Sabahleyin gazeteleri açtığınız zaman trafikte, inşaatta, havuzda, denizde, asansörde insanlarımızın adeta otomatiğe bağlanmış bir biçimde öldüğünü görüyoruz.
Yollarda nazar boncuğu için olsun polis yok! Bütün şehir kameralarla denetleniyor deniyor. Kamera gerçekleşen olayı tespit ediyor. Ama çapraz girişlerle trafiği alt üst eden görgüsüzün iş ölmeye, öldürmeye varmadan yakasına yapışacak trafik polisi nerede? Eskiden mahallenin güvenliği, huzuru mahalle bekçilerine emanet edilmişti. Onun elindeki düdük karanlık geceleri adeta yırtan sesiyle korkulara son verir, ümitleri uyandırırdı.
Polis, bu toplumda devlete duyulan güvenin simgesiydi. Bugün ne yazık ki siyasi iktidarın şamar oğlanı haline getirildi. Dün subayları toplayan siyasi irade, bugün polisleri toplamakla meşgul. Aynen Silahlı Kuvvetler mensubu gibi polisler de şahıs olarak, kurum olarak ağır yaralar alarak beraat edecek. Çekilen acılar, çileler, hepsi geçecek. Geçecek amma delip geçecek... Niye bizim insanımız bu kadar ucuz? Neden insanımızın şeref ve haysiyetini düşünmüyoruz?
PKK ile görüşmeler yapılıyor. Zabıtları yayınlanıyor. 35 bin vatandaşımızın katili, tutuklu olduğu sözde cezaevinden bu iktidarın sayesinde dışarıya mesajlar veriyor. Talepleri talep üzerine ekleniyor. İstedikleri de çok mütevazı şeyler. Şanlarına(!) şereflerine(!) layık bir biçimde televizyondan mesaj vermek, emrinde bir sekretaryanın teşkili... Bu arada gün geçmiyor ki bir korucunun öldürüldüğü haberi gelmesin. Silahlı Kuvvetler mensuplarına tuzaklar kuruluyor, Mehmetçikler vuruluyor. Vatanperver memleket evlatları Van’daki Tello Uçak gibi evlerinin önünde şehit ediliyor. Şantiyeler basılıyor, iş makineleri yakılıyor, TIR’lar soyuluyor.
Devlet içinde devlet gibi kimlik kontrolleri yapılıyor, istediklerini dağa kaldırıyorlar.
Yarın siyasi tarih yazılırken AKP’nin açılım süreci dediği bu dönem değil kendilerinin, torunlarının yüzlerini kızartacak bir utanç dönemi ve tatbikatı olarak yazılacaktır.
“Polise karakoldan çıkma, Silahlı Kuvvetler’e kışlanda kal” buyruğu verilerek terörle mücadele edildiği görülmemiştir. Bu tek kelimeyle yanlış bir tavırdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun şanlı ordusu, kahraman emniyet güçleri 2002’de tepeledikleri terörle, müzakere masasına oturan siyasi irade eliyle mağlup konuma getirilmiştir. Halk; “bizim ordumuz böyle bir kadere layık değildir” diyor. Terörist silahını bırakmadan, parmak izi alınmadan, defolup gitmeden ona hitap bile edilmez. Ona tek hitap şekli vardır o da devletin gücüdür. Hele bazı iktidar sözcülerinin anaların gözyaşı durdu, demesine ne demeli? PKK’nın durmayan cellatlığının kurbanları ana yavrusu değil mi? O anaların gözünden akan yaşa karışan bedduaların, ilâhi bir şamar gibi bazılarının yüzüne indiğini göreceğiz. Ne yazık ki koskoca devlet bir fiskesiyle defedeceği teröre taviz üstüne taviz veriyor. Edepsizi sık sık affederseniz, küstah olur derler. Gün geçmiyor ki PKK safındakiler yeni bir marifet sergilemesin. Bizim milli itibarımızın, onurumuzun ne olduğunu bunların da öğreneceği günler uzak değildir. Evet, kamu kesiminde görev alırken, vatanın bütünlüğü milletin selameti için canımı feda etmekten çekinmeyeceğim, diye yemin eden kamu görevlilerine ve onların zirvedeki şahsiyetlerine içim yanarak soruyorum? Bizim insanlarımız bu kadar ucuz mu? Onların cenaze namazında saf tutmanız sizi vicdanınızda beraat ettiriyor mu?
İş hayatımız, her şeyin sermayenin menfaatine göre şekillendiği taşeron sistemine terk edilmiş. Bu sistemde sendika bitmiştir. İş yeri güvenliği kalmamıştır. İş yeri sağlığı unutulmuştur. İşçi sağlığı gündemden silinmiştir. İşçinin geleceği, emekliliği, iş kazası tazminatı artık bir masaldır. İşçiler için çalışma hayatı, ekmek uğruna gönüllü girilen bir cehennemdir. En yakın örneği Soma’dır. Yer altında boğuldular, yandılar, öldüler. Hükümet nice vaatlerde bulundu. Noktası gerçekleşmedi. İki ay sonra yine bir işçinin ölüm haberi alındı. Gün geçmiyor ki yurdun çeşitli köşelerinde bir maden ocağı göçmesin.
Damperli bir kamyon sürücüsü damperini indirmiyor. Üst geçidin altından geçerken damper geçidi parçalıyor, kopan parçalar insanları öldürüyor. Acaba bizdeki gibi gözetimsiz, denetimsiz toplum hayatı nerede var? İstanbul’un göbeğinde Tabip Odası 4 ay önce, “Bu inşaatta 8-10 kişi ölecek” diye ikaz ediyor. İnşaatı yapan, hükümete çok yakın olduğu söylenen firma hiçbir tedbir almadığı için içinde 10 işçi ve inşaat malzemeleri bulunan asansör hızla yere çakıldı. İş kazasında kurban giden bu vatan evlatlarına şehit edebiyatı düzün, hatta isterseniz bir anıt dikin. Neye yarar!.. Geride kalanların acısına ne söyler. Emekçinin bu kadar sahipsiz olduğu şartları Türkiye hiç yaşamadı. Bu inşaatta 5 ay önce 19 yaşındaki Erdoğan Polat adlı montaj işçisi aynı şekilde can vermiş, şirkete sadece 6720 TL. para cezası kesilmiştir. AKP iktidarının 12 yılında; 13 bin 168 işçi “kaza” denilen iş cinayetlerinde can verdi. Suç hep taşeronlara yıkıldı. Davalardan sonuç çıkmadı.
İnsanın bu kadar değersiz olduğu toplumda toprak, ham madde, işlenmiş madde ve zaman değerli mi? En bereketli ovalar fabrikalara tahsis edildi. Meyve bahçeleri, sebze bahçeleri bitirildi. Fabrikalara atık su temizleme sistemi kurulmadığı için bu suların karıştığı dereler, çaylar kirlendi. Balıklar öldü. Ekmeğe nimet diyen millet, ekmekleri bütün bütün çöplere atar oldu. Her nesnede israf karşımıza dikildi. Önce insanımızın değerini bileceğiz. İnsanı aziz ve değerli bilmeden, başka hiçbir nesnenin kıymeti anlaşılmaz. Toplumlar insanlarını öldürerek değil, onları yaşatarak, yücelterek yükselir.