Sanatçı Yavuz Bingöl’e karşı bir linç girişimi yürütülüyor. Suçu az değil! Önce seçilmiş Cumhurbaşkanı ile birlikte türkü söyledi, bu yetmiyormuş gibi Başbakan Davutoğlu’yla Dersim’de Alevi toplantısına katılıp iki türkü söyleyip “toplumsal ayrımcılığın kaldırılmasından, bütünleşmeden” söz etti, üçüncüsü üstelik adı Yavuz, ağabeyinin adı ise Oğuz!
Türkiye’nin sanayi ekonomisine geçişinin gecikmiş olması, bir başka deyişle tarımsal toplum yapısından çıkmada sorunlar yaşaması “sınıflı bir topluma dönüşümünü” de engellemiş bulunmaktadır. Sınıflaşma süresinin gecikmesi ise, bu ülkede en çok bürokratik ve militer zümrelerle onların ideolojik politik ve ekonomik müttefikleri olan “resmi aydınlara” ve devlet eliyle oluşturulmaya çalışılan “besleme kapitalistlere” yaramıştır. Bunlar eliyle bürokratik tahakküm geleneği oluşturulunca, bu baskı düzeninin ideolojik yenilenmesini sağlayan aydınlar, eğitimci-bilim-sanat kadrolarını meydana getiren unsurlar, bürokratik-militer kadrolarla birlikte adeta “kendisi için bir sınıf gibi” davranan, “bir ilişki biçimi bir formasyon” oluşturmuştur.
Kültürel sınıfın öfkesi kime?
Bu sınıfın “kültür üzerinden kendini ürettiğini düşünerek” bunlara kültürel sınıf denilebileceğini ve bu sınıfın kadroları içinde yer alanların, kendini üretme kaynağının da “Batılılaşma ideolojisi” olduğunu söyleyebiliriz. Bunların “kendi tasavvurlarına göre bir Batı” anlayışına sahip bulunduklarını ve Batı’yı referans vererek, kendi toplumlarına karşı “devlet despotizmini” savunmalarını da bu çerçevede anlayabiliriz.
Bu kadroya göre halk “geri-cahil ve bilimden uzak hurafeler içinde” yaşadığı için kendilerinin ise Batı’nın bilimini ve aydınlığını taşıdıkları için, halkın her şeyini değiştirmeği meşru bir hak olarak görmeleri şaşırtıcı değildir. Bu zihniyet yapısı, bu ülkedeki Batıcı ideolojinin sadece mantığını yansıtmaz, neden “jakoben olduğunu”, neden “anti-demokrat” olduğunu, neden “Anadolu halkından nefret ettiklerini” de ortaya koyacak ipuçlarını verir.
Bu ideolojiye mensup olanların en fanatikleri şüphesiz “kültürel sınıfın ideolojik elemanları-araçlarıdır”. Onlar iki yüz yıllık bir tahakküm geleneğinin mirasına ve ayrıcalıklarına sahip olagelmişlerdir. “Ne zamana kadar” diye sormayın zira film burada kopmaktadır. Kültürel sınıf kriz içindedir. O çok iyi bildiklerini söyledikleri Batı’yı bilmedikleri ortaya çıktığı gibi, batının biliminin uzağında, çoktan gerilerde kalmış pozitivizmin içinde debelenip durduklarının da farkında değillerdir.
Kaybetmek saldırganlaşmak
Onlar Türkiye’de toplumsal değişmenin o beğenmedikleri hakir gördükleri halkı üretime, eğitime, dünyaya açarak kendilerini ideolojik hegemonik körlükle göremediklerini görecek hale getirdiklerini bile fark edecek durumda değillerdir.
Halkın demokrasi sayesinde kendilerinin, yani kültürel sınıf karşısında yükselmesinden çılgına döndükleri için, fikir- sanat- medya üzerinde kurdukları tekeli kaybetmeye başladıklarını fark ettikçe öfke duymakta, Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a bu değişimi gören, anlayan, yöneten ve halka saygı duyan herkese kin ve öfkeyle saldırmaya çalışmaktadırlar.
Yavuz Bingöl’e dönük linç kampanyasının arkasından, ödül töreninde yaptığı konuşmadan ötürü yazar Alev Alatlı’ya ve sonrasında da Hülya Avşar’a saldırıların arkasında bu edebiyatçı ve sanatçıların şahıslarından ziyade “kültürel sınıfın öfkesinin” demokrasiye yönelik olduğunu görmek gerekir. Bu saldırılar, bu sınıfın hâkim pozisyonunu korumak için giriştiği mücadele biçimini yansıttığı kadar, bu pozisyonun karşısında, “sadece yer alanların değil yer alması muhtemel olanlara dönükte” bir tehdidi içermektedir.
Kültürel sınıf demokrasiye ve halka karşı “sınıf mücadelesi” veriyor. İşin ilginç yanı, tarihin dışına düşmüş bir pozisyonu savundukları için, hiçbir şanslarının kalmadığını anlamaya takadı yoktur.