Bu tür uygulamalar sadece Nazi Almanyası ile sınırlı kalmamıştır. O dönemlerde Kızılhaç da kanları ırklara göre ayırmaktaydı. Söz konusu uygulama, ABD’nin bazı eyaletlerinde 1960’lı yıllara gelindiğinde bile hâlâ devam ediyordu. Hatta 1950’li yılların sonunda Louisina Eyaletinde onay almadan beyaz bir hastaya siyah ırktan kan nakli uygulamasının suç olduğu ile ilgili bir yasa bile kabul edilmiştir.(9)
Etnolojik Anlamda Irk:
Irk deyiminin antropolojik anlamından başka, bir de etnolojik anlamı vardır. Etnolojik (kavimleri; gelenek ve görenekleri, dilleri bakımından inceleyen bilim dalı) anlamda ırk, uzak tarihi devirde bir büyük devlet içinde birlikte yaşamış ve bu sayede dil, gelenek ve inanışlar bakımından birleşmiş bireylerin, ana devlet dağıldıktan sonra da kardeşliği koruyan milletlerin genel toplamıdır. Diğer deyimle, etnolojik anlamda “Irk birbirine yakın dilleri konuşan ve ortak ruhsal eğilimlere sahip olan milletlerin bütünüdür” diyebiliriz. Tarih ve sosyolojiye ait eserlerde ve özellikle edebi yazılarda ırk deyimi bu anlamda kullanılmaktadır. Sözgelimi: Latin ırkı, Arap ırkı, Cermen ırkı, Kelt ırkı, Türk ırkı. Bu anlamda ırk kavramı, antropolojik anlamdaki ırk kavramından daha açık, daha anlaşılabilir bir kavramdır.
Etnolojik anlamda, Latin ırkı, Latin dilinin çeşitli yönlerde gelişmiş şekillerinden birini konuşan, ortak ruhsal nitelik ve eğilimlere, ortak gelenek ve göreneklere malik olan milletlerin toplamıdır. Çünkü Fransızlar, İtalyanlar, İspanyollar ve bunlar gibiler, bir zamanlar, uzun asırlar boyunca, Roma devleti içinde yaşamış, bunun sonucunda romalaşmış Latinleşmiş kavimlerdir. Yine etnolojik anlamda Türk ırkı geçmişte birçok kezler aynı devlet içinde yaşamış, bugün Türk dilinin lehçelerinden birini konuşan, gelenek ve görenekleri ve ruhsal eğilimleri bakımından birbirine benzeyen kavimlerin topluluğudur.
Irk sözcüğünün antropolojik ve etnolojik anlamları kimi kez birleşiyor, kimi zaman da birleşmiyor. Etnolojik anlamda Latin ırkından olan bir milletin kimi bireyleri antropolojik bakımdan o ırktan olmayabilir. Biz millet ve milliyeti sosyolojik ve psikolojik bakımdan incelemeyi amaç tutan bu eserde ırk deyimini daha ziyade etnolojik anlamda kullanacağız.
Millet Kavramı, Irk Kavramından Ayrılmalıdır
Millet kavramı, her iki anlamda da ırk kavramından ayrılmalıdır. Antropolojik anlamdaki ırk zoolojik bir kavramdır. Millet ise sosyolojik ve psikolojik esaslara dayanan bir kavramdır. Bugün milletleri tasnif ve milliyeti tespit alanında antropolojik anlamda ırk esası ölçüt olmaktan çıkmıştır.
Öte yandan millet kavramı, etnolojik anlamdaki ırk kavramından da farklıdır. Millet sözcüğü şöyle tanımlanabilir: Aynı dili konuşan, aynı milli seciyeye, ortak tarihe, ortak milli emellere malik olan bir kütledir. Etnolojik anlamda ırk, millet kavramından daha geniş bir kavramdır. Sözgelimi İslav ırkını ele alalım: Bu ırk içinde tarihleri, dilleri, oturdukları alan ve siyasal durumları bakımından birbirinden farklı milletler vardır; Ruslar, Polonyalılar, Çekler, Sırplar vb. Yine Cermen ırkı içinde de birbirinden ayrılmış milletler vardır: Almanlar, İsveçliler, Norveçliler. Türk ırkı içinde de birbirinden farklı lehçelerde konuşan topluluklar vardır: Anadolu Türkleri, Azerbaycan Türkleri, Batı Türkistan Türkleri (Özbekler, Türkmenler, Kırgızlar), Doğu Türkistan Türkleri (Kara Kırgızlar, Uygurlar), Kırım Türkleri, Kazan Türkleri vb. Bunların hepsi Türk ırkındandırlar.
