Değerli hemşehrilerim merhaba; daha önceki yazımda korona sürecinde halkın büyük bir çoğunluğunda huzursuzluk ve belirsizliğin getirdiği tedirginlikten tutun; kaygı, korku endişe gibi doğal tepkilerin verilmesinin çok olağan olduğundan bahsetmiştim. Sıradışı olaylarda bu duyguların belli bir doza kadar yaşanması beklenen bir durum olduğu gibi bizleri de korunma ve tedbir almaya yönlendiren tepkilerdir. Herkeste olabilecek cinsten bu duyguların yanı sıra, halkın bir kısmında da anksiyete bozukluğu ve bu kapsamda panik bozukluk, takıntı hastalığı denilen zorlantılı saplantılı bozukluk (OKB) ve bunların eşliğinde ya da bunlar olmaksızın hafif, orta ya da ağır derecede depresif bozukluk gösterebileceğinden bahsetmiştim.
Bu yazımda sizlerle Anksiyete bozukluğu konusunu tartışmak istiyorum.
Değerli hemşehrilerim; anksiyete bozukluğu; karşılaşılan birtakım sıra dışı durumlar karşısında hissedilen ve kişiyi derindeden etkileyen; özel yaşam alanını, iş yaşam alanını ve sosyal yaşam alanını daraltan olağanüstü, çok yoğun kaygı, endişe ve korku durumudur.
Bu durumu, günlük sıradışı yaşantılardan bazı örnekler vererek biraz açarsam eğer; uzun ve dik bir yamaçtan inen kamyonun aniden freni patlayıp da fren tutmaması durumunda şoförün içine girdiği ruhsal haldir anksiyete. Ya da dar bir sokakta havlayıp salyalarını akıtarak saldırgan bir halde üzerimize gelen iri bir köpeğin bizde yarattığı duygudur anksiyete. Yine ormanlık bir alanda kışlık yakacak için kuru odun toplayan bir köy çocuğunun karşısına aniden çıkan iri bir boz ayının delikanlı üzerinde yarattığı şok tablodur anksiyete. Veya bir toplantıda, bir konferansta, ya da bir forumda ilk defa bir sunu yapacak genç ve deneyimsiz birinin kendisini dinleyen kalabalık karşısında yaşadığı durumdur anksiyete. Ya da o zamana kadar cinsel bir deneyimi olmayan ve temelde de güven eksikliği bulunan tecrübesiz bir delikanlının gerdek odasına girerken ve girdikten sonra yaşadığı duygudur anksiyete. Hayatımızın her alanında bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Dikkat edilecek olursa değerli dostlar; bütün bu saydığım olaylar sırasında yaşanacak anksiyetenin kökenindeki asıl öge, “tehdit” ögesidir. Bunlar ne tehditi? Bunların her biri birer iç tehdittir. Bu tehditler genellikle; ‘Öleceğim’, ‘Yaralanacağım’, ‘Sakat kalacağım’, ‘Başaramayacağım’, ‘Yüzüm kızaracak, terleyeceğim, sesim titreyecek, rezil olacağım’ gibi olumsuz otomatik düşünceler üzerine kurulan ve içsel olarak algılanan tehditlerdir.
Peki böyle durumlar karşısında vücutta ne tür değişiklikler olur? Değerli dostlar böyle bir durumda organizmada çok karmaşık mekanizmalar devreye girer. Ama ben mümkün olduğu ölçüde kısa ve anlaşılabilir şekilde anlatmaya çalışacağım. Böyle bir tehdit algısı anında vücut, ya kaçmaya ya da savaşmaya kodlanır. Her iki durumda da vücuttaki kol, bacak gibi büyük hacimli kasların hazır olup devreye girmesi gerekir, onun için çevre ve uç kısımdaki organ ve dokular daki kan hızlı bir şekilde kol ve bacak kaslarında toplanır; el, ayak ve yüz damarlarındaki kan anında çekilerek büyük grup kaslara gönderilir; bu yüzden el, ayak ve yüz soğuklaşır ve soluklaşır. Diğer yandan gerek savaşmak ve gerekse kaçmak için bu büyük kasların güce ihtiyacı olduğundan kalp haddinden fazla çalışarak bu kaslara acilen kan içinde besin maddesi gönderir. Dolayısı ile, bu durumda kalp yerinden fırlayacakmış gibi gümbür gümbür çalışmağa başlar. Yine kaslara gönderilen besinin yakılıp enerjiye dönüşmesi için oksijene ihtiyaç olduğundan devreye akciğerler girerek, körük gibi çalışmaya başlarlar. Çok hızlı nefes alınıp verildiği ve dolayısıyla kanda oksijen miktarı artıp karbondioksit miktarı azaldığı için, ince damarlar ve haliyle beyini besleyen damarlar bu karbondioksit azlığından dolayı daralarak beyine oksijen gitmesi azalır ve beyin oksijensiz kaldığı için; terleme, sersemlik, gerçeklikten kopma ve kendine yabancılaşma tablosu yaşanmaya başlar. Yine beyne yeterince oksijen gidermemekten dolayı görmede bulanıklık, kulaklarda uğuldama başlar. Bütün bunları yapan merkezi sinir sistemi aynı zamanda mide ve barsakları da devreye sokarak, midede asit salınımı, ağızda kuruluk meydana getirir. Yine bazı hormonları harekete geçirerek idrar miktarını artırır.
