2009’da başlatılan “Açılım projesi” ile uluslararası hukukta etnik kesimlerle ilgili hiçbir düzenleme olmadığı halde; Türkiye’yi bölünmeye götürecek uygulamalar devletimizin hukukuna sokuldu.

2009’da başlatılan “Açılım projesi” ile uluslararası hukukta etnik kesimlerle ilgili hiçbir düzenleme olmadığı halde; Türkiye’yi bölünmeye götürecek uygulamalar devletimizin hukukuna sokuldu.

Bunlar; TRT’de 24 saat Kurmançca yayın yapılması, partilerin etnik dillerde propaganda yapmasına izin verilmesi, yer isimlerinin etnik dilde değiştirilmesi, güvenlik güçlerinin etkisinin azaltılması, şehirlerimizi yakıp yıkan ve güvenlik güçlerine saldıran 19 yaş altı militanlarının cezalarının indirilmesi ve terör kapsamından çıkarılması, üniversitelerde etnik dil, kültür ve edebiyat bölümlerinin açılması, Türk millet kimliği yerine vatandaşlık kimliği getirilmek suretiyle iki uluslu egemenliğin önünün açılmasıdır. Bu uygulamalar milletimizi etnik temelde ayrıştırmaktan başka bir işe yaramadığı gibi, son yıllarda ağır darbeler yemiş PKK’yı motive etmiş, yeniden ayağa kalkmasını sağlamıştır.

Bu uygulamalardan sonra iktidarın “Çözüm süreci" dediği, aslında 9 bin 671 asker, polis ve korucumuzun ölümüne sebep olmuş kanlı terör örgütü başı Öcalan’la pazarlık masasına oturdukları bir dönem başladı. Çözüm sürecinde iktidarın PKK’ya hangi konularda söz verdiği tam olarak bilinmemektedir. Ancak, AKP ve BDP’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda Anayasa’nın Türklükle ilgili değişmez maddelerini, bu arada devlet dilinin Türkçe olduğunu öngören 3. maddesini değiştirmek istedikleri komisyon görüşmelerinde ortaya çıktı. Zaten PKK’nın meclisteki uzantısı olan partinin milletvekillerinin seçim bölgelerinde ve basına yansıyan konuşmalarından en fazla ikinci dilde eğitim hakkı beklentisi içinde oldukları anlaşılmaktadır. Şimdi veya ilerde, böyle bir beklentiyi de karşılamayı düşünenlere, konuyu bilmeden “verilsin” diyenlere ikinci dilin ne olduğunu hatırlatalım.

Anayasamızın 42.maddesine göre Türkçeden başka bir dil, anadil olarak öğretilemeyeceği gibi, öğretim dili de olamaz.

22 Haziran 1993 tarihli Kopenhag kıstaslarına göre ‘’anadilde eğitim ve öğretim’’konusunda herhangi bir şart bulunmamaktadır. AB ülkelerinde etnik dilin anaokulundan üniversiteye kadar eğitim ve öğretimi söz konusu değildir.  Bu ülkelerdeki etnik azınlıklara böyle bir hak verilmemektedir. Bırakın bunu, özel anlaşmalarla bu ülkede bulunan yabancılara anadillerini öğrenme hakkı bile ancak okul dışı saatlerde, okul müfredatının dışında özel kurslar şeklinde verilmektedir.  Bu kurslarda alınan not sınıf geçme ve kalmada değerlendirilmemektedir. Bu ülkeler anadil dersleri için devlet okullarından sınıf bile vermemektedir. Hollanda’da Türkçe dersler camilerde yapılmaktadır. Almanya’da eğilim bu yöndedir.  Bu derslerin öğretmenlerinin yabancıların ülkelerinden gönderilmesine rağmen, Alman okullarında anadil derslerinin “uyumu engellediği” gerekçesiyle kaldırılması istenmektedir. Nitekim anadil derslerine yeni öğretmen alınmaması, buna bağlı olarak öğrenci sayısının azalması da bu eğilimi göstermektedir.

Gelelim PKK’nın anadilin öğrenilmesi hakkı isteğine. Burada istenen Kürtçe konuşmak, yazmak ve dinlemek değildir. İstenen; anaokullarından başlanarak temel ve ortaöğretimde (liselerde) ve yüksek öğretimde (yüksekokul ve üniversitelerde) resmi dilin yanı sıra bir yerel dilde, yani Kürtçe ya da başka bir yerel dilde (Arapça, Süryanice, Lazca gibi) bütün derslerde öğretim yapılmasıdır.