(…) Irk konusu bugüne dek kesin ve bilimsel olarak yanıtlanmamış bir takım sorular doğurmaktadır. Bunlardan biri ırkların kökeni konusuna ilişkindir. Bütün insan topluluklarının kökeni bir midir? Yani dünyadaki bütün insanlar, bütün kavimler aynı atanın mı, yoksa ayrı ayrı ataların mı torunlardır?
Bilindiği gibi, “tek selef” kuramına “monogenisme”, “türlü selefler” kuramına da “polygenisme” adı veriliyor. Büyük dinlerin hepsi köken birliği fikrini ileri sürmüşlerdir. Yahudi, Hıristiyan ve İslam din bilginlerinin fikrine göre bütün insanlar Adem Aleyhisselam’ın zürriyetindendir, onun torunlardır. Bir kısım bilgin ve antropologlar ise değişik köken (polygenisme) taraftarıdırlar. Bununla birlikte, bugün bilginler arasında tek köken fikri gittikçe güçlenmektedir.
Üstün Irk Kuramı:
Irk ile ilgili uyuşmazlık doğuran sorunlardan biri de ırkların eşitliği konusudur. Bu sorunun çözümü şu soruların cevaplarına bağlıdır:
1-Irklar arasında fizikî, somatik nitelikler bakımından farklar olduğu gibi, zekâ ve fikri yetenekler bakımından da farklar var mıdır?
2-Irkların zekâ ve fikrî yetenekleri arasında fark varsa, bu bakımdan ırklardan kimileri diğerlerinden üstün müdür?
3-Medeniyet düzeyiyle ırk arasında bağlantı var mıdır?
4-Medeniyet denilen şey daima belli ırkların eseri midir, yoksa ırk esası dışında bir olay mıdır?
5-Irkların hepsinin belirli koşullar içinde yüksek medeniyet düzeyine çıkma güçleri var mıdır, yoksa bu güçten sonsuz dek yoksun olan ırklar var mıdır?
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, yukarıdaki sorulara, üstün ırkların var olduğunu iddia eden Avrupalı yazarların eserlerinde şu şekilde yanıtlar verilmekte idi:
1-Evet ırklar arasında fizikî, somatik farklar var olduğu gibi, fikrî yetenek ve zekâ derecesi bakımından da farklar vardır.
2-Zekâ ve fikrî yetenekler bakımından üstün ırklar (mesele aryen ırklar), bir de aşağı ırklar vardır (zenciler gibi).
3-Uygarlık düzeyiyle ırklar arasında sıkı bir ilişki vardır: Uygarlıklar ırkların doğuştan sahip oldukları yetenekler oranında gelişir.
4-İnsanlık tarihinde uygarlık yaratan ırk aryen ırktır, Hint-Avrupalı ırkıdır. Aryenler üstün bir ırktır.
5-Yüksek medeniyet düzeyine çıkmak ve medeniyetin yüksek biçimlerini yaratmak gücünde olan ırklar da vardır, bu güçten yoksun ırklar da.
