Aslında Anadolu topraklarındaki bin yıllık tarihimiz, özgüven örnekleriyle doludur; dillere, kültürlere hatta inançlara karşı. Elbette İslam anlayışının da şekillendirdiği “Kendin için istemediğini başkası içinde isteme.” düsturu, devlet geleneğimizde de önemli ölçüde kendini göstermiştir.

Fakat özellikle son 150 yıllık serüvenimizi kaplayan “kompleks ve özenti” beraberinde bir değer ve inanç yozlaşmasını da getirdi. Toplumun önünden gittiğini ifade edenler kendi eksiklerini, dinin eksikliğiymiş gibi kavradılar ya da kavratmaya çalıştılar.

“Osmanlı’yı geri bırakan şey İslam’dı.” fikirlerine de yukarıda ifade ettiğim bu kompleks sebebiyle itibar edenler oldu. İşte Osmanlıca ya da daha doğru ifadeyle Osmanlı Türkçesi de belki bu, İslam’a dolayısıyla onu yaşatan Osmanlıya ve alfabesi Arap harflerinden oluşan diline karşı da aynı anlam yüklendi. Yüklenen bu anlam aslında “bu dilden kurtulmak gerek” fikrini de beraberinde getirdi.

Çünkü Tek-Parti iktidarının “inşa” etmek istediği yeni Türk tipi farklı olacaktır. Yeniden Osmanlıyı düşünemeyecek bir “Ulus Türkü” olmalıdır ve elbette dindarda olmamalıdır. Fakat bu “dindar” olmama hali sadece İslam’ı dışlayan bir durum da değildir; her türlü “dindar”lık bunun içerisindedir.

Bu anlayışa göre “Yeni Türk” Güneş Dil Teorisi’ne göre konuşan, askeri özellikleri güçlendirilmiş tek tip bir gençlik inşasıyla yetiştirilecektir. Dolayısıyla Osmanlıca kötülenmelidir. Bu anlayış hala etkisini sürdüren bir anlayıştır. Osmanlı'da tam olarak ölçümü yapılamamış, istatistiki verileri olmayan bilgilerle yapılan konuşmalar ve yazmalar “Osmanlı toplumu Osmanlıcanın zorluğundan dolayı okur-yazar değildi.” gibi yakıştırmalar da bu anlayışın eseridir.

Oysa çocuklar, sadece bir yaz tatilinde rahatlıkla Kur’an öğrenebiliyorlar. Bu gün bizim Osmanlıcaya olan yaklaşımımız yaklaşık yüz yıl boyunca koparıldığımız terimlerden uzaklaşmamız sebebiyledir. Birilerinin bu “bilerek” oluşturulmuş sürecin faturasını yine bilerek ya da alay edercesine Osmanlı Türkçesine yıkmalarını anlamakta gerçekten zordur. Karşı çıkanlar aslında gerçek anlamda neye karşı çıktıklarını bilmiyorlar. Öncelikle karşı çıkanların şunu iyi bilmesi gerekiyor. Osmanlı Türkçesi bir yabancı dil değildir. Kendi tarihimizin pek çok vesikasının (hatta karşı çıkanların da öyle) yazıldığı bir Türkçedir.

Belge fetişisti, üstelik siyasi kimlikli bazı akademisyenler de vurguyu sadece sanatsal yazıtlar üzerinden yaparak konuya yaklaştılar. Oysa onlar okuyabildilerse çalışan ve emek veren herkes onlar gibi okuyabilir. Eğer ilgisini çekiyorsa sanatsal olanını da okur. Ama en azından matbu kaynakları okumak bile çok önemlidir ve genç yaşta öğrenildiğinde de oldukça kalaydır.

Tarih şuuru olamayan bir millet düşünemez, yaşayamaz. Birileri, koca tarihi hafızası olan bu milleti yüz yıllık hafızaya mahkûm etmek istiyor. Oysa bu kadarlık hafıza insanlık tarihinde bebekliğe dahi tekabül etmez.

Osmanlı metinlerini okumayı öğrendiğimizde aslında ne kadar derin bir kültürden mahrum kaldığımızı ve dil estetiğimizi nedenli yitirdiğimizi de rahatlıkla görebileceğiz.

Şunun da farkındayım, daha önce hiç muz yememiş birine onun lezzetini anlatmaya çalışıyor gibiyiz. Buna birde ideolojik körlük eşlik ettiğinde işin ne kadar zor olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Fakat her şeye rağmen bu faydaya inandırma çabası önemli ve bir o kadar da heyecan vericidir.