Batı deyince, ana yönlerden biri ve son iki yüz yıldır modernleşme çabalarında yönümüzü çevirdiğimiz, ama bir türlü içine alınmadığımız dünya akla geliyor. Batı ve Türklerin geçmişi daha gerilere gitse de, biz önce, Batı’ya yöneldiğimiz döneme bakalım.

Batı deyince, ana yönlerden biri ve son iki yüz yıldır modernleşme çabalarında yönümüzü çevirdiğimiz, ama bir türlü içine alınmadığımız dünya akla geliyor. Batı ve Türklerin geçmişi daha gerilere gitse de, biz önce, Batı’ya yöneldiğimiz döneme bakalım.

Türkler, 1839 Tanzimat ve 1856 İslahat fermanları ile Batılılaşma yolunda ilk resmi adımlarını attı. Bu fermanları Türklere dikte eden Batı, kendine yarayan bu açılımlardan sonra gizli - açık baskılarla, gayri müslim ve gayri Türk unsurlarla el ele vererek Osmanlı İmparatorluğu’nu yağmalamaya, sömürgeleştirmeye, bölmeye ve yıkmaya çalıştı.  

Sonunda, Osmanlı İmparatorluğu Batı’nın darbeleri ile çöktü. Türk Kurtuluş Savaşı, bu yıkıntı içinde büyük Türk’ün önderliğinde Batı’ya karşı verildi ve kazanıldı. Bir çelişki gibi görülse de, Türkiye kendisine çizdiği çağdaşlaşma yolunda medeniyeti temsil ettiğine inandığı  Batı’dan  ayrılmadı.

Türkiye, bu hedef doğrultusunda, bütün Batı kurumlarında bulunmaya gayret etti. Önce, 8 Eylül 1952 yılında Batı ittifakı Nato’ya girdikten sonra ve 31 Temmuz 1959’da, o zamanki adıyla Ortak Pazar’a yani Avrupa Birliği’ne başvurdu. Türkiye ile ortaklık andlaşması 1 Aralık 1964’de yürürlüğe girdi. Türkiye  o tarihten bugüne AB kapısında beklerken, eski demirperde ülkeleri hemen AB’ye alındı.   Ermeni meselesi, Lozan andlaşması  ile 24 Temmuz  1923 ‘de karara bağlanmasına rağmen, bu andlaşmada imzası bulunan bâzı Batı ülkeleri yıllar sonra, arkasından başka isteklerin geleceği belli olan, Türklerin 1915 yılında Ermeni Soykırımı yaptığını parmak hesabı ile parlamentolarında kabul etti.
Türkiye’deki  insan hakları konularında kartal kesilen Avrupa, ülkelerindeki göçmen Türkler’e ayırımcılık yapıyor ve insan haklarını dikkate almıyor. Avrupa Birliğine aday ülkeler için vize duvarları indirilirken, yalnız Türkler için vize duvarları yükseltiyor. Türklerin imajı Batı’da olumlu değil. Türkler ne yapsa  Batı’ya bir türlü yaranamıyor. Batı Türkleri neden sevmiyor?  Bunların sebeblerini aşağıda anlatacağımız tarihi olaylar açıklamaktadır.
       
Türklerin Batı ile ilk karşılaşması

Batı, Türklerin farkına ilk defa 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra vardı. Çünkü; kabına sığmayan enerjik Oğuz Türkleri, bu savaştan on yıl sonra Marmara kıyılarına ulaştı ve İznik’i başkent yaparak Türkiye Devleti’ni kurdu.  Avrupa’nın en büyük devleti Bizans’ın, Türklerin eline geçmesi zaman meselesi idi. Bu durum Avrupa’yı dehşet içinde bıraktı. Çünkü Avrupalılar, Bizans’tan sonra sıranın kendilerine geleceğini, tek başına bir Avrupa devletinin Türklerin Avrupa’ya çıkmasını engelleyemiyeceğini biliyorlardı.  Batı, Türkleri tehdit olarak algıladı. Bu nedenle; bütün Avrupa bir araya gelerek, Türklerin bir Avrupa devleti olmasını engellemek, Anadolu, Suriye ve Filistin’den atmak için güçlerini birleştirdi. Türkler üzerine yapılacak bu seferlere  ‘’Haçlı Seferleri’’ adı verildi.