Avrupa’da bu iddia ve fikirlerin yayılmasında büyük rol oynamış olan eser, Fransız yazarlarından Comte de Gobinaeu’nın (1816-1882) “İnsan Irklarının Eşitliği Hakkında Bir Deneme” adlı eseridir. Bu cesur, fakat bilimsel olmaktan uzak iddialarla dolu eser, Avrupa’nın son asırdaki siyasi tarihine olumsuz etkilerde bulunduğundan, eserin kısa bir özetini yapmakta yarar görmekteyim:
Gobineau’ya göre “Irklar zekâ ve fikrî yetenekleri bakımından eşit değillerdir. Siyah ırk zekâ bakımından en aşağı ırktır. Sarı ırka mensup kavimlerin de düşünsel yetenekleri sınırlıdır. Zekâ ve düşünsel yetenekler bakımından en yüksek ırk Avrupalıların mensup olduğu Aryen ırktır. Bu ırkın yeryüzünde saf olarak kalması bir idealdir. Fakat ne yazık ki bu ırk tarihten önceki devirlerden bu yana diğer ırklarla karışmıştır. Bugün bu ırkın tamamıyla saf, karışmamış bir topluluğu yoktur. Avrupa kavimleri üç ırkın karışmasından oluşmuşlardır. Eski Yunanlılar ve Romalılar Sami ırka karışmışlardır (Samiler de siyah ırkla karışmışlardır). Bugün Latin ırkına mensup olan Fransızlar, İtalyanlar ve İspanyollar da Romalı kanı taşıdıkları için, bu milletlerin damarında siyah ırkın kanı vardır. İngilizlere tarihten önceki bir devirde sarı ırkın kanı karışmıştır. Cermen ırkı beyaz ırkın en az karışmış, en saf temsilcisidir.
Milletlerin uygarlık alanında yükselme yetenekleri kanlarındaki beyaz ırk kanının miktarıyla orantılıdır. Yinelenen karışmalar sonucunda damarlarında aryen kanı azalmış olan milletler uygarlık alanında başarsızlığa mahkûmdur.
Milletlerin uygarlık ve siyaset alanındaki başarı ve yenilgilerinin nedeni ırklarında, kanlarında aranmalıdır. Milletlerin tarihleri damarlarındaki kana bağlıdır.”
(…) Gobineau’dan 30-35 yıl önce Almanya’nın büyük filozoflarından Hegel (1770-1830) bile “Hukuk Felsefesinin Anahatları” adlı eserinde şu fikirleri ileri sürüyordu:
“Evren ruhu, çeşitli devirlerde, çeşitli devletlerde tecelli etmiştir. Cihan tarihi, evren ruhunu çeşitli derecelerde temsil eden milletlerin mücadele sahnesidir. Savaşlar doğal ve zorunlu olaylardır. Savaş, evren ruhunu en iyi temsil eden milletlerin zaferini sağlar. Son zamanlarda evren ruhu Alman devletinde tecelli etmiş bulunmaktadır.”
Almanya’da Hitler’i ve Nazi Partisi’ni doğurmuş olan en önemli etkenlerden biri, Hegel’in fikirleriyle başlayıp Gobineau’nun eseri sonucunda güçlenen bu ırkçı (raciste) akım olmuştur. Alman milletinin, ayrıcalıklı niteliklere sahip ve diğer milletlere egemen olmaya aday bir millet olduğuna dair fikir Alman aydınlarını büyük ölçüde etkilemiştir.
Hitler’in Kavgam adlı eserinde yaymak istediği fikirler Hegel ve Gobineau’nun fikirlerinin bir siyaset adamı tarafından, belirli bir gaye için (Alman milletini Avrupa’da hâkim kılmak için) istismarından ibarettir. Hitler, Marksizm akımıyla mücadele edebilmek için ırkçı bir sosyalizm akımı yaratmak ve bunun için de üstün ırk kuramına dayanmak istiyordu.
(…) Üstün ırk kuramı, hiçbir bilimsel esasa dayanmayan bir kuramdır. İnsan toplulukları ruhsal yetenek, düşünsel ve medeni gelişim gücü bakımından eşittirler. Bugün Avrupa’da “Üstün ırk” efsanesini çürüten birçok eser yazılmıştır.