Bu durumda anaokulundan itibaren Kürtçe eğitim gören bir kişi diyelim ki, üniversitede hukuk fakültesinde de Kürtçe eğitim gördüğü takdirde ne olacaktır? Bu durumda Türkiye’de yasaların, yargı dilinin de Kürtçe olması gerekir.

Türkiye’de Kürtçe yasa ve yargı dili olduğu takdirde özerk ya da federatif bir Kürt bölgesinin ya da devletinin bulunması gerekir. Kürtçe öğrenim hakkı istemenin bir başka hedefi olamaz.

İstenen Kürtçenin konuşulması, yazılması, dinlenilmesi olmaktan çıkmıştır. Hedef ilkokuldan üniversiteye kadar Kürtçe öğretim görüp her alanda meslek diploması almaktır. Şu anda anaokulundan üniversiteye kadar Kürtçe eğitimin alt yapısı olmadığından bunun gerçekleşmesi mümkün görülmüyor. Kürtçe eğitimin alt yapısı bazı üniversitelerde bu alanda yüksek lisans düzeyinde eğitime başlanması ile atılmıştır.  İlerde fakültelerde desteklenecek bu program sonunda Kürtçe eğitim için alt yapı hazırlanmış olacak.  Basına yansıdığına göre; Irak Cumhurbaşkanı Talabani son Türkiye ziyaretinde İstanbul’da görüştüğü BDP temsilcilerine Türkiye’de devlet yetkilileri ile görüştüğünü, yetkililerin ''Beş yıl içinde anadil konusundaki yasal düzenlemeleri hayata geçirme çalışmaları yapıyoruz" dediğini aktardı. Talabani, Türkiye’nin bu amaçla Kütçe bilen eleman ve personel yetiştirilmesine hız verdiğini, bu elemanların birçoğunun da K. Irak’taki üniversitelerde eğitim gördüğünü söyledi.

İkinci dil konusunda Güneydoğu’da bazı belediye başkanlarının devlete meydan okurcasına konuşmalarını duyuyor ve belediye binalarında ikinci dili uygulamaya soktuklarını görüyoruz. Bunlara karşı iktidar partisi AKP’nin ses çıkarmamasını, Cumhuriyet savcılarının harekete geçmemelerini, Talabani’nin bahsettiği hayata geçirilme çalışmaları olarak mı anlamalıyız?

Bütün engeller aşılarak, Türkiye Cumhuriyeti anayasasının ve diğer yasaların 'anadilde öğrenim hakkı’na uygun olarak değiştirildiğini kabul edelim ve bütün mevzuatın Kürtçeye çevrildiğini (tercüme edildiğini) var sayalım. Bunun gerçekleşmesi için ilkin bütün öğretim sahalarında çalışacak elemanların yetiştirilmesi gerekir. Sonra da eğitim-öğretim, hukuk, mülkiye, ekonomi, tıp, mühendislik, edebiyat, tarih, felsefe, fizik, kimya, biyoloji, müzik, resim, beden eğitimi disiplinlerinde ders verecek öğretmenlerin ve üniversite öğretim üyelerinin yetiştirilmesi gerekmektedir. Temel ve orta eğitimde en az 40 bin Kürtçe öğretmenine ihtiyaç olacağı hesaplanmıştır.

Böyle bir girişim, trilyonlarca lira masraf ve onlarca yıl sürecek özel çalışmalar gerektirir.

Bütün bunların da gerçekleştirildiğini de varsayalım: Bu hazırlıkların sonucu, özerk, federatif ya da bağımsız bir Kürt devletinin kurulması olur. Bu politik ve toplumsal olarak kaçınılmaz bir sonuçtur artık. Hiçbir devlet, böyle bir sonuca varacak olan süreci başlatmaz.

İkinci dil isteyenler aslında Türk devletinin onlara bir dil yapmasını istiyor. Bunun anlamı dilin, bayrağın, devletin ikileşmesidir. Osmanlı yıkılırken bile verilmeyen bu hak kimseye verilemez. Eğer bu bir bayrak isteme mücadelesine dönerse, bunun da nasıl çözüleceği bellidir.

İkinci dilde öğretim = Türkiye’nin bölünmesi = Kürt devleti demektir.
Türkiye’yi bölecek böyle bir hak kimseye verilemez!

Ağustos /2013