Haçlı Seferleri

Haçlı Seferleri’nin birinci sebebi, Türkiye’nin bir Avrupa devleti olmasını önlemekti. İkinci sebeb ise, Avrupa’nın o yıllarda İslam dünyasına göre fâkirliği ve her alanda geri kalmışlığı idi.

Kasım 1095’de Fransa’nın Clermont şehrinde toplanan kilise ve devlet adamları kurultayında Papa II. Urban; ’’Türkler, Küçük Asya’dan (Anadolu) ve Kudüs’ten atılmalıdır!  Tanrı Haçlı Seferi istiyor!’’ diyerek kararını açıkladı. Papanın kışkırtması ile Kudüs’ü Müslümanlar’dan alıp Cennet’e kavuşmak ve zengin Doğu ülkelerini yağmalamak üzere, fanatik ve cahil Hıristiyan kitleleri 1096 yılının başlarında yollara düştü. Sultan Kılıç-Arslan 1096 eylülünde  İznik’i almak için  gelen yüzbin kişilik bu ilk sefil kafileyi darmadağın etti. Fakat bu sürünün arkasından Avrupa’nın en ünlü komutan ve şövelyelerinden oluşan altıyüzbin kişilik bir ordu geliyordu. Bu ordunun başında Gottfried von Baillon vardı. 1097 mayısında Haçlılar Türkiye’nin başkenti İznik’i kuşattı. Bu sırada Sultan Kılıç-Arslan  Malatya önlerinde idi. Ordusu ile hemen İznik’e koştu. Türkler ve Haçlılar arasında İznik kalesi önünde geçen savaşta her iki tarafta ağır kayıplar verdi. Sultan Kılıç-Arslan,  kendi ordusundan sayıca kat kat üstün olan düşman ordusu karşısında geri çekildi. Haçlılar Anadolu’da herşeyi yakıp yıkarak, yağmalayarak,  insanları vahşice öldürerek ilerledi. Haçlılar kuyruklu, boynuzlu şeytanlar diye propaganda edilen Türklerin vatanlarını savunan uzun saçlı, güzel, cesur ve erdemli insanlar olduğunu gördü.(Kronikçi Fulcher von Chartres ve Gesta bunu hayretle yazıyor.) Sultan Kılıç-Arslan, Haziran 1097’de  Eskişehir yakınlarında   Haçlıları yeniden karşıladı.  Haçlılara ağır kayıplar verdiren  Sultan Kılıç-Arslan düşmanını yok edemeyeceğini  anlayınca yeniden geri çekildi. Bundan sonra Türklerle Haçlılar arasında Anadolu yaylasında amansız bir gerilla harbi başladı. Bu şekilde yapılan savaşlarla Haçlı Ordusu Anadolu’yu terkedip,  Antakya’yı kuşattığı vakit sayıları yüzbine inmişti. Sultan Kılıç-Arslan, Anadolu’da gerilla savaşı ile yarım milyon Haçlı’yı yok etmiş, bu arada Bizans’la da savaşmasına rağmen Türk Devleti’nin yıkılmasını önlemişti.

Haçlılar, ekim 1097’de Antakya’yı kuşattı. Antakya, Türkiye Devleti’ne değil, Büyük Türk Hakanlığı’na bağlı idi ve kale kumandanı Yağıbasan Bey’di. 9 aydan fazla süren kuşatmada Antakya önündeki  Haçlıların öldürdükleri Türkleri yediklerini, vahşi ve barbar bir sürü olduklarını kendi tarihçilerinden de öğreniyoruz.(F.Funck Brentono’nun Antakya Destanı) Şehir, haziran 1098’de kaledeki bir Ermeni’nin yardımı  Haçlıların eline geçti. Haçlılar Antakya’da kudurmuşçasına bütün Müslümanları öldürdüler.  Antakya’dan sonra Maara şehrinde aynı vahşet tekrarlandı. Batılı Haçlı sürüleri tarihe ‘’ Antakya ve Maara Yamyamları ‘’ olarak geçti.

Haçlılar yola çıktıktan 3 yıl sonra, Temmuz 1099’da Kudüs’ü ele geçirdiler ve Müslüman-Yahudi 70.000 insanı öldürdüler. Kudüs bu sırada Fatimilerin elinde idi. Türklere barbar diyen Batılılar; Kudüs’te camilere sığınmış kadın ve çocukları kesen,  kanlarını dereler gibi akıtan,  bu zaferlerini(!) övünerek Papa’ya yazan Gottfried von  Baillon’u hâlâ  kahraman görüyor. Baillon’un eli kılıçlı  heykeli   Brüksel’de  Kral Sarayı önündeki meydanda ve birçok Avrupa  şehrinde dikili duruyor.