Üstün ırk kuramının esasını oluşturan ve kökünü, Hintlerin eski dinsel eserlerinin dili olan Sankristçe ile Avrupa dilleri arasındaki benzeşmeden alan Aryanizm’in dayandığı varsayımları kısaca şöyle ifade edebiliriz:
Bugünkü Avrupa’nın medeni milletlerinden birçoklarının dilleriyle Hindistan’ın eski dinsel dili olan Sankrist dili arasında göze çarpan benzeyiş hem Sankrist dilinin, hem Avrupa dillerinin kaynağı olan bir anadilin var olduğunu gösterir. Böyle bir dilin var olması da, bu dili konuşan bir kavmin olduğunu varsaymaya götürür. Bu kavmin adı “Arya” olsa gerektir, çünkü kadim devirlere ait Sankrist dilindeki eserlerde Hintliler “asil, temiz” anlamlarını ifade eden “Arya” sıfatıyla nitelendirilmektedirler. Aryalıların vatanının “Aryana Veja” adlı bir yer olduğu varsayılmıştır. Çünkü Arya ırkına mensup kavimlerden sayılan İranlıların eski dinî kitabı Avesta’nın birinci bölümü olan Vendidad’ın birinci faslında Ahuramazda tarafından yaratılmış ülkeler arasında bir “Aryana Vaeja” (Kaynaklar Ülkesi) deyimi geçmektedir
Etnolojik Anlamda Irk Esastır
Milletlerin oluşumunda etnolojik anlamdaki ırkın rolü vardır. Irk bir çeşit mayadır.
Milletler başka toplulukları itaat altına alarak devlet kuran çoğunluğun ırkından sayılırlar. Fakat kimi kez askeri bakımdan güçlü olan küçük bir topluluk kendisinden farklı ve nüfusça daha kalabalık bir topluluğu itaat altına alarak yeni bir milletin ortaya çıkmasına yol açabilir. Çoğu kez bu küçük topluluk yeni millete dilini de kabul ettirir. O zaman, millet egemen topluluğun ırkından sayılabilir. Fakat bunun tersi de olabilir.
Miladî VI. Yüzyılın başlarında Galya’yı (bugünkü Fransa’yı) Cermen ırkına mensup Frank kavmi fethetti ve o ülkede bir devlet kurdu. Fakat fatih Franklar, kurdukları devlet içinde dillerini hâkim kılamadılar, yani o dili devlet dili yapamadılar.
İkinci örnek: Miladî VII. Asırda (680’de) Bulgar adlı askeri bakımdan güçlü bir Türk topluluğu Karadeniz’in batısında, Tuna nehrinin güneyinde Slav kabileleriyle meskûn alanda bir devlet kurdu. Fakat devlet kurulduktan sonra ülkede egemen dil, Türkçe konuşan Bulgarların dili olmadı, çoğunluğu oluşturan yerli Slavların dili oldu.
Bugün Kelt ırkı, Cermen ırkı, Slav ırkı, Türk ırkı adlarıyla bilinen insan topluluklarının hepsi, uzak bir geçmişte bir tek devlet için bir tek millet oluşturmuş olan kütlelerin dağılmış parçalarıdır.(10)
Gen Araştırmaların Ortaya Koyduğu Gerçek: Irk, Biyolojik Değil, Sosyolojik Bir Kavram…
Sadri Maksudi Arsal, ırkın antropolojik ve etnolojik anlamda inceler ve etnolojik anlamda ırk algısının esas olduğunu söylerken, yazar Semal Gül, ırkın aslında sosyolojik bir kavram olduğunu ifade ediyor:
“Son yıllarda toplumların etnik kökenleriyle ilgili araştırmaların ‘ırk’ ve ‘soydaşlık’ kavramlarıyla kısıtlanmaması gerektiği yönünde bir görüş, bilim adamlarınca desteklenir olmuştur. ‘Saf ırk’ diye bir kavramın yeryüzünden silinmiş olması, milletleri bir arada tutan olgunun ırktan çok ‘ortak kültür’ olduğu yönünde ağırlık kazanması, biyolojik anlamdaki ırk kavramının da sorgulanmasına neden olmuştur.
Bunu Türk Milletinin etnik kökeni üzerine yapılan araştırmalarda da çok açık şekilde görmek mümkündür.
Binlerce yıllık bir tarihi, birbiriyle karışan ve kaynaşan milyonlarca insanı, kafatası ölçümleriyle ya da göz yuvarlağındaki birkaç milimetrelik farkla ayırt etmek ne bilimsel kriterlerle ne de tarih bilinciyle uyuşmamaktadır. Özellikle de 21.yüzyılda yaşanan bilimsel gelişmelerin ardından, ırk sınıflamalarının güvenirliliğini yitirmiş olması, etnik köken araştırmaları açısından çok büyük bir önem teşkil etmektedir.
