Mardinli olduğunu bildiğim, gazete yazılarından beğendiğim Ali Bulaç’ın Türkiye Günlüğü Dergisinin 100. sayısındaki Mardin Modeli yazısı ilgimi çekti. Yazıyı değerlendirmek haddim olmasa da Türkiye Günlüğü ekolünün eski bir öğrencisi olmanın özgüveni, bazen bu tür şeyler yaptırıyor insana.
Mardinli olduğunu bildiğim, gazete yazılarından beğendiğim Ali Bulaç’ın Türkiye Günlüğü Dergisinin 100. sayısındaki Mardin Modeli yazısı ilgimi çekti. Yazıyı değerlendirmek haddim olmasa da Türkiye Günlüğü ekolünün eski bir öğrencisi olmanın özgüveni, bazen bu tür şeyler yaptırıyor insana.
Yazının girişinde Ahmet Davutoğlu’nun Mardin’i “Medeniyetler hülasası, biblo medeniyetler şehri” tanımlaması tam yerinde. Burhan Kuzu’nun “yeni anayasa hazırlandığında bu model örnek alınabilir” sözünü okuyunca HSYK’nın sayısını ve üyelerinin seçim şeklini Mardin örneğinde nasıl bulacaklar diye düşünmedim değil!
“Bu gün en çok ihtiyacını hissettiğimiz bir arada yaşama tecrübelerini araştırırken, karşımıza Mardin modeli çıkıyor olması ne bir yakıştırma ne bir temennidir” diyen Ali Bulaç’ın önemli tespitlerine göre tarihi ve aktüel “Mardin Modeli”nin dayanağını teşkil eden üç ana referans çerçevesi var;
1- İslam dininde ifadesini bulan dini-felsefi arka plan,
2- Sosyo kültürel ilişkilerin tanziminde başrol oynayan Müsta/rebe Arap kültürü
3- Sosyo-politik sistemin farklı din ve etnisiteleri ihtiva edebilen Selçuklu-Artuklu yönetimi.
Yazar, “Mardin Modeli”nin aslında hemen hemen İslam dünyasının her coğrafyasında derece farkıyla yaşandığını belirttikten sonra, bu tarihi başarılı sistemi “kubbe modeli’’ diye adlandırıyor. Bir arada yaşama tecrübesini bu güne taşıyan geleneksel refleksler ve kodların bu günkü Mardin de dahi zayıfladığından “modern durum”u umut verici görmeyen yazar, “Mardin Modeli”nin; Roma-Bizans-Pers-Kadim Mezopotamya kültürleri (Sümer, Akat, Asur) Arap-Emevi-Abbasi ve Selçuklu-Osmanlı damarlarından beslendiğini belirtiyor. Bunlardan baskın etkinin Arap-Selçuklu olduğunu da ilave ediyor.
İlk İslam fetihlerinden bu güne kadar Hanefi ve Şafii mezhepleriyle, Müslümanlar, Süryani Ortodokslar, Süryani Katolikler, Süryani Protestanlar, Keldaniler, Ermeni Katolikler, Ermeni gregoryenler, Ermeni Protestanlar, Yahudiler, Yezidiler ve güneşe tapan Şemsilerin şehrin din ve mezhep dokusunu meydana getirdiğini belirten yazar; bu güne kadar mezhep farklılığından dolayı herhangi bir çatışma veya ihtilafın çıktığına şahit olunmadığı tespitini yapıyor.
Arapça, Süryanice, Kürtçe ve Türkçenin konuşulduğu şehirde; Araplaşmış Kürt aileler, Araplaşmış Türk aileler, Araplaşmış Süryani aileler, Akat kökenli aileler olduğunu anlatan yazar; bu çeşitlilikte din, mezhep, kavim, kabile aşiret ve aileyi bir arada tutan en temel amilin Kur’an ve sünnet olduğunu vurgularken, Selçuklu-Artuklu tecrübesinin Mardin Modelini yoğurduğunu belirtmeyi ihmal etmiyor. İslamiyet, Selçuklu ve Artuklu siyaset ve yönetim anlayışı yanında Süryani din telakkisinin ve Süryanilerin tutumunun da bu tecrübede katkısı olduğuna işaret eden yazar; Doğu Hıristiyanlığının daha toleranslı ve çoğulcu olduğunu belirtip, buna Süryani Kadim Kilisesini örnek gösteriyor. Süryanilerin Sami ırkından olmasının, Abbasiler zamanında Süryanilerin İslami tefekkürün gelişmesine katkı yapmasının da “Mardin Modeli”nin ortaya çıkmasında rolü olduğunu belirten yazar, Mardin de Müslümanlar ile Gayrimüslimlerin ayrıldığı mekanların sadece ibadethaneler ve mezarlıklar olduğunu belirtiyor. Mardin’de herhangi bir din ve etnik gruba ait mahalle olmaması, cami ve kilise giderlerinin ortak vakıftan karşılanması, iki din mensubunun da savunma için diğer din mensuplarından vekil tayin etmesi, farklı din mensuplarının birbirlerinin cenaze ve taziyelerine katılması, -mutfak-yemek kültürünün ortak olması, halk türkü ve şarkılarının ortak olması, 30 nisan 1919’da Mardin Sancağında yaşayan tüm dini ve etnik grupların Osmanlı Padişahına telgraf çekerek Fransız hakimiyetini reddetmesi gibi Mardin’e has özellikleri anlatan yazara göre; misyoner faaliyetler Müslüman-Hıristiyan ilişkilerine zarar verdiği gibi, Hıristiyanlar arasında da ihtilaflara neden olmuştur.
Basından takip ettiğim kadarıyla çok iyi korunan taş evleriyle Mardin turizmden para kazanan bir konuma gelmiş durumda. Yazar turizm faaliyetleri ile şehrin tabiiliğinin bozulmasından ve halkın şehri terk etmesine sebep olunmasından duyduğu kaygıyı ifade ediyor. Üniversitenin geleneğe karşı modernizasyon politikalarına zihni planda tesir etmesi gibi gelişmeler de yazarın bir başka kaygısı.
Gerçekten “Mardin Modeli” tarihten gelen gücü ile günümüzde ülkemiz insanına ümit bahşedecek öneme haiz. Kısa bir süre önce Mardin’in bir köyünde yaşanan aynı din, mezhep, ırk, dile sahip, aynı soy ismi taşıyan aynı akrabadan olan insanlar arasında yaşanan ülkemizde büyük ihtimal örneği yaşanmamış nahoş hadisenin “Mardin Modeli”ne zarar vermemesi en büyük temennim.
Mayıs / 2010