Haçlılar, Kudüs ve Doğu Akdeniz kıyı şehirlerinde krallıklar kurdular. Türkler iki yüzyıl boyunca Avrupalıları buradan çıkarmağa ve Anadolu’ yu Türk yönetiminde birleştirmeye çalıştı. 1101 yılında Haçlı orduları Anadolu’ya girdi. Merzifon ve Konya Ereğlisi’nde bu ordular Sultan Kılıç-Arslan ve Danişmendliler tarafından yok edildi.  

2. Haçlı Seferi’ne Almanya imparatoru III. Conrad ve Fransa Kralı VII. Lois katıldı. Sultan Mes’ut, ekim 1147’de Eskişehir yakınlarında Konrad’ın Haçlı  kuvvetlerini yok etti. İmparator canını zor kurtardı.  

Conrad, Fransa kralı Lois’in 150.000 kişilik ordusu ile birleşse de Türkler Haçlıları Toroslar’a çekerek ağır kayıplar verdirdi. Geriye kalan aç ve sefil  Haçlı askerlerine Türkler yiyecek verdi. Daha sonra bunlar da Antalya’dan temin edilen gemilere binerek Suriye’ye geçti.

Selahaddin Eyyübi’nin 1198’de Kudüs’ü fethetmesi üzerine 3. Haçlı Seferi’ne Almanya imparatoru Friedrich Barborossa, İngiltere kralı Arslan Yürekli Rişar ve Fransız kralı Philippe-Auguste katıldı. Almanya İmparatoru Konya’yı kuşattı ise de alamadı. Büyük kayıplar veren Barborossa, Göksu nehrini geçerken öldü.

4. Haçlı Seferinde Haçlılar, Bizans’ın başkenti Konstantinopel’i(İstanbul) işgal edip, şehri yağmaladılar. Kendi dindaşlarını öldürdüler. Kıymetli eserleri yağmalayıp Avrupa’ya getirdiler. Burada 1204’den 1261’e kadar süren bir Latin krallığı kurdular. Haçlıların bütün seferlerinde yolları üzerindeki Yahudileri ve diğer Hıristiyan mezhebi mensuplarını öldürmeleri ve mallarını yağmalamaları Haçlı Seferleri’nin öncelikle çapulculuk için yapıldığını ortaya koyar.

1095 yılında başlayıp 1272 yılına kadar süren 8 Haçlı Seferi yapıldı ise de, birincisi hariç diğerleri başarılı olamadı.

Haçlı Seferleri daha sonraki yüzyıllarda İslam dünyasının kılıcı ve kalkanı olan Osmanlı İmparatorluğu’na karşı defalarca düzenlendi.

Türkler, Türkiye topraklarında 915 yıldır Haçlılara karşı, bir gaziler ordusu halinde savaşıp ve şehitler ordusu halinde ölerek, ‘’Bu vatan ya bizim, ya kimsenin! ‘’dediler.        

Haçlı Seferleri’nin sonuçları:

1) Haçlılar, Türkleri Anadolu’dan atamadılar. İslam’ın Batı’ya doğru ilerlemesini durduramadılar.

Türkler vatanlarını büyük bir cesaret ve imanla savundular. Birbirinden kahraman Selçuklu Sultanları kalabalık Haçlı sürüleri karşısında ümit ve azimlerini kaybetmediler. Vatanı kurtarmak için insan üstü bir gayretle çalıştılar. Sultan 1.Kılıç-Arslan, Sultan Mes’ut, Sultan 2.Kılıç-Arslan en zor şartlar altında dahi bir an tereddüte düşmedi.
                                                                   
Daha 20 yaşlarında olan Sultan Kılıç-Arslan, Eskişehir’de yarım milyon Haçlıyı birarada görünce dehşet içinde kalan kumandanlarına şöyle demişti; ‘’Gördüğünüz gibi göz alabildiğine dağlar, tepeler, ovalar, vadiler, düşman sürüleriyle dolmuş. Fakat ordumuzu bu sürünün elinden kurtaracağız. Sözlerimi iyi dinler ve bana inanırsanız, yurdumuzu da kurtarırız.’’ İşte bu büyük  irade kuvveti ve iman vatanı kurtarmıştır.
 