Araştırmalar, geçmişteki inanışların aksine ırk olgusunun bilimsel değil, sosyolojik bir kavram olduğuna vurgu yapmaktadır. Özellikle de son 10 yıldır genetik biliminde elde edilen bulgular, biyolojik açıdan insanlar arasında ırksal farklılıkların olmadığını ortaya çıkardı. Bilim adamlarının birçoğu bu konuda hemfikir. Örneğim Atlanta’da yapılan ‘Bilimin İlerlemesi Kongresi’nde bilim adamları şöyle bir açıklamada bulundular:
Irk, tarihe geçmiş olaylarla şartlandırılmış algılarımızın ürünü olan sosyal bir kurgudur. Hiçbir biyolojik gerçekliği yoktur.
Genetik araştırmalarda, ırklar arasındaki genetik farklılıkların çok küçük olduğu, genlere bakılarak ırkların ayırt edilemeyeceği ortaya çıktı. Konu hakkında araştırma yapan bilim adamları, aynı grup içinde yer alan insanlar arasında dahi genetik olarak % 0,2 fark olduğunu belirtmektedirler. Irksal farklılıkları belirleyen deri rengi, göz şekli gibi özellikler ise bu 0,2’nin sadece % 6’sını oluşturmaktadır. Bu da genetik olarak ırklar arasında sadece % 0,012 fark olduğu anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle ırksal farklılıklar kesinlikle önemsiz denecek kadar azdır.
New York Times gazetesinin 22 Ağustos 2000 tarihli sayısında, Natalie Angier imzasıyla yayınlanan ‘Do Races Differ? Not Really, DNA Shows’ (Irklar Farklı mı? DNA’nın Gösterdiğine Göre Pek değil) başlıklı yazıda bu son bulgular şöyle özetlenmektedir:
Bilim adamları uzun yıllar boyunca, toplum tarafından kabul edilen ırksal kategorilerin genetik düzeye yansımadığından şüphe ettiler. Ancak, araştırmacılar –insan vücudunun- neredeyse her hücresinin kalbinde saklanan ve genetik materyalin tamamlayıcısı olan insan genomonu daha yakından inceledikçe, insanları ırk yoluyla birbirinden ayırt etmek için kullanılan standart etiketlerin çok az veya hiçbir biyolojik anlam ifade etmediğine daha fazla ikna oldular.
İlk bakışta bir kişinin Kafkasyalı, Afrikalı ya da Asyalı olup olmadığını söylemenin kolay olduğu; ancak görünenin altındaki özelliklere inildiğinde ve genom, ırkın DNA özellikleri için tarandığında bu kolaylığın ortadan kalktığını söylüyorlar.
İnsan Genomu Projesini yürüten Celera Genoimcs Şirketi’nin başkanı J.Craig Venter de ırkın bilimsel değil, sosyal bir kavram olduğunu söylemektedir. Dr.Venter ve National İnstitutes of Health’de çalışan bilim adamları, insan genomunun tüm dizisinin (sekansının) taslağını bir araya getirdiklerini ve sadece tek bir insan ırkı olduğu sonucuna vardıklarını belirtmektedirler.
Manhattan North General Hosptial’ın başkanı Dr. Harold P.Freeman ise, biyoloji ve ırk konusundaki çalışmaların sonucunu şöyle özetlemektedir:
Irk açısından konuştuğumuzda, genlerinizin yüzde kaçının dış görünümümüze yansıdığını sorarsanız, buna verilecek cevap % 0,01 civarında olacaktır. Bu genetik yapınızın çok çok düşük düzeydeki yansımasıdır.
Aynı sonuca varan bilim adamlarından bir diğeri ise Washington Üniversitesi’nden biyoloji profesörü Alan R. Templeton’dur. Templeton farklı halklardan insanların DNA’larını analiz etmiştir.