Özetleyip, toparlayacak olursak; Anksiyete bozukluğu sürecinde; şiddetli kalp çarpıntısı, sık sık ve sesli bir şekilde soluk alıp verme durumu, sık nefes alınmasına rağmen boğulma hissi ve göğüs ağrısı, sersemlik duygusu, kendine yabancılaşma, görme bulanıklığı, soğuk soğuk terleme, ağız kuruluğu yaşanır. Yaşanan bu semptomlar kümesi, kişiyi, ölüyormuş, çıldırıyormuş ve tam bir çaresizlik duygusu içine sokar.
Bu, hissedilen ve yaşanan tablo; tehdit ortadan kalkınca tedricen normal seyrine döner.
Selam ve sevgilerimle...
Bu yazımda sizlerle Anksiyete bozukluğu konusunu tartışmak istiyorum.
Değerli hemşehrilerim; anksiyete bozukluğu; karşılaşılan birtakım sıra dışı durumlar karşısında hissedilen ve kişiyi derindeden etkileyen; özel yaşam alanını, iş yaşam alanını ve sosyal yaşam alanını daraltan olağanüstü, çok yoğun kaygı, endişe ve korku durumudur.
Bu durumu, günlük sıradışı yaşantılardan bazı örnekler vererek biraz açarsam eğer; uzun ve dik bir yamaçtan inen kamyonun aniden freni patlayıp da fren tutmaması durumunda şoförün içine girdiği ruhsal haldir anksiyete. Ya da dar bir sokakta havlayıp salyalarını akıtarak saldırgan bir halde üzerimize gelen iri bir köpeğin bizde yarattığı duygudur anksiyete. Yine ormanlık bir alanda kışlık yakacak için kuru odun toplayan bir köy çocuğunun karşısına aniden çıkan iri bir boz ayının delikanlı üzerinde yarattığı şok tablodur anksiyete. Veya bir toplantıda, bir konferansta, ya da bir forumda ilk defa bir sunu yapacak genç ve deneyimsiz birinin kendisini dinleyen kalabalık karşısında yaşadığı durumdur anksiyete. Ya da o zamana kadar cinsel bir deneyimi olmayan ve temelde de güven eksikliği bulunan tecrübesiz bir delikanlının gerdek odasına girerken ve girdikten sonra yaşadığı duygudur anksiyete. Hayatımızın her alanında bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Dikkat edilecek olursa değerli dostlar; bütün bu saydığım olaylar sırasında yaşanacak anksiyetenin kökenindeki asıl öge, “tehdit” ögesidir. Bunlar ne tehditi? Bunların her biri birer iç tehdittir. Bu tehditler genellikle; ‘Öleceğim’, ‘Yaralanacağım’, ‘Sakat kalacağım’, ‘Başaramayacağım’, ‘Yüzüm kızaracak, terleyeceğim, sesim titreyecek, rezil olacağım’ gibi olumsuz otomatik düşünceler üzerine kurulan ve içsel olarak algılanan tehditlerdir.
Peki böyle durumlar karşısında vücutta ne tür değişiklikler olur? Değerli dostlar böyle bir durumda organizmada çok karmaşık mekanizmalar devreye girer. Ama ben mümkün olduğu ölçüde kısa ve anlaşılabilir şekilde anlatmaya çalışacağım. Böyle bir tehdit algısı anında vücut, ya kaçmaya ya da savaşmaya kodlanır. Her iki durumda da vücuttaki kol, bacak gibi büyük hacimli kasların hazır olup devreye girmesi gerekir, onun için çevre ve uç kısımdaki organ ve dokular daki kan hızlı bir şekilde kol ve bacak kaslarında toplanır; el, ayak ve yüz damarlarındaki kan anında çekilerek büyük grup kaslara gönderilir; bu yüzden el, ayak ve yüz soğuklaşır ve soluklaşır. Diğer yandan gerek savaşmak ve gerekse kaçmak için bu büyük kasların güce ihtiyacı olduğundan kalp haddinden fazla çalışarak bu kaslara acilen kan içinde besin maddesi gönderir. Dolayısı ile, bu durumda kalp yerinden fırlayacakmış gibi gümbür gümbür çalışmağa başlar. Yine kaslara gönderilen besinin yakılıp enerjiye dönüşmesi için oksijene ihtiyaç olduğundan devreye akciğerler girerek, körük gibi çalışmaya başlarlar. Çok hızlı nefes alınıp verildiği ve dolayısıyla kanda oksijen miktarı artıp karbondioksit miktarı azaldığı için, ince damarlar ve haliyle beyini besleyen damarlar bu karbondioksit azlığından dolayı daralarak beyine oksijen gitmesi azalır ve beyin oksijensiz kaldığı için; terleme, sersemlik, gerçeklikten kopma ve kendine yabancılaşma tablosu yaşanmaya başlar. Yine beyne yeterince oksijen gidermemekten dolayı görmede bulanıklık, kulaklarda uğuldama başlar. Bütün bunları yapan merkezi sinir sistemi aynı zamanda mide ve barsakları da devreye sokarak, midede asit salınımı, ağızda kuruluk meydana getirir. Yine bazı hormonları harekete geçirerek idrar miktarını artırır.
Özetleyip, toparlayacak olursak; Anksiyete bozukluğu sürecinde; şiddetli kalp çarpıntısı, sık sık ve sesli bir şekilde soluk alıp verme durumu, sık nefes alınmasına rağmen boğulma hissi ve göğüs ağrısı, sersemlik duygusu, kendine yabancılaşma, görme bulanıklığı, soğuk soğuk terleme, ağız kuruluğu yaşanır. Yaşanan bu semptomlar kümesi, kişiyi, ölüyormuş, çıldırıyormuş ve tam bir çaresizlik duygusu içine sokar.
Bu, hissedilen ve yaşanan tablo; tehdit ortadan kalkınca tedricen normal seyrine döner.
Selam ve sevgilerimle...