2) Türkler Anadolu’da yalnız Haçlıları durdurmakla kalmamış, İslam dünyasını da kurtarmıştır. Türkler, Anadolu’da Haçlıları karşılayıp savaşarak, Kudüs ve civarındaki kaleleri ve Doğu Akdeniz kıyısını ele geçiren Haçlıların yardım almasını, ilerlemesini engelledi, onların sonlarını hazırladı. Türkler böylece hem kendi vatanlarını, hem de İslam Dünyası’nı Haçlılara karşı göğüslerini siper ederek korudular. Doğu Akdeniz sahil şeridindeki  Haçlı krallıkları da Türklerin mücadelesi ile iki yüz yıllık yerleşmeden sonra köklerinden koparıldı. Haçlı Seferleri, tarihin akışını bir müddet durdursa da, Türklerin  1453’de İstanbul’u fethetmesini engelleyemedi.
   
3) Türkleri tehdit  gören Katolik kilisesinin başı Papa’nın önayak olduğu Haçlı Seferleri ile bütün dünyada olumsuz bir Türk imajının yaratılması başlatılmıştır. Ünlü Hıristiyan ressamlar, bu amaçla yüzlerce eser yaptı. Kitaplar yazıldı. Örnek iki olayı hatırlatalım; Papa Urban,  Clermont’taki Kurultayda Haçlı Seferlerine gerekçe olarak Türklerin  kutsal yerlere Hıristiyan hacıları sokmadığını söylüyordu. Günümüzde Prof. Prawer  bunun doğru olmadığını Milger’in ‘’Haçlı Seferleri’’ eserinde anlatıyor. Sultan Kılıç-Arslan’ın Haçlılarla çarpışırken bile, Hıristiyan tebasına son derece şefkatle davrandığını, dini hayatlarına karışmadığını  o zaman yaşamış Bizans ve Arap tarihçilerin eserlerinden öğreniyoruz.  Bu gerçeklere rağmen, bütün dünyada bugüne kadar gelen olumsuz Türk imajının temeli bu yalan propaganda kampanyası ile Haçlı Seferleri öncesinde ve sırasında atılmıştır.

4) Haçlı Seferlerinin uzun yıllar sürmesi ve Haçlıların Kudüs’ü ele geçirmelerindeki en büyük neden, İslam dünyasındaki ülkelerde başa geçme hırsı ile yapılan iktidar mücadeleleridir. Hanedan üyelerinin taht için yaptıkları mücadeleler Selçukluları ve diğer İslam devletlerini Haçlılar karşısında zayıflatmıştır. İslam dünyasında monarşi ile yönetilen toplumlarda  iktidar gücü  bir kişi üzerinde toplanmakta, bu kişinin ölümünden sonra iç savaş başlamakta idi. Dün olduğu gibi, günümüzdeki İslam toplumlarında da bu sakat yapı devam etmektedir. Çok partili demokratik  sistemle yönetilen tek İslam toplumu olan Türkiye’de  bile, seçimlerde tek başına iktidara gelen  parti, iktidarı denetleyecek anayasal kurumlarla çatışmakta, iktidar gücünü tek elde toplamak istemektedir. Batıda ise kralın yetkileri veya iktidarın gücü kilise, asiller, burjuva vb. başka kurumlarla bölüşülmekte veya denetlenmektedir. Batıda her kurum kendi sınırını bilmekte, diğerleri ile uzlaşmaktadır.
      
5) Haçlı Seferleri döneminde İslâm Dünyası, yeryüzünün en gelişmiş medeniyetini temsil etmekte idi. Batılılar Haçlı Seferleri sırasında  tıp, astronomi, kimya, coğrafya, matematik, mimarî alanlarındaki bilgilerini İslâm Dünyası’ndan öğrenmişler, taklit etmişler, sonra onları aşmışlardır.  (Avrupalıların İslam Dünyası’ndan öğrendikleri konusunda geniş bilgi için; Dr. Sigrid Hunke’nin  ‘’Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi’’   Almanca orjinal adı, ‘’Allahs Sonne über dem Abendsland ‘’ ve Haydar Bammat’ın ‘’İslâmiyet’in Manevî ve kültürel değerleri ‘’  isimli  iki önemli esere bakınız .)