Analizler sonucunda, insan türünde çok fazla genetik varyasyon varken, bu varyasyonların çok küçük olduklarını belirtmiştir. Templeton, vardığı sonuçları –evrime olan önyargılı inancını korumakla birlikte- şöyle özetlemektedir:
Irk, toplumda kültürel, politik ve ekonomik kavramdır; ancak biyolojik bir kavram değildir. Ne yazık ki birçok insan –genetik farklılıkların- insan ırkının özü olduğu gibi yanlış bir kanıya sahiptir…
Ben konuya biraz objektiflik katmak istedim. Bu oldukça tarafsız analiz sonucuna göre, insanlığın birbirinden gerçekten farklı alt gruplara bölünmesi gibi bir şey söz konusu değildir.
Templeton’un elde ettiği sonuçlara göre, Avrupalılarla Aşağı Saharalı Afrikalılar arasında ve Avrupalılarla Melanezyalılar (Kuzeydoğu Avustralya adalarının sakinleri) arasındaki genetik benzerlik, Afrikalılarla Melanezyalılar arasında olduğundan daha fazladır. Oysa Aşağı Saharalı Afrikalılarla Melanezyalılar, siyah derili olmaları, saçlarının cinsi, kafatası ve yüz şekilleriyle birbirlerine daha çok benzemektedirler. Bunlar bir ırkı tanımlarken kullanılan özelliklerdir; ancak genetik olarak bu insanlar birbirlerine daha az benzerler. Templeton bu bulgunun gösterdiği gibi, ırksal özelliklerin genlerde görülmediğini belirtmektedir.
Popülasyon genetikçileri Luca Cavalli-Sforza, Paolu Menozzi ve Albero Piazza tarafından yazılan ‘İnsan genlerinin Tarihi ve Coğrafyası’ adlı kitapta da şu sonuca varılmaktadır:
Boy ya da deri rengi gibi dış özelliklerden sorumlu olan genler dışta tutulursa, insan ırkları derilerinin altında olağanüstü benzerdirler. Bireyler arasındaki çeşitlenmeler, gruplar arasındaki çeşitlenmelerden çok daha büyüktür.”(11)
1) Sema Gül-Türklerin Etnik Kökenleri
2) Hilmi Ziya Ülken-Millet ve Tarih Şuuru
3) Sema Gül-Türklerin Etnik Kökenleri
4) Ülkemizde Türk ırkına dair antropolijik çalışmalar Atatürk döneminde başlatılmıştır. Prof.Dr. Kenan Erzurumluoğlu’nun Orkun Dergisinde (30.Sayı) yazdığı bir yazıdan şu özet bilgileri aktaralım:
“Ülkemizde ilk antropolojik çalışmalar 1924’te, Türkiye Antropoloji Tetkikat Merkezi’nin kurulması ile başlamıştır. Bu kurum, daha sonra Türk Antropoloji Müessesesi adını almış, 1930’lu yılların sonunda ise Ankara Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ne bağlanarak Antropoloji ve Etnoloji Enstitüsü adını almıştır. Türk Antropoloji Mecmuası 1925-1939 yılları arasında yılda 2 sayı olarak yayınlanmıştır. Ancak, ülkemizin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik şartlara bağlı olarak, düzenlilik gösterememiştir. Mecmua, 1928’e kadar Arapça harflerle, 1929’dan sonra ise Lâtin harfleri ile yayınlanmıştır. Mecmuanın logosunun altında ‘Türk Antropoloji Müessesesi tarafından neşrolunur’. ibaresi bulunmaktadır.
Türk Antropoloji Mecmuasında yayınlanan çalışmaları başlıca 4 grupta toplamak mümkündür. Bunlardan birincisi, -en büyük bölümü oluşturur- antropoloji sahasındadır. Psikoloji, arkeoloji ve dil sahasındaki çalışmalar ise daha azdır. Psikolojik çalışmalarda Mac Auliffe’in etkisi ön plândadır. Dil sahasındaki çalışmaların “Güneş-Dil Teorisi” ile eşzamanlı olması dikkati çekmektedir. Prof. Dr. Saim Ali Dilemre tarafından kaleme alınmışlardır. Başlangıçtaki antropolojik çalışmalarda Paris’ten M.M. Papillaut ve Mac Auliffe, Cenevre’den M.E. Pittard’ın etkileri açık olarak görülmektedir. Türk olarak ise, Dr. Şevket Aziz’in ismi dikkati çekmektedir. Antropoloji ve Etnoloji Enstitüsü’nün kurulması ve Şevket Aziz’in başkan olması ile kadro genişlemiş ve daha yaygın saha çalışmaları yapılmıştır.
Çalışmalarda, sefalometriye (kafa ölçümü) ağırlık verilmekle birlikte, tüm vücut ölçümleri de yapılmıştır. Kullanılan parametrelerin başlıcaları; kafa indisi (indeksi), kulak-burun-ağız ölçümleri, burun-çene açıları, kafa dikişleri (kafa kemiklerinin birbirleri ile birleşme yerleri), yüz indisleri, boy, beden yüksekliği, bacak-kol uzunlukları ve bunların boya oranları, kürek ve kalça kemiklerinin ölçümü, saç-göz renkleridir. Yapılan çalışmalarda bilimsel açıdan iki eksik dikkati çekmektedir. Bunlar: örneklemenin yetersizliği ve istatistiksel değerlendirmelerin yapılmamış olmasıdır. Lokal olarak alınan 25-50-100-200 gibi rakamlardan alınan sonuçlar tüm topluma yaygınlaştırılmıştır. Öte yandan elde edilen rakamların ortalamaları arasındaki-bazen mm ile ifade edilen- farklardan anlam çıkarılmaya çalışılmıştır. Kaldı ki, günümüz tıp bilimi o dönemde kullanılan bazı parametrelerin, çevresel faktörler ile değişebileceğini göstermiştir. Söz konusu parametreler ve günümüzdeki bilimsel bakış açısından değerlendirilmeleri ayrı bir yazıda daha geniş olarak ele alınacaktır.
Keza, arkeoloji ve dil konusundaki çalışmaları ayrı bir başlıkta değerlendirmenin daha uygun olacağını düşünüyoruz.
Bu genel değerlendirmelerden sonra, bu yazımızda Türk Antropoloji Mecmuasında yayınlanan bazı çalışmaları daha yakından değerlendirmek istiyoruz.
1929’da yayınlanan 8 Numaralı dergide bulunan M. Eugene Pittard imzalı yazı dikkat çekicidir. (M. Eugene Pittard, Cenevre Üniversitesi’nde görevli bir antropologdur.)
Araştırıcı bu yazısında, 1928’de Anadolu’da yapılan ve 210 Türk’ü kapsayan araştırmanın sonuçlarını vermektedir. Kısaca özetleyecek olursak ortalama değerler: boy 1.72 m, gövde yüksekliği 0.893 m, bacak uzunluğu 0.917 m’dir. Kafa çapları 18.4-15.6 cm’dir. Kafa indisine göre Türklerin % 73.34 brakisefaldir. Burun uzunluğu 5.447 cm, genişliği 3.563 cm’dir. Kulak boyu 6.4 cm bulunmuştur. Burun düz veya gaga şeklindedir. Gözler ve saçlar sıklıkla koyudur. Açık renkli gözler % 8.09, koyu saçlar % 74’tür.
Pittard’ın çalışmasında Türk ırkının özellikleri özetlenirken, küçük boy, uzun kafa, yassı burun, gözlerin ve saçların açık renkte oluşunun ender olduğu vurgulanmaktadır.
Bu tespitlerden sonra Pittard’ın yaptığı 2 yorum dikkate şayandır. Bunlardan ilki -araştırmacının hiçbir pozitif tespiti olmaksızın- Kürtler, Tatarlar, Lazlar ve Ermenilerin ayrı ırklar olduğu noktasından hareket ettiği; diğeri ise tespit ettiği bulguların Kuzey Avrupa’da söz konusu olan ‘dinarik’ ırkla benzerliğini vurgulamasıdır.