6) Batı dünyası, İslâm Dünyası’na karşı çapulculuk, yağmalama ve sömürgeleştirme felsefesine dayalı Haçlı Seferlerine hiç bir zaman son vermemiştir. Arapların yardımı ile Osmanlıları püskürtüp 1917 aralığında  Kudüs’e giren İngiliz kumandanı Generel Allanby ‘’Haçlı Seferleri şimdi bitmiştir ‘’dedi. Bu cümle, Batı’nın İslâm Dünyası’na karşı yüzyıllar boyu saldırı, yağmalama ve çapulculuk hedefi olduğunu ortaya koyar.  Batı bununla da kalmamış, günümüzde   Amerika Başkanı Bush’un 11 eylül 2001 NewYork  İkiz Kuleler terör saldırısından sonra ‘’Bu terörizme karşı bir Haçlı Seferi olacak ve zaman alacaktır’’ demiş, 2001’de Afganistan, 2003’de Irak işgal edilmiştir. Irak’ın bütün zenginlikleri, müzelerine kadar yağmalanmıştır. İçinde Türkiye’nin de bulunduğu   İslâm dünyası,   bu   işgaller nedeniyle, her iki ülke  harabe haline gelirken, Irak’ta bir milyondan fazla insan öldürülürken sus pus olmuştur.
 
Batının yüzyıllar süren hedefi ve felsefesi belli ‘’Haçlı Seferleri’’ yüzünden  İslam dünyası  içine kapanmış, savunmaya çekilmiş, hoşgörüsüz olmuştur. Dün de, bugün de, kendi içindeki gereksiz kavgalarla zaman kaybetmeye devam etmektedir. İslam dünyası için modernlik bu durumda ötekileşmiştir. Kendi kimliği ile modernlik arasında sıkışıp kalan İslam dünyası, bu duruma çözüm bulamamakta, bir türlü ileri hamleler yapamamakta ve kendi medeniyetini kuramamaktadır.

Sonuç

Batı tarihi kan ve gözyaşı ile doludur. Sömürgeleştirilen, zenginlikleri yağmalanan Amerika, Afrika, Avustralya, Asya kıtaları ve yok edilen halklar Mayalar, Aztekler, Kızılderililer, Afrikalılar ve Asyalılar bunun örnekleridir.  

Batı okul tarih kitaplarında Türklerle ilgili 3 tarihi olay ele alınır. Bunlar; Haçlı Seferleri, İstanbul’un alınışı ve  Viyana’nın kuşatılmasıdır. Haçlı Seferlerini başarısızlığa uğratan, Bizans’ı ortadan kaldırarak İstanbul’u alan, 14.yüzyıldan beri Balkanlar’da egemen olan, Avrupa’nın ortalarına kadar gelerek 1529 ve 1683’de Viyana’yı kuşatan Müslüman  Türkler,  yüzlerce yıl Hıristiyan Avrupalıların kâbusu oldu.  Kendini dünyanın efendisi gören Batılıların Türklerde unutamadığı ve affedemediği budur. Bu yüzden Batı, Türkleri sevmez.  18. Asırdan itibaren Batı karşısında gerileyen ve yenilen Türkler, Batı gibi üstün olmak isterken,  kendilerine saldıran avcının Batı olduğunu unutup, onun avına baktığı gibi kendilerine öyle bakmağa başladılar. Bu durum yenilgiden daha acı oldu. Çünkü Türkler kendilerine olan güveni kaybetti. Bu gidişe bir süre de olsa ara verenler gelse de, bu kendine geliş  uzun sürmedi.  

Türkler günümüzde katılmak ve benzemek istedikleri, ayrıca kendilerine gelmezlerse daha çok süreceğe benzeyen, aşağılanacakları ve horlanacakları Batı yolunda ya devam edecekler, ya da tarih ve coğrafyalarının kendilerine yüklediği misyonla kendi güçlü devletlerini kuracaklardır.

Kaynakça:
Amin Maalouf; Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, Telos Yayıncılık, İstanbul, 1988
Brenda Ralph Lewis; Die Kreuzzüge, DJW, Hamburg, 1976
Claude Cahen; Osmanlılardan önce Anadolu’da Türkler, E  Yayınları,İstanbul, 1984
Prof. Dr. Erdoğan Merçil; Müslüman Türk Devletleri Tarihi,Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991
Prof. Dr. Osman Turan; Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ötüken, İstanbul, 2003
Peter Milger; Die Kreuzzüge, Krieg im Namen Gottes, Bertelsmann, München, 1988
Yılmaz Öztuna; Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken, İstanbul, 1977

Nisan / 2010