Türk araştırmacılardan, Dr. Şevket Aziz tarafından 1930’da yayınlanan ‘Alelumun prognatisma ve “Türk kafalarının prognatisması’, Türk Kadın ve Erkeğinin Mukayeseli Sefalometrisi Hakkında bir muhtıra , 1931’de yayınlanan ‘Anadolu ve Rumeli Türklerinin Antropometrik Tetkikleri’, 1935’te yayınlanan ‘Türklerde kürek kemiği’ ve ‘Anadolu kronolojisi’, 1939’da ‘Ahlatlıbel’de insan kemikleri üzerine tetkikler’ dikkatleri çekmektedir.
Prof. Dr. Şevket Aziz’in kadrosunu oluşturanlar tarafından, 1930’lu yıllarda gerçekleştirilen antropolojik araştırmalar ise antropolojik çalışmaların tüm yurt sathına yayılması ile sonuçlanmıştır. Ankara’da Nebile Gökçül, Naciye Çınar ve Melih Kınay tarafından yapılan üç araştırma, Denizli’de Kemal Güngör’ün, Samsun’da Kılıç Kökten’in vb. yayınları bu çalışmaların ürünüdür. Aynı ekip saha çalışmalarının yanı sıra özellikle kafa yapıları hakkında laboratuvar çalışmalarını da gerçekleştirmişlerdir.
Keza İstanbul Tıp Fakültesi müderrislerinden Nureddin Bey, Neşet Ömer Bey, Süreyya Bey, Mouchet Bey ve Hamza Bey tarafından ortaklaşa yapılan ‘Türk ırkının antropolojisi hakkında’ başlıklı çalışma 200 kafatası ölçümünün sonuçlarını vermektedir.
Bu dönemde yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen, Anadolu’nun eski mensuplarına ait kemikler ve kafatasları üzerinde de benzeri çalışmalar yapılmış; saptanan bulguların yaşayan Türklerden elde edilen verilere benzerliğinden hareketle eski Anadolu medeniyetlerinin de Orta Asya’dan göç eden eski Türklerce kurulduğu savı öne sürülmüştür. Dr. Şevket Aziz’in ‘Hittitalerin kraniolojik tetkikatına methal’ başlıklı yazısı bu konuda güzel bir örnektir.
Atatürk’ün sağlığında antropolojik ırkçılık çalışmalarında en ön safta yer alan Dr. Şevket Aziz’in (Kansu), 1944 olaylarında milliyetçi gençliğin karşısında sol-komünist kadrolarla birlikte saf tutması ibret vericidir. Bilim adamı olarak görülen Şevket Aziz, Atatürk’ün sağlığında ırkçı, İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde solcu olmakta beis görmemiştir.”
5) Dr.Legendre adlı bir Fransız bilgini ise Türk ırkını şöyle tanımlıyordu: “Türk; beyaz ırkın uzun boylu, uzun yüzlü, ince, düz veya kemerli burunlu, ince dudaklı, bütünüyle açık, çoğunlukla ela veya mavi gözlü, gözkapaklarının kapanış çizgisi yatay, en güzel tipidir” (Kaynak: Kemalizm/Tekinalp)
6) Sadri Maksudi Arsal-Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları
7) Sema Gül de koşut bir saptama ile bunu destekliyor: “Türkler tarih boyunca en fazla etnik karışıma uğrayan milletlerden biridir. Irk taassubuna sahip olmayan, farklı kültürlerle bir arada yaşamaktan ya da evliliklerden çekinmeyen Türkler, hiçbir zaman ‘etnik saflıklarını’ korumak gibi bir kaygı içinde olmamışlardır. Türkler için töreleri, gelenekleri, kültürleri, ortak ahlakî değerleri her zaman ön planda olmuş, ancak ırkın saflığını koruma asla önemsenmemiştir. Bu nedenle de Türklerin etnik kökeni incelenirken, biyolojik bir araştırmadan ziyade, bir kültür birliği temel alınmalıdır” (Türklerin Etnik Kökenleri)
8) Galip Erdem-Türk kimdir? Türklük Nedir?
9) Mustafa Çetiner-Biz Kuş muyuz Tavuk mu/Gürer Yayınları
10) Sadri Maksudi Arsal-Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları
11) Sema Gül-Türklerin Etnik Kökenleri